İbda’nın fikir ve aksiyon planında zuhur edişinden beri içerideki hâinler vasıtasıyla Batı’nın birçok reaksiyonuna şahitlik ettik. Öyle ya da böyle, 1991'de Mirzabeyoğlu'nun tutuklanması, 28 Şubat, Cemaatin istihdamı için Ergenekon başlığı altında Ulusalcı-Kemalistlerin tasfiyesi işleri hep İbda ve onun temsil ettiği “pazarlıksız Allah ve Resûlü dâvâsı”nın bertaraf edilmesi için dışarıdan planlanmış, içeride işletilmiş operasyonlardandı. İbda’nın bertaraf edilmesi için bugüne kadar hokkabazından sihirbazına kadar nicelerine görev tevdi edildi. Heyhat, bugünden geriye baktığımızda görüyoruz ki, İbda’dan başka taviz vermeksizin kendi merkezinde dimdik ayakta kalan hiçbir hareket yok!

İbda Hikemiyâtında geçen kıssa malûm; “Musa Aleyhisselâm’ın büyücülerin iplerine yılan şekline sokmalarından sonra, onların hayâlden bu varlıklarını –hüküm mevkiinde– piç eden ASA’yı ejdere döndürmesi ve onun büyücülerin yılanlarını yutması… ASA’yı yere koyması ve SONRA, onun ejder olması; hüküm, O’nun eliyle Allah’ındır, bir mucize gerçekleşmiştir. ASA, “iktidar” sembolü, muktedirlik sembolü…

28 Şubat süreci, Anadolu’da İslâm’a dâir her ne varsa ortadan kaldırılması ve Müslümanların bir daha doğrulamayacak şekilde bellerinin kırılması için gerçekleştirilmiş, doğrudan İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ve fikrin bağlılarını hedef alan bir hareketti. 28 Şubat’ın başarılı olması hâlinde Batılı efendileri mutlak bir zafer elde etmiş olacaklardı; başarısız olması hâlindeyse, zaten birçok zulmün işlendiği bu dönemin ardından 1980’den beri hazırlanan Ilıman sapıkların göreve getirilmesine zemin hazırlanmış olacaktı. Öyle de oldu; tarihler 1999 senesini gösterirken, 28 Şubat’ın kudretli generalleri ve onların emrindeki sivil bürokrasi, Metris Cezaevi'ndeki bir avuç Müslüman tutuklunun önünde dize geldi. Firavunun hokkabazlarından biri böylelikle devrilmiş oldu. 

28 Şubatçıların hezimetinin ardından “Batılı Efendi”ler oyuncu değişikliğine gittiler ve bu sefer oyuna sümüklü-takkeli değişik bir ihanet şebekesini sürdüler. Firavun'un küfür inadı tuttu bir kere... Bu değişiklikle beraber İbda mihrakında Müslümanların bir araya gelmesi engellenecek ve bürokrasinin ele geçirilmesinin arından da İbda bağlıları bertaraf edilecekti. İbda’nın bertaraf edilmesinin akabinde hemen ikinci merhaleye geçilecek ve Anadolu’dan başlayarak bütün bir İslâm Âlemi’nin itikadı “Batılı Efendi”lerinin istediği gibi biçimlendirilecekti. Peki ne oldu? İbda bağlıları durmadan ve duraksamadan sebat ederek anlattılar, yazdılar, söylediler ve “Ilıman sapıkların” yüzündeki maskeyi düşürmesini bildiler. Seçimle gelmiş iktidar ile girdikleri ilk sürtüşmenin ardından, İbda tarafından ortaya konan katî argümanlar vasıtasıyla deşifre oldular. Böylelikle Firavun'un hokkabazlarından biri daha deşifre oldu gitti.

Bugünlerde Firavunlar küfür inadından dönerler mi bilinmez, ancak her döndükleri köşede, maharetlerini sergilesin diye tuttukları her “sihirbaz”ları, karşılarında, İbda fikrini, “Mutlak Fikir”i, Asa’yı bulacaklarından hiç şüphe etmesinler; tâ ki Firavun helâk oluncaya kadar...

Anadolu’da Batılılar adına hokkabazlık ederek İbda’yı bertaraf etmek isteyen nicelerinin rezil olmuş hâli bugün âyan beyan ortadadır. Büyük Doğu-İbda ise pazarlıksız ve tavizsiz bir vaziyette dün neredeyse bugünde oradadır. Hak dâvâ İslâm ve onun emir eri Büyük Doğu-İbda dimdik dururken, üç kuruşluk dünya menfaati karşılığında Batılıların, Siyonistlerin çanaklarını yalayanların hâli de... İBRET OLSUN!

Yakub Köse

Geçtiğimiz senenin 25 Aralık tarihinde, “Ilıman Sapıkların” yargı bürokrasisi içine sızmış unsurları tarafından bir yandan hükümete operasyon yapılırken, bir diğer yandan da Büyük Doğu-İbda’nın tasfiyesi işine kalkışılmış ve 32 Müslüman’a hukuksuz bir şekilde 228 sene hapis cezası kesilmişti. Bu cezanın muhatablarından biri de Yakub Köse idi. Ilıman sapıkların yargı tiyatrosundan çıkacak kararlar ile bir yandan iktidarı alaşağı etmeyi, bir yandan da iktidarın devrilmesinden sonra karşılarında duracak olan son kaleyi yıkmayı planlamışlardı. Yazımızın buraya kadarki kısmında anlattığımız gibi yine “evdeki hesab çarşıya uymadı.” Ne iktidarı devirmekte muktedir oldular, ne de İbda bağlıların kalblerinde kökleşen imanı sarsabildiler. Kendilerini rezil rüsva etmekten başka da bir halt beceremediler. 

Yalnız şu hususun altını çizmekte yarar var: Bir kesim insanların kalbindeki iman sarsılmıyor diye onların haksız-hukuksuz şekilde cezaevinde tutuklu bulunmaları da kabul edilebilir bir durum değildir. İktidar partisinin, 28 Şubat döneminde kesilen ve bugün de ajan yapılanmanın yargı içine sızdırdığı yargıçların istismar aracı olarak kullandıkları hukuksuz yargı kararları hakkında gereğinin yapılması elzemdir. Yalnız İbda davaları ve Yakub Köse değil, Metin Kaplan’ın tutuklu olması, Hizbuttahrir davası gibi 28 Şubat döneminde kesilmiş cezalar hâlen yürürlüktedir ve adalet beklemektedir. 

Yakub’a dönecek olursak; bugün bütün bir Anadolu Yakub’un aslan olduğunu ne denli biliyorsa, kimin köpek olduğunu da o denli bilmektedir; gazası mübarek olsun.

Demoklesin Kılıcı

İstiklâl Mahkemelerinden beri Türkiye’de yargı, Demokles’in kılıcı gibi iktidardakinin de, milletin de başının üzerinde sallanmakta. Artık neredeyse gelenek hâline gelmiş bu vaziyete bir dur denilmesinin ve yargının hesablaşma vasıtası olarak değil de, yalnızca adaletin sağlanmasıyla alâkadar olmasının vakti gelmiştir, değil mi? Bu duruma nokta koyacak olan da tabiî olarak iktidardır. Burada yapılması gereken ise, ne kadar darbeci asker, paralel polis ve bürokrat var ise kararnameler vasıtasıyla tasfiye edilmesi ve bu milletin gerçek evlatlarının önünün açılmasıdır. Bu konuda Cumhurbaşkanı ve Hükümet tam bir yetkiyi haizdir ve bunu kullanmaktan çekinmemelidirler. Bu şekilde hem yargı artık bir hesablaşma vasıtası olmaktan çıkacak ve aslî vazifesi olan adalet ile meşgul olacaktır, hem de ihanet şebekelerinin şovlarının önüne geçilecektir. 

Geri Türk

Ilıman tarafın zihniyetini sergilediği için bu bahse değinmeden geçmeyelim istedik. Zaman Gazetesi’nde yazıları yayımlanan Mümtaz’er Türköne adlı bir Amerikan maşası-Siyonist tetikçisi, Kumandan Salih  Mirzabeyoğlu’na dil uzatmış. Bu cüce kendi baktığı yerden İBDA Mimarı’nın yalnız ayağının altını görüyor olacak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesiyle alâkalı olarak diyor ki; “İslâmcılığın geçmişte istisnai yagâne şiddet ekolünü üretmiş Kumandan’ı ile Haliç Kongre Merkezi’nde görüşmüş olması...

Türköne’nin yazısına da vesile olan “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansta İbda Mimarı; “fikir konuşulmasının vakti geldi, sağdan sola, soldan sağa bütün kesimler meydan yerine buyursun fikrini konuştursun, hodri meydan” diyor. Bu da çıkmış diyor ki; “şiddet ekolü”, “istisnai şiddet”, “yegâne şiddet”... 

Kumandan Mirzabeyoğlu diyor ki, “alın fikrinizi gelin, hodri meydan.” Ne kadar fikirsiz ucube varsa, hepsi zıplıyor. Zıttından bile olsa muhatabsızlık ne fena... “Eleman”ın maşalık etmekten, tetikçilik etmekten başka bir marifeti yok ki. Yalnız Türköne’nin şahsı için değil, onun şahsında billurlaşan tüm karakterlere sözümüz. Kendi dilini meydana getir, temel meselelerle alâkalı çözümlerini üret, ahlâk ölçütlerini ortaya koy, dünya görüşünü örgüleştir ve gel. Biz de o vakit kaale alalım, konuşalım... Dediğimiz gibi sözümüz Türköne’ye falan değil, onun şahsında billurlaşan karakterlere. Heybeniz boşsa, zıplamayın, muhatab olmanın şartları belli; siz muhatab falan değilsiniz...

*

Nice Firavun’un nice hokkabazının “yılan”ı bir araya gelse, mânâ planında Musa Âleyhisselâm’ın “Asa”sına denk gelen Büyük Doğu-İbda fikriyâtı tarafından yutulup bertaraf edilmeye mahkûmdur. Bugüne kadar yaşanan hadiseler Batılılara da, onlar adına burada gardiyanlık etmek için sıraya girmiş olanlara da ibret olur umarız...


Baran Dergisi 415. Sayısı