28 Şubat’ın meşhur savcısı Nuh Mete Yüksel hiçbir hukukî gerekçeye dayanmadan bizi içeri aldı. Ankara'da Bediiyyat adlı edebiyat ve sanat dergisi çıkıyordu. Bu dergide Pascal ve Andrei Tarkovski üzerine yazılarım, kadın ve çocuk mevzuu ile alâkalı şiirlerim vardı. Derginin ne sahibi, ne de genel yayın yönetmeniydim.
28 Şubat ya, hukuk nerede?.. Çocuğum yeni doğmuş, bir buçuk aylık, gecenin ortasında geldiler. Evden aldılar, eşim ve çocuklarımı bırakıp gittim. Kimi cemaatler sarık ve cüppeyi çıkartmış, kimileri de kitaplarını dışarı atmış... Başkaları da yüzüklerini değiştirmiş, gümüş yerine altın takmaya başlamıştı... Birkaç istisna hariç, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu dışında kimse şerefli bir direniş göstermemişti. Başta İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu “Dik durun karşınızda leşler var!” demiş, hukuksuz bir şekilde içeri alınmış ve idam cezasına çarptırılmıştı!
Hasan Celal Güzel, meydanlara çıkmış, “İmam hatipler kapatılamaz, bunlar halkın gücü ve arsuzuyla açılmıştır!” deyip, cezaevine tıkılmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu, “Millete namlusunu çevirmiş tanka selâm durmam!” deyip, Hakk ve halk düşmanları tarafından hedefe alınmıştı. Evet, cemaatlerden tık yoktu, zoru görmüşler ve inlerine saklanmışlardı. Rizikosuz sahada ortaya çıkan ve “Halife gelsin!” diye öten Abdurrahman Dilipak, camilerde dua seansı yapıyor, kendini üst mertebeden dua ehli olarak görüyordu. Herhalde, onun gözünde yaşlı dede ve ninelerimiz dua ehli değildi, bir onlar meydana indiler ve gereken aksiyonu gösterdiler. Bu yiğit insanlar haricinde duayı icrada arayan olmadı! Herkes kuzu kuzu vakıf ve derneklerini devletin demir ellerine verdi. Fettöş “Millî Güvenlik Kurulu, içtihad makamıdır.” diyor ve burada alınan kararlara uyulması gerektiğini söylüyordu. Oy verip, güvenilen parti kadın milletvekiline mecliste yemin ettiremedi, yalnız bıraktı. Mücahit sıfatlı lider ve etrafı mücahit olamamış Fettoşun şefaat edeceği, demokratik sol diyen adam devrimci ve militan olmuştu. Müslümanlar yarasa muamelesi gördü, inlerine itilmek istendi.
28 Şubat sonrası AK Parti iktidar olunca, iklim yumuşadı, bizim cemaatler meydana çıkıverdi. Palazlandılar, okul, ticarethâne açtılar... Televizyon kanalı kurdular, yurtları oldu. Umre için turizm şirketi kurdular, buraya teşvik ettiler, para kazandılar. Çoğu dergilerinde Fettöş’ün kitaplarının reklamını yaptılar, “Para gelsin de, itikadî bozukluklar sıkıntı değil!” zihniyetiyle hareket ettiler. “Hocaefendi” dediler... 28 Şubat’ta zoru görünce saklananlar, iyi günde gül gibi açtı!..
Günümüzde cemaat adı altında o kadar çok soytarılık yapılıyor ki, TV kanalları dini kullanıp ticaret manyağı olmuş tiplerle, sosyal medya ise bol bol görüntü fetişistliği yapan, budala, ahmak ve arsızlarla dolu. Cemaatlermiş... Doğru yolda olan “hakiki” cemaatler başımız gözümüz üstüne. İrşad kutbu, Abdülhakîm Arvasî (k.s) Hazretleri’nin şöyle bir tesbiti vardır: “Keşke Mevlevîliğin kibri Bektaşîliğin küfrü olmasaydı.” Bektaşîlik hak tarikat olarak kök verdi, daha sonra bâtıl bir anlayışa girdi. Zamanında, fetihlerde büyük rolü olan yeniçeri teşkilâtı, sonrasında kendi milletini gasp eden ve devlet liderine emir veren bir konuma geldi. Kıblesi Selânik olan İttihat ve Terakkî içindeki mason, Yahudi, Bektaşî ve Sabetayistler Osmanlı’yı yıkmış, Ehl-i Sünnet âlimlerini ve Nakşîliği derdest etmeye çalışmıştır. Rejimden yana olan tarikatlar desteklenmiştir. Arvasîler, Nakşîliğin kutbunu, Seyyidliğin mânâsını Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’na aktarmıştır.
Yusuf Kaplan’ın tesbit ettiği ve yarım bıraktığı mevzu şu:
Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat ve Gazalî anlayışı, bu üç güzîde insanda tecessüm etmiştir ve hakikî istikbâl bu üç insanın işaret ettiği fikriyat ile olacaktır. Bu üç insanda zâhir ve bâtın bütünleşmiş, sapık kollar tek tek tesbit edilmiş, Kemalizm hesaba çekilmiştir.
Osmanlı’yı batıran İttihad ve Terakki, Jön Türk hareketinin başlaması ve genişlemesiyle tecessüm etmiştir. Jön Türk hareketinin ilk kongresi, günümüzde Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de sıkıştırmak isteyen Macron’un liderliğindeki Fransa’nın Paris şehrinde gerçekleşmiştir. Fransa, PKK’nın da en büyük destekçilerindendir. PKK’nın birçok kurum ve kuruluşları burada faaliyet göstermekte. Kırk delegenin katıldığı mevzu kongrede, iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Birincisi “Kongre ve yayınlarla yönetime gelemeyiz, o yüzden askerî yöntemlere başvurulmalı...” Yâni, PKK gibi silahlı eylem hareketine başlanmalıymış. Bunlar “Abdülhamid baskıcı ve zalim” diyenler... İkinci görüş ise, “Yabancı müdahalenin gerekliliği.” Yâni, Yahudi ve deccal tayfasından, devletlerden güç almak... Aldılar da. Kongre nerede yapıldı, bu soysuzların gazeteleri nerede basıldı ve nasıl propaganda yaptılar? Jön Türklerin önde gelenleri, Ahmet Rıza Bey, Doktor Nazım, Yusuf Akçura. “Türkçü” takılan Yusuf Akçura dikkatinizi çekmiştir... Abdülhamid’e karşı gelen bu soysuz ve ahmaklar nereye gidip sığındı!..
FETÖ mevzuunda “fikir ehli” garibanlar, hâlâ aynı. CHP bu devleti kuran partiymiş, niye bunları yapıyormuş... Üstad Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu hakikatlere toslayan, tarihî muhasebesinde bir bir açıklanan zümre ve kuruluşlara niçin hâlâ göz yumuyorsunuz? İttihad ve Terakki’nin bugünkü uzantısı CHP’dir! Bu partinin kökü ve mayası Batı’dır. Türk’ün İslâm anlayışına terstir. Bu mayası bozukların gerçek Türk anlayışına, İslâm’a karşı gelmek için yapmayacağı ittifak yoktur. Bütün darbelerin arkasında CHP vardır. Demokrasi bile onlar için züldür. Cemal, Talat ve Enver Paşa’nın tarihî misyonunu anlamak için okuyun, süzün, teşhis edin. Her şeyi yerli yerine koyun, koskoca devleti ne kadar sürede, ne hâle soktuklarına bir bakın. Anadolu evlatlarını nereden, nereye götürdüklerini, kaç bin bacımızı dul, kaç bin yavrumuzu yetim-öksüz koyduklarını anlayın. Bağrınız yanar...
Müslüman Anadolu, gerçek dost ve düşmanını bil, yoksa sana kurtuluş yok!
“Bize kalan azîz borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan...”
Baran Dergisi 714.Sayı