İçinde bulunduğumuz şartlar dış yüzden kaba bir değerlendirmeye tâbi tutulduğunda, Müslümanlar açısından son derece menfî bir manzara arz ediyor. Aynı şartların iç yüzü kurcalanarak nazik bir değerlendirmeye gidildiğinde ise, bu menfî tabloyu meydana getiren renkler bir ânda değişiyor ve zannedildiğinin aksine son derece müsbet bir manzara doğuyor.

İzah edeceğiz; fakat evvelâ birbiriyle iç içe seyreden iki farklı başarısız süreci evvelâ tablolaştırarak işe başlayalım. Böylelikle daha kısa bir şekilde kendimizi ifâde edebileceğimizi düşünüyoruz.

Amerika’nın Irak’tan Çekilmesi ve Eşlik Eden Arab Baharı

21 Şubat 2007: senesinde, o dönem İngiltere’nin Başbakanı olan Tony Blair, Irak işgaline katılan İngiliz askerlerini geri çekeceğini açıkladı. Çünkü 2007 senesiyle beraber Irak’ta Sünnîler, Şiiîler, Kürtler ve Türkmenler arasında cereyan eden iç savaş artık Amerika’nın kontrolünden çıkmıştı. George W. Bush’un daha fazla asker çağrısı yaptığı bir zamanda gelen bu karardan yalnız dört ay sonra Tony Blair istifa etti.

9 Eylül 2008: ABD Başkanı George W. Bush, Irak’ta bulunan 146 bin Amerikan askerinden 8 binin Irak’tan çekileceğini ve çekilen askerlerden 4500’ünün, 33 bin Amerikan askerinin bulunduğu Afganistan’a gönderileceğini bildirdi. Bundan karardan iki ay sonra gerçekleşen seçimleri, Amerikan Askerlerini Irak’tan çekeceğini vadeden Barack Obama kazandı.

27 Şubat 2009: ABD Başkanı Barack Obama, Amerikan ordusunun Irak’taki muharebe görevlerinin 31 Ağustos 2010 tarihine kadar sona ermiş olacağını açıkladı.

9 Mart 2009: ABD’nin Irak’tan çektiği, 12 bin Amerikan askeri ülkeden ayrıldı.

30 Nisan 2009: Irak’taki son İngiliz askerleri de ülkeden ayrıldı.

13 Ocak 2010: ABD Savunma Bakanlığı Amerikan askerlerinin Aralık 2011 sonuna kadar ülke güvenliğini Irak askerine devretmiş olmasını öngören planını açıkladı.

Mayıs 2010: Ocak 2009’da 114 bin olan Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısı 88 bine indi.

Eylül 2010: Irak’taki Amerikan ordusunda yer alan muharib unsurların ülkeden çekilmesi işleminin tamamlanmasının ardından, ülkede eğitim ve askerî danışmanlık hizmetleri vermek için kalan Amerikan askerlerinin sayısı yaklaşık 47 bine indi.

17 Aralık 2010: Tunus’ta Arab Baharı diye adlandırılan süreç başladı.

14 Ocak 2011: Ürdün’de halk sokaklara döküldü.

17 Ocak 2011: Moritanya’da protesto gösterileri yapıldı.

17 Ocak 2011: Sudan’da halk ayaklanması başladı.

17 Ocak 2011: Umman’da gösteriler başladı.

25 Ocak 2011: Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir meydanında Arap baharının esintileri yayılmaya başladı. Kısaca “Öfke Günü” olarak da bilinen 25 Ocak gününde, Mısır halkı özgürlük için sloganlar atmaya başladı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk, diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etti. 11 Şubat 2011 tarihinde Hüsnü Mübarek istifa etti. Kasım ayında seçimler yapıldı.

1 Şubat 2011: Ürdün’de protestoların sürmesi üzerine Kral Abdullah bin Abdül Aziz, başbakan Rifai ve kabinesini dağıttı.

3 Şubat 2011: Yemen’de ayaklanma başladı.

14 Şubat 2011: Bahreyn’de ayaklanmalar gerçekleşti.

15 Şubat 2011: Libya’da ayaklanmalar başladı.

21 Ekim 2011: ABD Başkanı Barack Obama, Irak’ta bulunan 39 bin Amerikan askerinin yıl sonunda ülkeden ayrılacağını açıkladı.

12 Aralık 2011: NATO, Irak’taki askeri eğitim misyonunu bu ayın sonunda tamamlamayı planladığını bildirdi.

Amerika Irak’ı Niçin İşgâl Etti?

Bu soruya bugüne kadar verilmiş pek çok cevab var; petrol, 1991’de zedelenen imajını kurtarmak, yeni dünya düzenini tesis etmek, 11 Eylül travmasını atlatmak için ve saire... Irak işgaline şiddetli bir şekilde karşı çıkan o dönemin Amerikalı siyaset bilimcileri, böylesi bir müdahalenin, Amerika Birleşik Devletleri’nin S.S.C.B.’nin yıkılmasından sonra elde ettiği “Tek Süper Güç” imajını tahrib edeceğini, global güç dengesinin bozulacağını ve Amerikan ekonomisinin böylesi büyük çaplı bir askerî müdahale için uygun olmadığını ifâde ediyorlardı. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı zamanında yetişen ve Soğuk Savaş döneminde Millî Güvenlik Danışmanlığı yapmış siyaset bilimciler, Amerika’nın Irak işgalinin felâketle neticeleneceği noktasında ittifak etmişlerdi. Dünya çapında sözüne değer verilen bu kimselerin sesini, bir tek dönemin Evanjelik Başkanı George W. Bush ve aynı sapkın mezhebin üyeleri olan Noecon kurmayları işitmedi. Onların tek derdi, sapkın itikadları doğrultusunda Yahudi Devleti’ni vaadedilen topraklara kavuşturarak, “İsa Mesih”in dünyaya yeniden nuzûl etmesine hizmet etmekti. Irak işgalinin esas sebebi de bu fikirde yatmaktaydı. Irak yakıldı, yıkıldı, Saddam Hüseyin Şehid edildi, müesses nizam tam da Yahudi tıynetine yakışır bir şekilde tahrib edildi edilmesine; fakat Irak bir türlü teslim olmak bilmedi. Evanjeliklerin Irak’ı altın tepsi içinde Yahudi Devleti’ne hediye etme hayalleri de her geçen gün azaldı ve nihayet tükendi.

Amerika’nın Irak’tan Çekilmesi ile Arab Baharı Arasındaki Münasebet

Amerika’nın Irak’ı işgâli, en çok Yahudileri ümitlendirmişti. 1991 Körfez Savaşı’ndan beri karşılarında dimdik duran Saddam Hüseyin’in şehid düşmesi ve Irak’ın eski gücüne bir daha erişemeyecek şekilde tahrib edilmesi, elbette işlerine geliyordu. Buna mukabil işgâl edilen Irak’ta düzenin bir türlü tesis edilememiş olması ve Amerika’nın da böylesi bir külfeti daha fazla taşıyamayarak geri çekilmesi, Yahudi Devleti için bütün bir bölgeyi kestirilemez hâle getirerek, alacakaranlık kuşağına çevirdi. Amerika’nın bölgeden ayrılmasından doğacak boşluğu ilk olarak Fransa’nın liderlik ettiği Akdeniz Birliği vesilesiyle aşmaya çalışsalar da, böylesi bir birliğin tesis edilemeyeceği kısa bir vadede anlaşıldı. Bunun üzerine Yahudi, 1982’den beri pişmesi için kenarda beklettiği “Odet Yinon” planını, şartlar henüz olgunlaşmamış olmasına rağmen apar topar uygulamaya geçirdi. Bizim bugün Arab Baharı diye isimlendirdiğimiz süreç, madde madde “Odet Yinon” planının tatbik edilmesinden başka bir şey değildir. Bir yandan İngiltere ve Amerika Irak’tan çekilirken, Yahudi Devleti de bununla eş zamanlı olarak “Arab Baharı”nı başlattı.

Tunus’ta başlayan Arab Baharı, kısa bir zaman zarfında bütün bölgeyi etkisi altına aldı. Her ne kadar Amerikan askerinin Irak’tan ayrılmasından sonra doğan boşluğun doldurulması açısından bu planın direkt bir tesiri olmasa da, dolaylı olarak bölgede meydana gelen hadiseler, Yahudi Devleti’nin hem kendisini unutturmasının, hem de çevresinde kendisine tehdit arz edecek bir güç bırakmamasına vesile oldu.

Mısır ve Suriye gibi bölgenin iki büyük devletiyle beraber, global sistemin bir türlü istediği çizgiye çekmeyi başaramadığı Libya, bu süreçte düştü. Sudan ikiye bölündü. Irak ve Suriye’nin kaça bölüneceği konusundaysa hâlen bir ittifak sağlanamadı.

Yanlış Hesab Anadolu’dan Döndü

Esasında yanlış hesab Bağdat’tan dönerdi, tabiî Bağdat diye bir yer varken. Tunus’tan yükselen, bütün bir Kuzey Afrika boyunca şiddetlenen, Suriye topraklarında azamî güce erişen dalga, nihayet 15 Temmuz gecesi Anadolu’ya yöneldi ve Müslüman Milletimizin iman dolu göğsünde patladı. (FETÖ’nün 1970’lerde evvelâ Komünizm tehdidine karşı kurulduğu ve S.S.C.B’nin yıkılacağının artık kestirilmeye başlandığı günlere denk gelen 12 Eylül 1980 darbesinin aktörleri tarafından Müslümanlara karşı kullanılmak üzere devlet kadrolarına yerleştirilmeye başlandığı hatırda.)

Yahudi Devleti’nin güvenliğini tesis etmek ve hem de vaadedilen sınırlara dek büyütmek uğruna kurdukları tuzak, Anadolu topraklarında öylesine şanlı bir şekilde bertaraf edildi ki, bunun neticesinde Yahudi Devleti, bırakın 2003 öncesindeki şartlarını muhafaza edebilmeyi, 1969’dan da geriye gitti.

1969’da İsrail askerleri Mescid-i Aksa’da büyük bir yangına sebep olduklarında dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir şunları söylüyor; “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki biz dilediğimizi yapabiliriz, zira bu ümmet uyuyan bir ümmettir.” Evet, 15 Temmuz gecesi yaşananlar, senelerdir uykuda olan ümmeti uyanmasına da vesile teşkil etti. Biz, yıllarca sürecek mesafeleri bir gecede ileriye doğru kat ederken, onlarsa yıllarca aldıkları mesafeyi bir gecede geriye doğru katederek başladıkları noktaya döndüler.

Arab Baharı İslâm Âlemini Nasıl Etkiledi?

Hadis-i Şerif’te Kâinatın Efendisinin buyurduğu ölçü; “Şu muhakkak ki cennete ancak Müslümân nefis girer. Ve muhakkak ki Allah bu İslâm Dîni’ni (dilerse) elbette fâcir kişi ile de te’yîd edip kuvvetlendirir.” Ve Ayet-i Kerime meâli; “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” [Bakara 2/16]

Ağaçlarda budama yapılması, onların kollarının daha sağlam olmasını, dalların düzgün bir şekilde çıkmasını sağlar. Ağaçlarda kuvvetli bir dal ve yaprak meydana gelmesi, verim çağlarında daha uzun zaman durabilmesi, kuvvetten düşmeye başlayan ağacın tekrardan kuvvetli olabilmesi, yüksek ve iyi kalitede ürün vermesi amacıyla yapılan işleme budama adı verilir. Odunlaşmış bitkilerde bu işlem kırık dallar, ezik dallar, hastalık olan dallar, sık dallar ve eğri olarak beliren dalların budanmasıyla, ağaçlara düzgün şekiller verilerek gerçekleştirilir.

Arab Baharı sürecinde Libya’nın parçalanmasına, Suriye’nin iç savaşa sürüklenerek dağılmanın eşiğine gelmesine, senelerdir İslâm Âlemine liderlik iddiasında olan Mısır’ın açıktan kemik dilenen bir rejim ile yönetilir hâle gelmesine, İran’ın Suriye ve Irak’ta işlediği cinayetler vesilesiyle gerçek yüzünün görünmesine, Suudî Arabistan ve daha nice Müslüman görünümlü hainlerin maskelerinin bir bir düşmesine şahitlik ettik. Bizim, yani Müslümanların bugün güçlü bir devleti olmuş olsaydı, İttihad-ı İslâmı tesis etmek için sahteliklerin bir bir yıkılması, putların devrilmesi de böylelikle gerçekleşmiş oldu.

Aslına bakacak olursanız Mısır, Suriye, Libya ve sair devletler iddia ettikleri gibi olmuş olsalardı, uygulamaya konan bu plan Anadolu’ya kadar zaten gelemezdi. Geldiğine göre zaten çürümüş, köhnemiş bir şeyler vardı.

***

Onlar Allah’ı tanımaz şekilde bütün insanlığa tuzak kurdular. Allah ise yalnız tuzaklarını bozmakla kalmadı; onların icraatlarını da Müslümanların menfaatine tahvil etti.

Yahudi’nin Saldırganlığı Gücünden Değil Korkusundan

15 Temmuz’da Anadolu’yu hedef alan saldırının bertaraf edilmesi, Yahudi Devleti’nde son derece ciddî bir psikolojik travmaya sebeb oldu. 2010 senesinden beri bütün bir İslâm Âlemini yangın yerine çeviren ve bunu da saklandığı yerden kendisini belli etmemek adına soluksuz seyreden Yahudi, başarısızlığın getirdiği çaresizlikten dolayı kudurmuş vaziyette... Bugün Yahudi Devleti’nin Mescid-i Aksâ’yı merkeze alarak yapmış olduğu ahmakça provokasyon ve Filistin’deki Müslüman kardeşlerimize karşı takındığı saldırgan tavır, 15 Temmuz gecesi yaşadığı travma neticesinde ortaya çıkan panik atak krizidir. Zaten iki gün bile aldığı kararın arkasında duramayarak geri çekilmiş olması da, gün be gün iz’anını kaybettiğinin resmidir.

Yahudi, Arab Baharı diye şartlar olgunlaşmadan başlatmak sorunda kaldığı “Odet Yinon” planının Anadolu’da akamete uğramasıyla birlikte, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldu.” Müslümanların bunun şuurunda olması gerekiyor. Karşımızda Altı Gün Savaşları’nı kazanmış bir Yahudi Devleti yok artık. Amerika ve Avrupa’nın içine düşmüş olduğu iktisadî ve siyasî buhran eskiden olduğu gibi kayıtsız şartsız bir şekilde Yahudiye hizmet etmesine manî teşkil ederken, her geçen gün uyanan ümmet şuuru ve Anadolu’da dirilen Akıncı ruhu, şimdiden kafa konforlarını dağıtmış vaziyette.

Not: Rönesans’ın ardından kurulan “ben” merkezli düzen, senelerce Yahudi’nin nemalanmasına vesile teşkil etmiş olsa da, iş bugüne geldiğinde görülüyor ki, kendi annesinin, babasının, kardeşinin düştüğü sıkıntılara bile sıkılmadan “banane” diyen Amerika ve Avrupalı, yarın şartlar olgunlaşıp İsrail bir ateş çemberi içine alındığı vakit, Yahudiye de “banane” demekten kendisini alamayacaktır.

Filistin’in Derdiyle Samimiyetle Dertlenenler İçin...

İslâm Âlemini boydan boya kuşatan zincirler, yukarıda elimizden geldiğince resmetmeye çalıştığımız tabloya bakıldığında görüleceği üzere, Anadolu’da düğümlenip kilitleniyor. “Filistin tâ orada nasılsa”, “ne de olsa onun derdiyle dertlenmek bedava”, “vur Hamas vur, nasılsa ben evde rahatım” gibi bir ahlâksızlık mıdır bizim tepkimiz, yoksa tüm bu şartların gereği olarak zincirin düğümüne, kilidine doğru güdümlenen bir öfke ve aksiyon habercisi mi?

Sahte oluşların, yarım oluşların ve olamayışların İslâm âleminin diğer taraflarını içine düşürdüğü vaziyete bakarak ibret almak icâb etmez mi? Mısır, Suriye ve Libya’da cereyan eden hadiseler bizzat Müslümanları ihtar ederken, aynı samimiyetsizliği burada yaşatmanın mümkün olmadığı açık değil mi?

Filistin’in, Suriye’nin, Libya’nın derdiyle hasbî olarak dertlenenlerin birinci vazifesi Anadolu’yu kurtarmaktır.

Anadolu’yu neden ve kimden mi kurtarmak? Milletimiz, büyük bir kısım siyasînin, medyanın ve mevcut vaziyetten nemalanan ahlâksızların aksine Anadolu’nun hangi çetelerden, hangi hainlerden, hangi oligarklardan ve hangi zihniyetlerden kurtarılması gerektiğinin şuurunda çok şükür. Başta siyasîler ve medya da merak ediyorsa, sokağa çıksın ve milletimize sorsun. İllâ ki anlatacaklardır.

***

Anadolu’daki kilit kırıldığı vakit, bütün İslâm âlemini kuşatan zincirler de kendiliğinden boşalacaktır. İşte o zaman Yahudi’nin histeri krizleri içinde tir tir titrediği korkunun kaynağı heykelleşecek ve İsrail denen sahte devlet, hiçbir zaman ona ait olmamış Ortadoğu’dan, ardında hiçbir iz bırakmayacak şekilde kazınacaktır.

Baran Dergisi 550. Sayı