“Saf”; temiz, berrak manasına... Yakın döneme kadar Kürt milletinin büyük bir kısmında bu saflık kendini muhafaza etmekte ve etrafını çepe çevre sarmış fitne-fesat hareketlerine karşıda mazlum ve masumiyetini dünyaya ilan etmekteydi. Taki Fransız ihtilali ile birlikte tüm ülkelere hızlıca nüfuz eden “ulusçuluk” hastalığı –geç de olsa- Kürt milletine de nüfuz edinceye kadar. Elbette bunda baş aktör ve sorumlu Kürt milleti değildir, 5 ayrı parçaya bölünmesi hasebiyle de olamaz da zaten. Tarihte kısa bir gezinti yapalım;
Fransız ihtilali ile başlayan kavmiyetçilik 19.yy’da bir hayli etkin olmuş özellikle Osmanlı coğrafyasında irili-ufaklı sayısız kavim merkezli devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Osmanlı yönetiminin dağılmasını sağlayan bu anlayış Devleti Ali’ye altında onlarca farklı inanç ve kavmi ayrıştırmayı amaçlamış ve daha ötesinde ümmeti parçalamayı esas almıştır. Bu gayelerinde başarısı oldukları da söylenemez, nihayetinde bugün Osmanlı Milletlerinin coğrafyasına baktığımızda hem yüzlerce irili ufaklı devlet görmekte hemde bir veba gibi bitmek tükenmek porblemler yumağı ile karşılaşılmaktadır. Bu coğrafyanın en önemli parçası olan Kürdistan bölümünde ise kavmiyetçi fitne yakın döneme kadar itibar görmemiş ve ancak 1950’lerden sonra, gerçek anlamda “ulus” merkezli bir devlet talebi ile çıkılmıştır. Buda çok sınırlı kalmış ve gerekli ilgiyi görmemiştir. Kürt ulusal hareketleri zaman zaman Kürt Milletinin “Ümmet Şuuru”na atıfta bulunarak onu dışlamaya, çözmeye ve geriliğin sebebi olarak lanse etmeye kalkışmışlardır. Oysa bu durum ırkçı-kavmiyetçi hastalığın batıcılıkla terkibi ile ortaya çıkan trajedik bir durumdur. Bu çerçevede Suriyeli bir ailimin sözlerinden istifade edelim istiyorum.
Suriye’li Kürt Alimin Canımızı Yakan Feryadı
Şehadetinin 5.yılını geride bıraktığımız Suriyeli Kürt Alimlerinden Şeyh Ahmed EL Haznevi’nin torunlarından Şeyh Ma’şuk El Xeznewî’ (d,1957-ö,2005). Telmarufta medrese eğitimi, Medine’de El-Camia El İslamiye Üniverisitesi 95’te El Ezher’e kabul ve Lübnan El Evzai fakültesinde master ve Pakistan Karaçi İslam Üniveristesinde Doktora… 10-05-2005 rejim güçlerince kaçırılış ve Ağır işkencelerden dolayı 28-05-2005 günü Şam’da bulunan Tişrin Askeri Hastanesinde Hakka yürüyüş. Ailesi şimdi Suriye’de ilim ve tasavvufta en meşhur ailelerinden biri…İfadeler ona ait;
“Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerife baktığımızda insanların çesit çesit ırkları ve dilleri vardır. Bu diller ve ırklar bir yandan ALLAH’ın ayeti ve büyüklüğünü gösterir, öte yandan insanların birbirlerini tanımak ve bağlı olmak hikmeti ifade eder.” “İslamiyet’te herkes eşittir, üstünlük ancak iman ve takva ile olur. Bu kardeşlik ve eşitlik 1300 yıl İslam devletinde sağlandı. Fakat İslamiyet’ten uzak kalındığı zaman insanlar birbirine saldırmaya başladılar. Gücü olan güçsüzü ezmeye başladı. Bu ezilmeden nasibini alanlar arasında Kürt milleti de var. Arap, Fars ve Türk kardeşleri tarafından milliyetçilik döneminde haksızlığa uğradılar.” “Kürtlere zulüm edenler İslam adına bu zülmü yapmadılar. Fakat Kürtler ne zamanki haklarını istemeye başladılar, bu ülkeler İslam adına onları susturmaya çalıstılar. İki davranış arasındaki fark şudur: İslam işgal ve sömürgeyi istemez, herkes hakkını alsın, aynı zamanda İslamiyet’te birleşme ve kuvvet olma vardır. Birleşme ve kuvvet ismi altına milletin hakkını almanın İslamiyet’te yeri yoktur. Maalesef bazı Kürtler bu iki noktayı karıştırdılar ve kalkıp İslam’a düşman oldular. Halbuki onların İslam’a karşı çıkması değil, onların haksızlığı ve zulmü tartışmaları gerek.” “Hakkınızı İslamiyet almış değil ki, aksine İslam hakkınızı savunmuş ve sizin gibi Kürt olan birini de müslümanların liderliğine getirmiştir, SELAHEDDİNİ EYYUBİ gibi bir zat hem lider oldu, hem de islamiyetin ikinci kıblesini kurtardı.”
Kürt Ulusçuluğunun Sebebi
Irkçılığın dünya çapında yükselişe geçtiği 1930’lu yıllarda Türk milliyetçiliğinin de şiarı “kemalizm istibdadı, tek ulus, tek adam, tek bayrak, tek parti” idi. 1933′ten sonra İstanbul Üniversitesi olan Darülfünun’da kurulan ilk bölüm antropoloji bölümüydü. Gaye ırkçı Kemalist anlayışa bilgi ve detay oluşturmak. Bu mana çerçevesinde 1932′de Afet İnan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Samih Rıfat, Sadri Maksudi Arsal, Reşit Galip, Yusuf Akçura ve Şemseddin Günaltay gibi ‘bilim adamları’ tarafından geliştirilen Türk Tarih Tezi’nin ana teması, dünya yüzündeki tüm medeniyetlerin yaratıcısının Türkler olduğunu ispatlamaya yönelik bir girişimdi. Türk ırkını, ikinci sınıf bir ırk olarak gören Batılı ve batıcıların tahrik ettiği savunmacı bir psikolojinin ürünü olan tez sözde Türk’ü hak ettiği yere oturtmak davası güdüyordu. Oysa Batı karşısında ruhlarında barındırdıkları kompleksi bir türlü aşamayan Cumhuriyet dönemi aydınları bunu psikolojik anlamda bir saldırganlığa dönüştürerek bir nevi Batının kendine yaptığını oda Kürde yaparak kendini tatmin gayesi güder… Batı Türk’e Türk’te Arab’a, Kürd’e… ‘Nitekim daha 1930′da Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt “Bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” diyerek bu kompleksini açık açık ifade eder.. (Y.Akademya, S.Kırlangıç)
Devamla…1935’li ve sonraki yıllar. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğu, kendilerine “Kürt” diyen insanların asıllarının da Türk olduğu, bunların da Orta Asya’dan gelen Oğuz boylarından biri olduğu, “Kürtçe” denen dilin aslının da Türk dili olduğu, sadece bir “şive” olduğu, ilkel bir dil olduğu söyleniyor, iddia ediliyor; ders kitaplarında, basın yayında harıl harıl bu işleniyordu. Öte yandan Kürtlere, Kürtçe’ye, Kürdistan’a ilişkin araştırmalara ve incelemelere karşı çok yoğun bir baskı uygulanıyor, bu istikamette beyanlar, yazılar, hareketler inanılmaz derecelere varan ceza ve yaptırımlara uğruyordu. Elbette biz sadece Siyonist Batıcı Rejim’in Kürd’e baka yönünü aldık, ancak bunun kat kat ötesi Müslümanlara ve onların kültürüne yapılmıştır. Nihayetinde Kürtler Müslüman olmaları hasebi ile bu acıyı daha sert ve katlamalı hissetmiştir. Salt dini değil, örfü değil, aynı zaman kimliğide inkâr edilmekte olduğundan acısının şiddeti daha fazla idi. Bu ise Kürdler için oldukça ağırdır; nihayetinde Batıyla uzlaşmış, yeni rejimle işbirliğine yanaşmış bir çok Kürt hiçbir sıkıntı çekmezken Müslüman Kürdler oldukça şiddetli bir çile’nin kapısına bırakılmışlardı. Ehli Sünnet Ve’l Cemaat anlayışına bağlı İslami Hayat süren bu insanlar, dinlerine ve inançlarına oldukça bağlı insanlardı. Ama medreseleri kapatılmış, camileri ahırlara çevrilmiş, başına şapka dayatılmış, latin alfabesi nedeniyle geçmişle bağı koparılmış vs. Bu sebeple; dikkat edildiğinde de görülecektir ki 1950’ye kadar vuku bulan isyanların tamamına yakınının öncülüğünü İslami şahsiyetler-önderler yapmıştır. Bedirhan Bey, Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Abdulkadir, Şeyh Said vs.
Burada ince bir vurgu ile zihinlerinizi zorlayacak bir olayı aktarmak istiyorum. Şeyh Said Meselesi ile ilgili;
Batı ve batıcılığa karşı; din’ü vatanı, ilm’ü ahlakı, Müslüman şan’u şerefi muhafaza etme ve savunma gayreti ile “ileri atılmakta şeref geri kalmakta zillet vardır” ölçüsüne sımsıkı bağlı bir topluluğun kıyamından bahsediyoruz. Şeyh Said Kıyamı başarıya ulaşıp bölgede muhtariyet alınabilseydi Kürtlerin başına, bir Osmanlı gelecekti. 1870 doğumlu Mehmet Selim efendi HALİFE olarak uygun görülmüştü. Öyle ki Diyarbakır Ulucamii’inde Mehmed Selim efendi adına Hutbe okunmuştu, ki bu bile İttihatçı artığı İsmet ve avenesini çileden çıkarmaya yetmişti. Dünün Devleti Ali Osmaniye’ye bağlılıkları ve II.Abdülhamit Han’ı “Bavê Kurdan” diye anışları Selanik Dönmelerini, İstanbul’a çöreklenmiş Ermeni, Yunan azınlıklarını ve İngiliz sefaretini kendilerine büsbütün düşman ettirmişti.
Zaman zaman duymaktayız “Hain Kürtler”! Sahi sormak lazım değil mi? Kürt neye-kime ihanet etti? Osmanlı’ya mı? İslam’a mı? Bin yıllık kardeşlik duygusu Ümmet Şuuruna mı? Sahi neye ihanet etti? Elbette kimse yaptığından masum değil ama bilinen bir atasözüdür “ne ekersen onu biçersin” Etki tepki meselesi… O halde kim hain?
Kürd’ü inkar poltikası güden İttihat ve Terakki Partisi geleneğinden gelen Batıcı Kemalistler 31 Mart vakasına oldukça yüksek değer verirler, ne de olsa 31 Mart vakasına katılanların hemen hepsi 1920’den sonra Laik Cumhuriyetin en acımasız kadroları olmuştu. Selanik dönmelerinin iktidara taşındığı ve Türk olmayan Türkçülerin devletin kadrolarını bir bir ele geçirmeye başladığı bu dönemde Kürtler ne yapmıştı, bakalım;
Abdülhamid Han'ın, 31 Mart Vakası sonucunda İttihatçılar tarafından gayrı meşru bir tarzda tahttan indirip Selanik'e sürgün edilmesi başta Hamidiye Alayları olmak üzere umum Kürt aşiretleri arasında büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı doğurdu. Wadie Jwaideh’in “Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi” başlıklı doktora tezinden öğrendiğimize göre, daha Meşrutiyet ilan edilir edilmez Süleymaniyeli Şeyh Said Berzenci (bildiğimiz Şeyh Said’le alakası yok elbette) Abdülhamid’i destekleyen ve Jön Türklere açıkça meydan okuyan bir isyanın bayrağını çekmişti. Meclise karşı Padişah’ı destekleyen bu isyan bir süre sonra bastırıldı, Şeyh Said Berzenci Musul’da gözaltına alındı ve bir yıl sonra çıkan Kürt karşıtı bir ayaklanma sırasında evinin önünde öldürüldü. Ancak bundan sonra bölge, uzun süre dinmeyecek bir anarşinin içine sürüklendi (oğlu Şeyh Mahmud ise Mondros’tan sonra İngilizlere isyan edecekti).
Son sözümüz Suriye Alimlerinden Şeyh Ahmed EL Haznevi’den olsun; “Evet, İslamiyet geldi. Amacı da insanları kölelikten çıkarıp özgürlüge kavuşturmaktır. Yoksa ne Arap, ne Fars ve ne de Türkler devlet olamazdılar, hatta müslümanların devleti olamazdı.”