Başın başında; her ikisi de batıcı, her ikisi de Anadolu ve İslâm düşmanı, her ikisi de işkenceci ve zalim, son olarak her ikisi de derebeylik ve sömürü derdinde… Bir tarafta ülkeyi sömürmeye memur ‘üçbin aile’, diğer tarafta bu sömürüyü meşrulaştırıcı ve kolaylaştırıcı üç-beş örgüt. İlki büsbütün kapitalizmi, Marksist deyişle burjuvaziyi temsil ederken ve Nişantaşı, Etiler, Cihangir gibi semtlerde ve Boğaz’da trilyonluk yalılarda yaşarken ikincisi -içlerinden ‘kemiklenmiş’ bir kısmı müstesna- dağlarda ölür, gerçekleşmeyecek bir hayalin peşinde sürüklenir. Temsil kabiliyetleri ve örgütlenme şekilleri farklı, hatta birbirlerine muhalifte görünse de, menfaatlerinin kesiştiği noktada müşterektirler. Doğru hedef gösterilmediği ve meseleler bütün çıplaklığı ile anlatılmadığı için Kürt ve Türk milleti bu mânâda mahcup ve mazlumdur. Oyunun büyüklüğü ve sürdürülebilirliği karşısında gerekli olan fikir ve aksiyon halinde ise Büyük Doğu-İbda dışında neredeyse kimse yok gibidir. Mevcutlar ya rejimi müdafaa eden ‘Kürt karşıtı’ bir yapıda yahut rejime karşı çıkayım derken ‘sadece yıkmaktan ibaret’ bir tavırdadır. Ortada ne orijinal bir fikir vardır ne de, tabii olarak, bu fikre bağlı bir tavır... Bunun sebebi ise cevabını yukarıda kısmen verdiğimiz hedef tayini bahsi.
Hedefi ve problemin kaynağını doğru koymaz iseniz, bundan sonraki bütün teşhisleriniz yanlış, tedavileriniz geçersiz olur. Meşhur deyişle; bataklığı kurutmak yerine sineklerle uğraşırsanız, sinekler üremeye devam edeceğinden hiç rahat yüzü göremezsiniz.
Doğru hedef tayini nedir? Ne yaparsak hedefi doğru tayin etmiş oluruz?
Burada keskin sınırları olmamakla beraber dört ana unsurdan bahsedebiliriz.
1. Ne yapmak, neyi gerçekleştirmek istiyorsun? Elinde kendisiyle birlikte hareket edeceğin bir dünya görüşün, bir projen var mı?
2. Bunu nasıl ve kimlerle birlikte yapmak istiyorsun? Dayandığın bir sınıfın, bir alt yapın var mı?
3. Neye, kime, niçin karşısın? Bunun izahını herkese anlatabilecek dil ve diyalektiğe, propaganda ve ikna gücüne sahip misin? Bu ‘sahiplik’ vasfını geliştirmek için nasıl bir ideolojik formasyondan ve ‘iş içinde eğitim’ süzgecinden geçiyorsun?
4. Karşı olduğun sistemi iptal edip yerine yenisini kurma adına hangi hamleleri yaptın-yapıyorsun? ‘Fikir ve Aksiyon’ birlikteliğindeki bereketle hareket ederken hangi alet, edevat ve örgütlenme biçimleri ile kendini düşman kuvvetlere hazırlıyorsun?
Dört ana başlık halinde sıraladığımız bu mevzular sadece ‘Üçbin Aile ve PKK’ meselesinin değil İslâm coğrafyasında yaşanan birçok problemin de hem kaynağını hem çözüm yolunu göstermektedir. Samimiyetinden şüphe etmediğimiz birçok örgüt ve cemaat, İslâm coğrafyasının çeşitli yerlerinde -silahlı mücadele de dâhil- can pahası hizmet etmektedirler. Ancak kendisine göre yaşanabilir ve sürdürülebilir bir dünya görüşüne dayanmayan bu tür çıkışlar ‘samimi de olsa’ bir müddet sonra kolayca değişime uğramakta, hedeften sapmaktadır; hatta basit ayrılıklar sebebi ile daha düne kadar birlikte mücadele etmiş adamlar birbirlerini öldürebilmektedir. Dünya görüşünün, ona bağlı kültür inkılâbının ve nihayet ahlâkî dirilişin zarureti böyle zamanlarda daha bir hissedilir. Yoksa çatışma esnasında yaşanan “güven ve duygusal bağlılık”, düşman kuvvetlere karşı birlikte savaşmanın getirdiği bir hâldir. Bu hâl FİKİR emrine girmediği takdirde bütün hareketler nihayetinde fiyasko ile sonuçlanır.
Hedef tayini meselesi!..
Burada dikkat edilecek husus; ‘Kürt Meselesi’ üzerinden mevzuu işliyoruz diye sanki yazılanlar sadece onları bağlıyormuş gibi anlaşılmasın. Aksine kısmen onları ilgilendirirken bütün hâliyle bizi, ‘Anadolu Müslümanlarını’ ilgilendiriyor. Çünkü kendimizi bir fikre muhatab gördüğümüz, bir dünya görüşüne sırtımızı yasladığımız gibi, bunu mücadele sahasında şekillendiren, yaşanabilir halini gösteren gerçek bir münevvere, yaşayan bir şehide de sahibiz. Liyakatimiz tartışılabilir, zaafiyetlerimiz göz önüne getirilebilir. Buna zerre miktarı itirazımız olmadığı gibi, zafiyetlerini gidermiş, liyakat ölçülerini gerçekleştirme yolunda emek ve çaba gösterenleri baş tacı etme gibi bir edep ve had bilmenin de sahibi olduğumuzu yeri gelmişken söyleyelim.
Baş hedef: Batı ve Batı taklitçiliği… Ve bunların ülkemizdeki tezahürü Kemalizm… Batı taklitçiliğinin diğer bir tezahürü ve Kemalizmin kardeşi ‘Ilıman İslâmcılık’…
Kemalizm; Anadolu insanını sömürmeye, ezmeye, sindirmeye mahsus Haçlı zihniyetinin şekillendirdiği, örgütlediği yapı. ‘Üçbin Aile’nin arkasına saklanarak iş çevirdiği bu ‘Kemalizm’, 80 yıldır Türk’ün de Kürd’ün de başına bela. Kimi zaman bir şapka yüzünden, kimi zaman bir alfabe yüzünden, kimi zaman mensup olduğu kavmi yüzünden, kimi zaman iktidar hırsı yüzünden binlerce âlim, binlerce aydın ve yüz binlerce insan “Kemalizm” suretinde örgütlenmiş Batıcılar tarafından öldürüldü, katledildi. İbda Mimarı’nın Batı taklitçilerine 1999 yılında vurduğu darbeden sonra şirazelerini kaybettiler. Kemalizm, ‘İBDA’dan yediği darbeler neticesinde çok yıprandı. Ama bu defa Batı, sömürü ve katliamlarını farklı “suretlere” büründürerek sürdürme peşine düştü. CIA ajanı Graham Fuller ağabeyliğinde, terörist başı Fetullah Gülen liderliğinde geçmişten beridir geliştirdikleri ‘Ilıman İslâm Projesi’ni iktidarlaştırmak istediler. Onlarca yıl bunlarla çalıştı ve birçok aşamada, bilhassa kendi iktidarlarını uzatma noktasında büyük başarılar kaydettiler. Ancak onca çabaya rağmen sonuç yine fiyasko oldu. Artık ABD değil on yıllık, on günlük planlar bile yapamayacak durumda. Gündemi takip edip sanki onun üzerinde etkisi varmış gibi görünmesi ise, sadece “halkın gözüne” hitap etmesinden. Bu ise savaşan kuvvetlerce hiç dikkate alınmamaktadır.
Ve şimdi!..
Batılılar ve onların ülkemizdeki gizli işgalini sürdürmesini sağlayan yerli işbirlikçileri, artık çeşitli suretlere bürünme zahmetine katlanmadan doğrudan cepheden saldırıyorlar. Daha önce gizli saklı yönettiği, ülke gelirlerini aralarında üleştirdiği sermaye çetelerini, sol görünümlü burjuvalar ile birleştirerek Anadolu insanına, Anadolu coğrafyasına saldırtmaktalar. Henüz PKK’dan bahsetmedim, ona henüz gelmedim. Buradaki sol görünümden kastım; sözüm ona “Marksist” bir dille yayın yapan Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Yurt vb. gazetelerin solun sağından geçtiklerini izah etmek içindir. Bu gazetelere baktığınızda onları hiçbir zaman bu sermaye gruplarına karşı gerçekten mücadele ederken göremezsiniz. Onlar sadece iktidarlara karşı şantaj yapma ve hitap ettikleri kitleleri kendi menfaat ve konforlarını bozanlara karşı kışkırtma peşindedirler. Mesela Can Dündar yönetimindeki Cumhuriyet sol bir gazete midir? Komik olmayın! Cumhuriyet gazetesi birçok hissedarı olan bir gazete. Hissedarlardan bir kaçı şunlar: Yeni gün Holding, Cumhuriyet Vakfı, Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç, Mehmet Emin Karamehmet, Aydın Doğan… Cumhuriyet gazetesinde kararlar Cumhuriyet Vakfı’nca alınır ve bununda başında Vehbi Koç’un damadı İnan Kıraç var… Yani demem o ki, bir tarafta güya “liberal” Hürriyet, Milliyet falan, diğer tarafta solcu(!) Cumhuriyet, Yurt gazetesi falan… Sahipleri aynı. Yazarlar mı? Parasıyla değil mi? Parasına göre gerekirse İŞİD’i, gerekirse PKK’yı, gerekirse iktidarı savunmaya, yazmaya yetecek kadar döneklik dili mevcuttur bu tiplerde… Dikkat edin, henüz İslâmcı görünümlü solculara girmediğim gibi yine İslâmcı görünümlü otorite-sever, Haçlılaşmış “zaman”e sürüsüne de değinmedim. Girmeyi ve değinmeyi de düşünmüyorum zaten. Bunları, yaptıkları işle ve sebeb oldukları netice ile zaten ayan beyan görüyorsunuz. Menfaatleri kesildiği anda kimin aslında neyin derdinde olduğu, kimlerin kimleri nasıl ve hangi gaye için sömürdüğü, yine aynı şekilde kimlerin nasıl semirmek istediği son birkaç yılda kamuoyuna akseden hadiselerden rahatlıkla anlaşılabilir.
Doğru hedef tayini; merkeze Batıyı ve onların –güya- yerli mukallitlerini aldınız mı, siyasi arenada masada ‘ABD-İSRAİL ÇETESİ NATO ADINA MÜSLÜMAN ÖLDÜRMEK’ anlamına gelen kâğıtlardan iğrenmeye başlarsınız ve büyük oyunu daha iyi görürsünüz. Çünkü ABD-İSRAİL ÇETESİ ‘müttefik-ittifak’ numaraları altında çeşitli kağıtları ileri sürerken, diğer taraftan medya ve ekonomi arenasında devlet içerisinde yüzyıllık en derin paralel yapılanma olan ‘Üç Bin Aile’yi tüm güçleri ile seferber etmekte, taşeron veya değil işbirlikçi örgütleri, çeteleri harekete geçirmektedir. İşin şiddet dozu ve kitleler üzerindeki ajitasyon oranı artıkça ‘siyasi iktidar’ masadaki kağıdı imzalamaya mecbur edilir. Bu mecburiyet yarı gönüllü mecburiyettir. Çünkü, nihayetinde aynı ‘Batı ve Batıcılık’ mason dernekleri, rotary kulüpleri ve çeşitli vakıflar aracılığı ile hem siyasî partilerde hem de hem de kaymak tabaka diyebileceğimiz bürokraside örgütlenmişlerdir. Bu tiplerin derdest edilmesi fikrî altyapı ve ondan kaynaklı bir dik duruşa bağlıdır. Çünkü bu dik duruş karşı hamleleri boşa çıkardığı gibi hamle yapanları da açık eder, deşifre eder. Böylelikle onları derdest etmek ve etkisiz hale getirmek daha kolay olur.
Doğru hedef tayinine ‘Kürt Meselesi’ üzerinden devam edecek olursak; Nişantaşı solcularına ne oldu ki düne kadar Kürde ‘kapıcılığı’ layık görürken bir anda onu evin başköşesine geçiriverdiler. 1923’ten beridir binlerce Müslümanın katili bu ‘Üçbin Aile’lik çete ve onların yardakçısı yazar, çizer, politikacı, bürokrat takımı değil miydi? Kürdü yahut Türk’ü kim sömürmüş, kim öldürmüş, kim bu ölümlerden sermayesine sermaye katmış, kim konforu bozulmasın diye milletin evlatlarını birbirine kırdırmıştır? En basitinden dönün bakın hele Türkiye’nin ilk 100 zengini içerisinde kim var ve yine bir daha bakın 1923’ten beridir kimler var?
‘Üç Bin Aile’ diye İbda Mimarı tarafından kodlanmış bu çetenin attığı kemikler ile beslenen mankenli, şarkıcılı yağmacı çevrenin Ahmet Kaya özelinde Kürde kustuğu kin ne çabuk unutuldu… Ülkeyi her fırsatta soymayı marifet sayan bu ‘Üç Bin Aile’, 90 yıldır hangi yatırımı yaptı Kürtlere dönük? Ama konforları bozulunca ‘EY KÜRT! BENİM İÇİN ÖL’ denilmeye başlandı. Ve öyle de oldu; ‘Üç Bin Aile’ kodlu çete ile Nişantaşı solcularına özenen Lümpen PKK burjuvazisinin güttüğü Kürt Gençleri bir bir ölmeye başladı.
Kimin için?
ABD-İsrail’in çıkarları zedelenmesin ve ‘Üç Bin Aile’nin konforu bozulmasın diye…1000’e yakın Kürt evladı bir hiç uğruna öldü ama bu ölümlerden içi ürpererek bahseden tek bir Nişantaşı solcusu yahut PKK-HDP kırması Marksist gördünüz mü, duydunuz mu? Neredeyse ölümlerine sevinilecek halde, DAHA FAZLA ÖLÜN, DAHA FAZLA ÖLÜN dercesine Kürt gençleri kışkırtılmaktadır… Daha fazla niçin ölsünler? Ne kazanacaklar? Mesele Kürdistan ise bunu en iyi PKK biliyor ki, 40 yıllık ölümlerden hiçbir şey kazanılmadı, acı ve işkenceden başka… Peki, mevzu nedir? Cevabı belli soru; Uluslararası konjonktür (ABD-İsrail-İran) Kürtlerin kendileri için ölmesini istiyor. Son 60 günde 1000’e yakın Kürt genci öldürüldü, şu veya bu sebebten. Haklı sebebler bulunabilir belki. Ama benim derdim başka; kim bunları “terörize” etti, kim bunları bu kadar pervasızca ölüme gönderdi? Benzer bir durum polis ve askerler için de geçerli. Birkaç yıl ‘açılım’ adı altında bir takım şeyler yapıyorsun ama bu yaptığın şey taraflar arasında “gergin yayı daha da germekten’ başka bir işe yaramıyor. Ve gerilen yaydan o bu defa daha yüksek şiddetle geliyor. Fikrî ve kültürel hiçbir hamle yapmamışsın, Kürt gençlerini Marksist görünümlü Batı piyonu güçlerin eline teslim etmişsin, şimdi de öldürme yarışına girmişsin. Kim daha çok genç öldürecek; Kürt Türk fark etmez, nasılsa hep kazanan ‘Üç bin Aile’
Açık ve net söyleyeyim; bu kadar Türk ve Kürt gencinin ölümünden ABD–İsrail başta olmak üzere Batı ve Batıcılığın Haçlılaşmış yerli işbirlikçileri “Üçbin Aile” ve PKK sorumludur. Boğaz’da, Nişantaşı, Etiler, Cihangir, Bağdat caddesi ve Bebek gibi yerlerde saltanat süren bu tuzu kurular sayesinde PKK Kemalistleşmiş barbar-yağmacı bir örgüte dönüşmüştür. Dünüyle bugünü arasında dağlar kadar fark vardır. Bugün PKK, en çok Kürtleri öldüren bir savaş makinesi haline gelmiştir. PKK’yı hiçbir zaman onu gerçekten sömüren, onu gerçekten katleden, Kürdü her daim aşağılayan, onu katledenleri barındıran yerlere saldırdığını göremezsiniz. Çünkü öyle bir dertleri yoktur. Nihayetinde doğru hedef tayini kendilerinin de sonu olacaktır. Ulusalcı Kürtler kuruldukları fildişi kuleden maceraperest ve biraz da duygusal Kürt Gençlerini birbirine kırdırmayı marifet bilmekte ve bunu ideolojik anlamda Kürdistan müdafaası sanmaktadır. Oysa son 60 günlük bilanço bile göstermiştir ki; Kürt Gençleri ölmüş ölmemiş PKK’nın, Nişantaşı solcularının ve “Üçbin Aile”nin umurunda bile değildir. Onların tek derdi, “çıkarları zedelenmesin, konforları bozulmasın ve ABD-İsrail’le ortaklıkları bitmesin”dir. Çünkü biliyorlar ki, bu ortaklık biter ve çıkarları zedelenirse en başta Kürt Gençleri’nin intikamı keskin olacaktır.
Şimdilik yazımızı noktalayalım, ancak bir sonraki yazıda neler okuyacaksınız, ipuçlarını İbda Mimarı’ndan bir iktibasla vereyim;
<<“PKK'nın uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğin mahiyetidir” dedim; PKK, geçtiği yolları ve konacağı tepeleri kollayan canlı bir savaş makinesi olarak, bu niteliğine uygun bir amelî-pratik siyaset içindedir... Buna bağlı olarak üzerinde duracağım meselelerden birincisi: “Savaşmana gerek yok, buyur, gel ve al!” dendiğini farzet, hangi fikirle neyi gerçekleştireceksin?.. Bu soruda “hangi fikirle?” derken, “ortada fikir demeye lâyık ne var?” kasdı ve “neyi gerçekleştireceksin?” derken, “gerçekleştirebileceğin birşey yok!” mânâsını da murad ettiğimi belirtmeliyim... Birinci meseleyle bağlantılı ikinci mesele: Belli başlı bir dünya görüşü, insan ve toplum meselelerini unsur unsur ihata edici bu görüşün umumî kültür politikası, maddî ve manevî çehresiyle insan tekâmülünü murad etmiş bu kültür politikasının dışa doğru yekpareleşmesi ve ferasetini temsil eden umumî mânâsıyla siyaset, nihayet amelî plânda tertib ve tedbir ifâde eden siyaset, bu siyasetin aracı rolünde fizikî kuvvet, bu kuvvetin de kendine mahsus siyaseti... Böyle bir mücerret şemaya nisbetle PKK, evvelleri olmayan son halkada toplu bulunuyor... Belki hâdiselerin hayhuyu, heyecanı ve doyuruculuğu içinde pratik bir değer nazarıyla umur dışı tutulan bu husus, yarın bütün ağırlığı ile zaruretini gösterecektir... Varlığını safi savaşta ve yalnız karşı oluşta gösterebilen bir hareket, savaştığının ve karşı olduğunun varlığını dileme mahkûmiyetine düşer...>> (Salih Mirzabeyoğlu – Adımlar)
Baran Dergisi 451. Sayı
Baran Dergisi 451. Sayı