Esselâmüaleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim,hayattayım, ayaktayım.
Diğer yandan, savcının emri, şunun bunun emri falan diyerek, elime geçen azıcık parayı da elimden alıyor ve sürekli ama sürekli rahatsız ediyorlar beni burada.
Neyse, daha önemli şeyler hakkında konuşalım. Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a. Peşinden,Carlos’un ramazan ayını tebrik ediyor. Bunun üzerine Carlos da şeker hastalığı sebebiyle oruç tutamadığını, ama her ramazan olduğu gibi hiç olmazsa tüm ramazan boyunca sigara içmeyi, puro içmeyi bıraktığını ifâde ediyor.
Birkaç mesele hakkında konuşacağını, ilk olarak Venezüella’yla ilgili birkaç şey söylemek istediğini belirten Carlos, geçen Perşembe günü cezaevinde Venezüellalı bir bakan danışmanıyla birlikte Venezüella büyükelçiliğinden gelen misafirlerini ağırladığını, kendisine aralarında puroların da olduğu birçok şey getirdiklerini –gerçi ramazandan dolayı şu ân içemediğini-;parası olmadığı için dışarıdan aldırtması gereken ve kendisine cezaevi doktorlarının yazdığı birtakım ilâçları daha önce bir e-posta göndererek büyükelçiden istediğini; onun da işte ziyaretine gelen bu diplomatlar aracılığıyla hem ilaçları hem de başka birçok şeyi gönderdiğini; ne var ki bunların kendisine tesliminde büyük problemler çıkartıldığını; diğer mahpuslar da benzer problemler yaşamakla beraber, kendisine karşı özellikle ters bir tavır takınıldığını; bu yaptıkları şeyler kanundışı ve birtakım diplomatik sonuçlar doğuracak olmasına rağmen, yine de yapıldığını; kendisinden bu ilaçları satın almasını isteyen cezaevi doktorlarının kontrolüyle tüm bu tıbbî malzeme kendisine verilebilecekken, böyle yapılmadığını; bu şekilde mütemadiyen rahatsız edilerek provoke edilmek istendiğini; aslında kendisinden kurtulmak için ne yapacaklarını onların da tam bilmediğini söylüyor…
Kendisinden kurtulmak istediklerini, çünkü kanunen yasak her türlü kaçakçılığın cezaevinde başını alıp gittiğini, üstelik bunların neredeyse göstere göstereyapıldığını ve kendisinin de sürekli olarak bunlara şâhid olduğunu belirten Carlos, kendisi böylesi hiçbir kaçakçılığın içerisinde olmamasına rağmen, her türlü engellemeye ve provokasyona maruz bırakıldığını vurguluyor…
Tüm bu yaşadığı sıkıntıların da, aslında küçük şeyler olmasına rağmen, Venezüella diplomasisinin etkisizliğini gösterdiğini ifâde ediyor ve Fransa’ya gönderilen diplomatların iyi insanlar ve politik militanlar olmasına rağmen meslekten diplomat olmadıklarını, hattâFransızca bile konuşamayan tecrübesiz insanlar olduklarını ekliyor…
Oysa Venezüella’nın Paris büyükelçiliğinin önemli bir diplomatik mevkî olduğunu; buraya gönderilen diplomatların kendisini ilgilendiren bu kadar küçük problemleri bile çözemeyecek durumda olmasının, Venezüella diplomasisinin etkisizliğini gösterdiğini; sözkonusu diplomatların Fransızca, hattâ bazılarının İngilizce bile konuşamıyor olmasının, kendisine yapılan kötü muameleleri kolaylaştırdığını; politik bir militan olarak ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, böylesi bilgisiz ve tecrübesiz insanların, diplomat olmanın gerektirdiği seviyede olmadıklarını  söylüyor…
Yine tüm bu sıkıntıların, ülkesi Venezülla’ya nasıl sızıldığını; devlete sızan –güya-Troçkistlerin,sağ veya sol kanat maskesi ardına saklanarak ve çoğu zaman kendilerini açıkça göstermeyerek,işlerin ne şekilde manipüle edilebileceğini nasıl iyi bildiğini de gösterdiğini; bu çerçevede başka büyük meseleler bulunmakla beraber, bunları telefonda telaffuz edemeyeceğini; sonuç olarak, ülkesi Venezüella’nın çok zor bir durumda olduğunu belirtiyor…
“Eğer Arab kökenli bir dışişleri bakanı iseniz, işler hiç de kolay değildir” diyen Carlos, Venezüella dışişleri bakanı DelcyRodriguez’e atıf yapıyor ve kimilerinin Arablardan kurtulmak istediklerini, ancak Venezüella’da 4 milyondan fazla –genelde hıristiyan- Arab kökenli, üstelik çoğu da devrimcilerin safında, hattâdışişleri ve içişleri bakanları bulunduğunu söylüyor, bunların iyi insanlar, milliyetçi insanlar olduğunu ekliyor…
Düşmanın sızmak için çok çeşitli yollar kullandığını söyleyen Carlos, Venezüella’daki ekonomik krizin de, hem dış, ama öncelikle iç sabotajdan kaynaklandığını; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Venezüella’nın derin bir borç batağınasaplandığını ve ülkede çok büyük bir nakit sıkıntısı yaşandığını vurguluyor…
Venezüella’da işlerin iyiye gitmediğini, bu kötüye gidişin önüne geçebilecek ve yanlışları düzeltebilecek tek şeyin ise “devrim içinde bir devrim” olduğunu,asıl bunun gerçekleşmesini umduğunu söyleyen Carlos, niçin böyle konuştuğunu izah bakımından, paranın durduk yerde ortadan kaybolmayacağını; demek ki o parayı birilerinin aldığını; bu hırsızların da Bolivarcı devrimin tarihî liderleri değil, yine devrim saflarında yer alan başka bazılarıolduğunu; bunların gerçekten kirli birçok iş çevirdiğini; kendisinin yaşadığı problemlerin de,Venezüella’da her seviyede yaşanan problemlerin küçük bir tezahürü olduğunu belirtiyor ve Venezüella hakkındaki konuşmasını bu şekilde bitiriyor…)
Türkiye’de olan bitenler [7 Haziran 2015 milletvekili genel seçimi]hakkında da birşeyler söylemek istiyordum aslında; küçük bir yorum… Bu konuda size birşeyler öğretecek veya ders verecek değilim elbette; neler olduğunu benden çok daha iyi biliyorsunuz sonuçta… Fakat benim buradan görebildiğimbu çerçevede…
(Kendisiyle olan ideolojik farklılığına rağmen, Türkiye Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’a belli bir sempatisinin olduğunu söyleyen Carlos, Erdoğan’ın, emperyalistlerin köpeği olmadığı gibi, siyonistlerin ajanı da olmadığını vurguluyor…
Bu özelliklerine rağmen, Erdoğan’ın ideolojik bakımdan “Müslüman Kardeşler” çizgisine yakın olduğunu; Müslüman Kardeşler’in ideolojisinin de hem iyi hem kötü yönleri bulunduğunu; ne var ki geçmişten bu yana emperyalistler tarafından manipüle edildiklerini, yönlendirildiklerini belirtiyor…
Türkiye’de, bağımsızlığını kazanma, siyonizmden kurtulma çerçevesinde bir çatışma yaşandığını; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluşundan beri kontrol edegelmişSabetayizmin belli alanlarda hâlâ güçlü olduğunu; tarihî anlamda önemli birmüslüman güç olarak, Türkiye bünyesindeki bu yapılanmanın inanılmaz bir hâdise olduğunu ifâde ediyor…
Bugün gelinen noktada, Erdoğan’ın[partisi AK Parti’nin]meclisteki mutlak çoğunluğunu kaybettiğini ve bu dönem tek başına iktidar olamayacağını söyleyen Carlos, bunun çok da kötü bir şey olduğunu düşünmediğini, çünkü bu sâyede diğer iç güçlerin birleştirilmesi zorunluluğunun ortaya çıkacağını belirterek, birbirlerine muhalif ve ideolojik olarak farklı olsalar da,Türkiye’de mecliste temsil edilen partilerin hiçbirinin düşman ajanı, yabancıların ajanı, hain olmadığına dikkat çekiyor…
Ancak Gülencileri ayrı bir yere koyan Carlos, hernekadar hareketin tabanında çoğunlukla namuslu insanlar olsa da, hepsinin birden ABD ajanı bir yapılanmayı takib ettiklerini, maalesef tabandaki birçoğunun bunu bilmediğini söylüyor…
Erdoğan’ın gerek Sabetayistleri gerekse Gülencileri Türkiye’deki eski iktidar pozisyonlarından uzaklaştırmasının büyük değer taşıdığını, ancak hâlâ düzeltilmesi gereken başka bazı tarihî yanlışlar bulunduğunu söylüyor ve daha önce de BARAN için konuştuğu çerçevede Ermeni meselesine temas ediyor…
Müslüman olmayan azınlık grublarıçerçevesinde, sadece hıristiyan Ermenilerin değil, Alevî ve Yezidîlerin haklarının da tanınması gerektiğini; görüşlerini paylaşmasak dahi bu toplulukların öyle vatan haini, Türkiye düşmanı, İslâm düşmanı olarak görülmemesi gerektiğini; ama kendilerine böyle yaklaşılmasıve haklarının tanınması için onlarında bazı prensibleri tanıması gerektiğini; öncelikle Türkiye nüfusunun çoğunluğunun Sünnî ve Sufî olduğu gerçeğini herkesin tanıması gerektiğini ve bu gerçeğe karşı savaşılamayacağını ekliyor…
Kürt meselesinin de yine bu çerçevede görülmesi ve artık hâlledilmesi gerektiğini belirten Carlos, Kürtlerin millî haklarının tanınmasının onlara bağımsız bir devlet hakkı tanımak demek olmadığını, bugün için bunun bölgede çok büyük bir altüst oluşa sebeb olacağını özellikle vurguluyor; Türk devlet güçlerine karşı Kürt gerillalar tarafından başlatılmış silâhlı mücadelenin de artık sonlandırılması gereğine dikkat çekiyor…
Erdoğan’ın son seçimlerde meclisteki mutlak çoğunluğunu kaybetmesinin, Erdoğan’ı ve çevresindekileri bu meseleleri ciddiye almaya, kendilerini millî bir koalisyon kurmaya sevkedebileceğini söylüyor; şayet böyle olursa,Amerikalıların ve siyonistlerin köpeği olmanın biteceği veartık herkesin geleceğe, birleşmiş ve tarihî rolünü üstlenmiş bir Türkiye’ye bakacağı bir dönemin başlayabileceğinivurguluyor…
Bugün Türkiye’de siyonistler taktik olarak kovulmuş olsa da Amerikalıların hâlâ aktif ve mevcut olduğunu söyleyen Carlos, Türkiye’nin yeniden bağımsızlığını kazanmış bir bölge gücü olarak belirmesinin dünya çapında etkisi olacağını; işte son seçimlerin böyle bir kenetlenme fırsatını gündeme getirdiğini işaretliyor…
Erdoğan’ın –tek başına hükmetmek isteyen- tabiî bir lider karakteri olsa da, sözkonusu meclis çoğunluğunu kaybetmesinin, herkesin kendisini temsil edebileceği ve hem tarihten gelen hem adaletin gereği olan hak ve çıkarlarını alabileceği daha demokratik bir hükümeti, herkesin karşılıklı olarak birbirini tanıyıp saygı gösterdiği müslüman bir Türkiye’yi gerçekleştirmek noktasında Erdoğan’ı bir başka fırsatın önüne getirdiğini; seçim sonuçlarının Erdoğan’a işte bunları düşündüreceğini söylüyor…
Yaşlı bir Stalinist komünist olarak da söylese, hakikatin kimsenin tekelinde olmadığını, bu anlamda hakikate sadece Allahınsahib olduğunu vurguluyor Carlos ve hepimizin hatalar yapabileceğini, ancak iyi niyetle yapmışsak affedileceğimizi ve doğru yolu bulacağımızı; işte o doğru yolun da, İslâm şemsiyesi altında herkes için daha iyi bir hayat olduğunu belirtiyor ve tekbir getirerek konuşmasını sonlandırıyor…
Telefonu kapatmadan önce, Kumandan Mirzabeyoğlu’na ve FHKC’den Filistinli kadîm yoldaşı Leylâ Halid’e hassaten çok selâm söylüyor…)
 
20Haziran 2015