Bir süredir kıble cihetinden esen rüzgâr, birlik ruhumuzu yeniden canlandırmıştı. Şimdi de doğu ve batı cihetlerinden birbirine karşı esecek iki şiddetli cereyanın tam ortasında kalacağız; ve bu rüzgâr, zannedilenin aksine, mahvımızın değil, birkaç asırdır ayakta sürünen bedenimizi yeniden doğrultmamızın vesilesi olacak.
***
Casus Krizi
İkili oynayan eski Rus ajan Sergey Skripal ile kızı Yuliya 4 Mart’ta İngiltere’nin Salisbury kentinde kimyevî bir maddeden zehirlenmişti.
İngiliz Başbakanı Theresa May, sinir gazıyla saldırı düzenlendiğini söyleyip büyük ihtimalle Rusya’nın sorumlu olduğunu iddia etmişti. Bunun üzerine İngiliz hükümeti, ülkedeki 23 Rus diplomatı sınır dışı etme kararı almıştı. Suçlamaları kesin dille reddeden Rusya da, ülkeden 23 İngiliz diplomatı göndererek karşılık vermişti.
İngiltere ve Rusya arasındaki casus krizinde çok sayıda ülke, Rusya’ya karşı peş peşe sert adımlar atacağını duyurdu. ABD, Kanada, 14 Avrupa Birliği ülkesi, NATO ve Ukrayna eş zamanlı olarak Rus diplomatlara yönelik ‘sınır dışı’ kararlarını açıkladı. ABD Başkanı Donald Trump, 60 Rus vatandaşını ‘ajan’ olarak niteleyerek, bu kişilerin ülkeden sınır dışı edileceğini açıkladı. Trump, Seattle’daki Rusya Konsolosluğu’nu da kapatma kararı aldı. Öte yandan, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Avrupa Birliği’ne üye 14 ülkenin Rus diplomatları sınır dışı etme kararı aldığını duyurdu. Bu gelişmelerin ardından İngiliz Başbakanı Theresa May ise 16 ülkenin attığı adım hakkında, “Rusya’ya, milletlerarası hukuku ihlâl etmemesi için omuz omuza çok güçlü bir mesaj gönderdiğimiz açık bir şekilde görülüyor.” açıklamasında bulundu.
Açık Diplomasi Bitti
2010 yılında başlayan Arab Baharı ile birlikte İslâm coğrafyasının neredeyse tamamı, global güçlerin, vekilleri üzerinden verdikleri mücadelenin savaş alanına dönmüştü. Bilhassa Suriye’de açıktan açığa oynanan bir oyundu bu. Ceremesini de yine Müslümanların çektiği... Nihayetinde iş öyle bir raddeye vardı ki, senelerdir vekâlet savaşı ile açığa yazılan hesabın vadesi doldu. Artık bu borcun karşılıklı olarak nakde çevrilmesi gerekiyor ve taraflar da Rus ajanının zehirlenmesini bahane etmek suretiyle, bu yeni duruma göre pozisyon alıyorlar. Diplomasinin rafa kalktığı sert bir döneme giriyoruz.
İletişim kanallarının yaygınlığı dolayısıyla eskiden olduğu gibi blokların birbirinden demir perdelerle ayrılması mümkün olmayan, ideolojik mânâda da kutupların son kertede birbirine benzediği bu süreçte, dünya yeni bir tecrübeye hazırlanıyor. Dolayısıyla eskisi gibi bir Soğuk Savaş beklemek abes olur; fakat sıcak savaşa varır mı, varırsa ne zaman varır göreceğiz.
İlk bakışta Türkiye için sanki menfî bir gelişme gibi görünen bu hadise, aslına bakacak olursak son derece müsbet. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bizi senelerdir ayakta tutan karşılıklı rüzgâr kesilmiş ve Türkiye’nin hayat hakkını sürdürebilmesi için, iç ve dış tazyiklerle eş zamanlı olarak kıbleden esen rüzgâr, bu devreyi atlatmamızın vesilesi olmuştu. Aynı zamanda da ruhî mânâda yeniden doğrulmamıza da vesile teşkil etmişti. İşte, şimdi karşılıklı olarak yeniden esmeye başlayacak olan bu rüzgâr ise bizim yalnız ayakta kalmamızın değil, zamanın bize biçtiği misyona lâyık bir devlet ve millet hâline gelmemize vesile teşkil edecektir.
Üstad Necib Fazıl’ın “Abdülhamid’i anlamak herşeyi anlamak olacaktır.” sözü, bildiğiniz üzere alâkalı alâkasız her meselede dilden dile dolaşırken, şimdi bu sözün asıl istikâmetinin ufukta belirdiği güne çıkmış bulunuyoruz. Abdülhamid Hân’ın sahib olduğu bir çok niteliğinin yanında asıl marifeti, global siyaset sahnesinde güç dengesini lehine kullanmaktaki hüneriydi. Çeşitli milletler arasındaki gerilimden azamî derecede istifâde etmesini bilir, bunu yaparken de gerçek güç odaklarını hiçbir zaman göz ardı etmezdi. Bugün Amerika ve Avrupa ile Rusya ve Çin arasında ortaya çıkan gerilim de, benzer bir şekilde sonuna kadar istismar edilmeye müsait bir ortam doğuruyor. Başta da Türkiye’nin Suriye politikasında...
Fırsatlar
Ülkeler arasındaki sınırlar, milletler arasında gerçekten de temel meseleler noktasında ayrılık yoksa, hükümsüzdür. Dolayısıyla Türkiye’nin içine kıstırıldığı mevcut sınırlar da, aslına bakacak olursanız gümrük kapısı olmak dışında bir anlam ifâde etmemektedir. Türkiye’nin Suriye’de izlediği ve izleyeceği politika da bu tarifin içinde bulunur.
Üzerinde yaşayan insanından binasının şekline kadar buram buram Anadolu tüten Suriye topraklarında, Cerablus ile başlayıp Afrin, Tel Rifat ile genişleyen sefer sürüyor. Görünen o ki bu sefer yalnız Suriye ile de sınırlı kalmayacak ve Irak’ın kuzeyine dek sarkarak Türkiye’nin tabiî olarak hâkim olması gereken alanı işaretlemiş olacak.
Bu yeni konjonktürün Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik etkilerini de konuşalım. Rusya ile Türkiye arasındaki münasebetler güçlenerek devam edecektir. Çünkü böylesi şartlar içinde Rusya, Türkiye’nin de kendisine sırt çevirmesini istemez. Dolayısıyla Türkiye’nin eli, Rusya’ya verilecek cüzî taahhütlere karşılık Esad rejimi ve İran’ın Şiî milislerine karşı da güçlenecektir.
Amerika ve Batı bloku ise, Türkiye’yi tamamen Rusya ve Çin safına itmemek için elinden gelen gayreti gösterecektir. Bu sebeble PKK-PYD’ye verdiği desteği tamamen çekmesi bile gündeme gelebilir. Tabiî bunun tam tersi mânâda, Türkiye’de askerî darbeden tutun da, iç karışıklığa kadar akla gelebilecek her yolu denemek suretiyle siyaset vitrininde bir değişim meydana getirip, Türkiye’yi yeniden kendi safına perçinlemek de, Amerika’nın benzer şartlarda kullandığı enstrümanlardandır. Böylesi bir vaziyete karşı da her zaman uyanık olmak gerekir. Eğer ki iç karışıklığa sebebiyet verecek bir girişimde bulunacak olurlarsa, kullanacakları kesim direkt olarak iddiasını kaybetmiş, çapsız ve kuduz İslâm düşmanı Kemalistler, sol örgütler ve saire değil, muhafazakâr kılıklı münafıklar olacaktır. Burada millet olarak da herkesin nerede durduğuna bir kez daha bakması, neyi, neden ve niçin yaptığını şuurunda olması gerekir. Unutulmasın ki, şuursuzluk, ceza-i ehliyetten muaf kılan bir mazeret değil, hattâ cezayı arttıran bir sebeptir!
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde başlattığı operasyonu bir ân evvel Irak’ın kuzeyine dek genişletmesi ve Haleb’i de içine alır vaziyette derinleştirmesi lehine olacaktır. Burada Türkiye’nin nezaretinde mevcut Suriye rejiminden ayrı geçici bir Suriye hükümeti kurulması gerekir. Esad’ın gitme şartına bağlı olarak yapılacak genel seçimlerle de bu hükümet Suriye’nin geri kalan kısımlarını bünyesine alır ve akabinde Şam merkezli bir Suriye devleti yeniden tesis olunarak Suriye’nin parçalanması engellenir. Elbette burada Türkiye elini taşın altına koyarken diğer Müslüman ülkeleri de bu sürecin paydaşı yapması lazım gelir. Hadiseler bu cihette ilerlerse, bu ülkeler Suriye’de, en azından çıkarları gereği, Türkiye’yi destekleyeceklerdir. Suriye’de hâlen ayakta görünen rejimin bilindiği üzere ciddi bir ordusu yok. Bu sebeble de İranlı Şiî milisler ile Lübnan Hizbullah’ı tarafından korunarak bugüne kadar gelebilmiş vaziyette. Orta ve uzun vadede ise Suriye’de bu aile ve rejim teşekkülünün hayatta kalması mümkün değil.
***
Yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünyada Türkiye’nin yalnız hayatta kalması değil, aynı zamanda yeniden hâkim ve avantajlı bir konuma vararak hayatta kalması gerekiyor. Bunun için de yeni idare sistemine ek olarak yeni bir rejime bir ân evvel geçmemiz icab ediyor. Aksi takdirde yukarıda sıraladığımız onca fırsatın bir ânda aleyhimize dönmesi ve bir kez daha yok olmakla sınanmamız işten değil.
Kıbleden esen rüzgâr ve türlü vesilelerle yeniden dirilen birlik ruhumuzu, doğu ve batı cenahlarından esen cereyanı yakıt olarak kullanıp, Anadolu’nun İslâm ruhuna lâyık güçlü, kuvvetli ve sıhhatli vücudumuzla taçlandırmamız gerekiyor.
Baran Dergisi 585. Sayı
Tarihi Fırsat
Ömer Emre Akcebe
Yorumlar
Trend Haberler
Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
“Türkiye’nin Kobani’ye operasyonu yakın”
Abdullah Çiftçi: Türkiye birçok bölgede önemli bir aktör haline geldi