Suriye
27 Şubat Perşembe akşamı, ortalıkta bir iddia dolanıyordu:”İdlib'te elli şehid var!” Hatay Valisi Rahmi Doğan Perşembe gecesi üç kez açıklama yaptı, sonuncusunda “Serakib bölgesinde otuz üç Mehmetçik şehit oldu, 32 de yaralı var!” dedi. Gece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talebiyle Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. Twitter, Instagram, Facebook gibi yoğun kullanılan mecralara erişim kısıtlandı. Bu hâdisenin evvelinde İdlib’te sıcak çatışmalar zaten yaşanıyordu. Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi. İdlib için bir ileri, bir geri yapan Türkiye'nin başına böyle bir şey geleceği aşikârdı. Olay vukû bulduktan sonra TSK, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği üzere 1 Mart olur olmaz, Allah ne verdiyse yancı Beşar Esad rejimi ve Rusya'ya karşı taarruza geçti, İdlib, Lazkiye ve Tel Rıfat'ı vurdu. Bilanço en son şöyleydi; iki savaş uçağı, 100 küsur tank, iki bin 557 rejim unsuru etkisiz hâle getirildi. Umarız ki, bölgede mücadele edilenlerin Rusya’nın yanı sıra ABD ve en önemlisi İsrail olduğu bir ân olsun unutulmaz! Mâlum hafızamız biraz zayıf; denge politikası güdüldüğü unutulup bazen Amerikancı, bazen Rusçu olunabiliyor.

İçimizdeki Yahudiler
28 Şubat Cuma sabahı zaten ufak ufak tırmanan dolar, haftayı 6,245 ile kapattı. Geçmişe dönük kuru gözetlediğimde ise bir dolar, altı lira seyrindeydi. Kur sitelerindeki yorumların beşte biri, şehitlere rahmet, yakınlarına sabır niyaz ederken, çoğunluktan oluşan bir güruh ise “TSK'ya bir saldırı daha yapılırsa dolar kaç para olur?” diyerek ellerini ovuşturuyordu. Kendi şerefinin pezevengi olan “içimizdeki Yahudiler”, Hatay baştan aşağı vurulsa sevinç gözyaşları döker... Halbuki “kişinin karnı tok, sırtı pekse insanî ve ahlâklı olmak o kadar zor olmasa gerek!” der, F. Dostoyevski.  

Dostoyevski, vefat etmeden sekiz yıl evvel, Bir Yazarın Günlüğü (1873) isimli eserinde, Rusların üç milyon Yahudi’ye elinden geldiğince sabırlı ve hoşgörülü davrandığını fakat buna karşılık Yahudilerin kendilerini herkesten üstün görerek, memnuniyetsiz olduklarını, Rus halkına zarar verdiklerini ifade etmiştir.  Yahudiler yakinen tanıdığı Ruslarla bile sofraya oturmazmış.

Yahudi tıynetli bir kesim daha var ki, onlar da “Suriye topraklarındaki askerî varlığımız derhal son bulmalı, TSK’nın salimen evlerine dönmesi sağlanmalıdır.” safsatasıyla imza kampanyası başlattı. Böyle zihniyete sahip sanatçı-siyasetçi müsveddesi kim varsa tesbit edip, patlak botla Yunanistan’a göndermek lâzım. Esasında bunlar alabildiğine ahmak, bu sebeple kale bile alınmaması gereken tipler; fakat ahengi bozdukları da aşikâr, “Biz olduğumuz yerde duralım, rahatça yiyip-içip, tuvalete çıkalım” diyen ve sayıları hiç de az olmayan bu ahmaklar gökten zembille inmedi. Asıl ehemmiyetli husus burası... Bunları seri üreten sistem temel meselemiz!

Memleketimizin içerisinde iktidar üzerinden din, ırk düşmanlığı yapanların seslerinin kesilmesi lâzım, hareketleri ve söylemleri düşmanla mutabık olan kişi, gruplar şiddetle susturulmalı; bu ehemmiyetli zamanda memleketten tek ses duyulmalı. 

Mösyö Macron
Koronavirüs ile cebelleşen İtalya'nın ev sahipliğiyle Napoli'de “35. İtalya-Fransa Hükümetlerarası” diye bir zirve düzenlendi. Buradaki konuşmasında İdlib'de son günlerde yaşananları kınadığını vurgulayan Mösyö Macron, “Esed rejimi ve destekçilerinin düzenlediği saldırılar, terörle mücadeleye yönelik değil bu aynı zamanda insanî bir skandal. “ ifadelerini kullandı. 

TSK'nın otuz altı şehit verdiği gece rüyamda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un yerine geçmiştim. Uyandım. Elysee Sarayı'nda değildim. Hatırıma Franz Kafka'nın Gregor Samsa'sıyla, Nikolay Gogol'ün burunsuz kahramanı Kovalev geldi. İki kitap kahramanı da uyuduğu günün ertesi tuhaflıkla uyanıyor; Samsa böcek oluyor, sekizinci dereceden memur Kovalev'in de burnu kayboluyor. Yazarlar bu iki eserde absürtlükler vesilesiyle hem kendilerini, hem de  toplumlarını şahane bir yolla tenkid ediyor.

Mösyö Macron, Beşer Esad'ın sûretine ve yaptıklarına baktığında, kendisini görmüş olacak ki, yapılanları insancıl bulmamış. Fransızlar, Cezayirlileri kandırıp (1945) on binlerce Müslüman'a kıymadı mı? Ruanda'da Hutu ile Tutsiler arasındaki problemden (1994) istifade edip yüzbinlerce insan ölsün diye finansörlük yapmadı mı? Macron eskiden ekonomi bakanlığında müfettişti, hiçbir şey  bilmese Ruanda'da Hutulara kaç para harcandığını bilmesi lâzım. Hadi bunu bilmiyor diyelim, Çad-Abeşe'nin Fransızlar tarafından işgal edilip, namaz kılan 400 âlim-velînin âniden katledilmesi, bunu da mı bilmiyor acaba? Şahsen ben Macron'u magazin haberlerinde gördüğümde çok daha mutlu oluyorum, “kendinden 25 yaş büyük öğretmenine aşık gencin, cumhurbaşkanlığa uzanan yolculuğu”, “hakir görülen aşkın hudutsuz mertebesi”, “esasında Fransız cumhurbaşkanı bir piyanist!”, ha bu arada Mösyö Macron Paris Ouest Nanterre La Défense Üniversitesi'nde felsefe bölümünü bitirdi, filozof Paul Ricœur'un La Mémoire, l’histoire, l’oubli (Bellek, Tarih, Unutkanlık) adlı kitabının 1999-2001 arasında hazırlanma sürecinde asistanı oldu. Yâni, onun Fransız barbarlığını bilip de unutmasının imkânı yok. 

Hülâsa, Türkiye tarihî misyonuna münasip şekilde hareket ettikçe, bugünlerde olduğu gibi düşmanlarının hakkından gelmeye devam edecektir. Bana göre, kaplanın boynundaki dev ayak artık kalkmıştır; umarız ki, yırtıcı esaret altındaki alışkanlıklarıyla hareket etmez; çarhın sunduğu mükâfatı değerlendirir. Türkiye'nin artık itidalli olma lüksü yok, ne Rusya ne de ABD tarafından oyalanmamalı. Avrupa’nın da hâli ortada; Türkiye operasyonlarını daha geniş bölgelere yayarak taarruzlarına devam etmeli. Memleketimizin insanı kuvvetini ne uçak, ne de bombadan alır. Kuvvetimiz, itikadımızdan gelir!

En mühim olanı sonda bir kez daha söyleyelim; itikadımıza tasallut eden, bu memlekette bedenlerinin burada olması dışında hiçbir bağı kalmamış tiplerin icabına bakmak şart... Elbette bu işin bataklıkta sinek avlamaya dönmemesi için bataklığı kurutmak da...


Baran Dergisi 686. Sayı