Sermaye ve medya tarafından azmettirilen tetikçi ordu ve yargının, “yağlı urgana” işaretle Müslüman milletimize İstiklâl Mahkemeleri’ni hatırlattığı dönem-süreçtir, 28 Şubat... Esasında 1997 senesinde değil, 1995 senesinde Refah Parti’sinin 25 Aralık Seçimleri’ni kazanmasıyla beraber azmettiricilerin teşviki, RP’nin pısırıklığı ve dolayısıyla da ordunun ve yargının iyiden iyiye gemi azıya almasıyla başlamış olan bir süreçtir...
28 Şubat Nedir ve Ne Oldu?
Üstad Necib Fazıl’ın Büyük Doğu dergilerini neşriyle beraber Anadolu’da Müslümanların sesi duyulmaya başlamış, fikrî bakımdan da üzerinde hareket edebilecekleri bir zemin olarak Büyük Doğu İdeolocyası doğmuştur. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında milletimizin “Mutlak Fikir” ile bağlarını kopartmak adına olmadık hainliğe, zalimliğe başvuran kuyrukçu zihniyetin bütün hesabı böylelikle berhava olmuş ve çekilen sete, kurulan barajlara rağmen su, yatağı istikâmetinde çileli bir serüvene başlamıştır.
Bu çileli serüvenin Üstad Necib Fazıl’ın vefatıyla sona ereceğini umanlar da büyük bir hayâl kırıklığına uğramış; suyun yatağı istikâmetindeki serüveni Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Yürüyen Büyük Doğu-İbda” saflarında fikir ve aksiyon planında aksi sedasını bulup coştukça, içerideki kuyrukçuları ve dışarıdaki efendilerini bir panik havası sarmıştır.
Sanılanın aksine 28 Şubat, uzun uzun planlar yapılarak yürürlüğe konulmuş bir operasyon değil, Anadolu’da adım adım gelmekte olan İslâm’ın ayak sesleri karşısında küfür zümresinin alelacele uygulamaya koyduğu bir panik operasyonudur. Neden mi?
1980 senesinde, Soğuk Savaş’tan beri bölgede istediği gibi at koşturan CIA’in bölge masası; “Anadolu’da Ulusalcı-Kemalist zihniyetin uzun vadede tutunamayacağı” raporunu hazırlarken, bir diğer taraftan da Anadolu’da yükselen İslâm’a karşı panzehir olarak “Ilımlı İslâm” projesinin altyapı hazırlıklarına başlamıştır. Bu projenin aktörünün “kim” olduğunu artık herkes biliyor herhâlde. Neyse, 80’li yıllardan itibaren bu plan dâhilinde Türkiye’de bürokrasi-memur kadrolarında değişikliğe gidildi ve yavaş yavaş Ulusalcı-Kemalist kadrolar tasfiye edilip yerlerine “Ilıklar” pardon “Ilımanlar” devlet kademelerine yerleştirilmeye başlandı.
İşte böylesine bir süreçte, Ulusalcı-Kemalist zihniyetin bürokrasi içinde yerleşik bulunan unsurları tarafından, sermaye ve medyanın da azmettirmesiyle “en iyi kuyrukçu benim” diye piyasaya çıktıkları sahnedir, 28 Şubat... Eğer ki, İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “1999 Kurtuluş Yılı” çıkışı olmasaydı ve muvaffak olmuş olsa idiler; o vakit efendileri için bir sıkıntı yoktu ve belki de eski kuyrukçularıyla mutlu mesut yollarına devam edeceklerdi. Başarısız oldular ve en azından o gün yine efendileri için bir sıkıntı yoktu; böylelikle devlet kademelerinde gerçekleştirdikleri tasfiye hareketi meşruiyet kazandığı gibi, bu zihniyetin bu topraklarda tutunamayacağına dair hesablarının da sağlamasını yapmış oldular.
Ak Parti’nin iktidara gelmesi, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Ulusalcı-Kemalist zihniyetin “kuyrukçu biziz, başkası olamaz” diye direnen unsurlarının tasfiyesi, ardından “Ilıman Kuyrukçu”ların 2012 senesi Şubat ayından itibaren iktidara tasallutu, yaşanan çatışma süreci ve bugün... Peki ya geriye kalan?
Giderilmeyi Bekleyen Mağduriyetler
Yazımızın girişinde de ifâde ettiğimiz üzere 28 Şubat süreci 1997’de değil, 1995 senesinden itibaren başlayan bir süreçtir ve 1995 senesinden beri “28 Şubat” zihniyetinin yargı bürokrasisi içindeki kadroları tarafından haksız-hukuksuz bir şekilde cezalara çarptırılmış ve hâlen cezaevinde bulunan birçok insan vardır.
İktidarın aşılan bunca psikolojik eşikten sonra ardında kalmış olan bu hukuksuzlukları artık ivedilikle sonlandırması icab etmektedir. Öyle ya, günlük itiş kakış için farkına varılmasa da zaman akıp gidiyor ve birçok şeyin telâfisi mümkün olmuyor.
Bu konuda yasa düzenlemesi ya da iade-i muhakeme, artık her ne nasılsa bir formül geliştirilip hızlı bir şekilde bu hukuksuzlukların giderilmesi son derece elzemdir.
28 Şubat’ın Hesabı...
Gelelim 28 Şubat döneminde tetikçilik yapan sivil ve askerî bürokrasinin ardındaki azmettiricilere. Hukukî olarak bir suç işlendiğinde, suçu işleyen tetikçiden çok onu suça azmettiren suçlu kabul edilir. 28 Şubat sürecinin tetikçisi olan bürokrasi malûm da, ya azmettiriciler?
Koç Grubunun başı çektiği sermaye kadrosu, İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun altını kalın çizgilerle çizdiği 3000 âile malûm. Bir diğer taraftan azmettiricilerin bir diğer tarafı olan medya grubları da başta Aydın Doğan olmak üzere malûm. 28 Şubat’ın azmettiricileri olan bu iki taraf hakkında da bugüne kadar hukukî işlem yapmak bir yana, iki taraf da 28 Şubat’tan bugüne kadar geçen zaman zarfında ekonomik bakımdan 6-7 misli büyümüş vaziyetteler.
Sermeye ve medya grubu için tetikçinin kim olduğunun fark etmediğini de görmek gerek; dün 28 Şubat kadrolarını azmettirenlerin bugün “Ilıman”larla nasıl iş tuttukları telefon tapelerine açıkça yansımıştı hatırlarsanız.
Öyleyse bu konuda da artık adım atılmalı ve yargının ilgili organları, Türkiye’nin başındaki en büyük belâ olan, kimleri tarafından “Gladio C” diye nitelenen, hâlbuki pisliğin en başı olan sermaye-medya ittifakının hızlı bir şekilde bertaraf edilmesi de son derece elzemdir. Dün “28 Şubat” kadrosunu azmettirenler bugün nasıl “Ilıman”ları azmettiriyorlarsa, yarın da muhakkak bir başkasını Müslüman milletimize karşı azmettirmekten geri durmayacaklardır. Öyleyse bu tehlikenin bertaraf edilmesi hem milletimizin selâmeti hem de iktidar için son derece ehemmiyetlidir.
Senelerce hukuk karşısındaki imtiyazlı konumlarına bakarak bu işleri pervasızca yaptıkları ve yapıyor oluşları dolayısıyla haklarında soruşturma açılması noktasında delil sıkıntısı da yaşanmayacağını hesaba katacak olursak, Türkiye’nin önünde aşılmak için bekleyen ilk engelin bu olduğunu, içteki meseleler hâlledilmeden dıştaki meselelerin hâlledilemeyeceğini de hatırlatarak devam edelim.
*
28 Şubat döneminden kaynaklanan hukuksuzlukların giderilmesi noktasında iktidarın iyi niyetli olduğunu görüyoruz; fakat iyi niyetli de olsalar zaman geçiyor ve artık ivedilikle bu hukuksuzlukların giderilmesi gerekiyor.
“28 Şubat” ve “Ilıman” tetikçileri azmettiren sermaye ve medya hakkında son derece ciddî bir şekilde -aman 28 Şubat dâvâsına benzemesin- soruşturma açılması, bu soruşturmanın hızlı bir şekilde sonuçlandırılarak karara bağlanması ve azmettirenlerin arkasında oldukları, millete karşı işlenmiş bunca cürmün hesabının sorulması; hem bundan sonrasında peydahlanacak yeni tetikçilerin önünün alınması hem de adaletin tesis edilmesi noktasında son derece önemlidir.
Unutmadan, 28 Şubat döneminde “Adalet Bakanı” olarak görev yapmış Şevket Kazan, “dün” ne kadar basiretsiz bir adam olduğunu bugün 28 Şubat Davası’nın görüldüğü mahkemede bir kez daha gözler önüne sermiş. Biz zaten onun, Oğuzhan Asiltürk gibilerin ve daha nicelerinin ne olduğunu iyi biliyoruz da, Meral Akşener Hanımefendi kadar “adam” olmadıklarını bir kez daha hatırlatmasalarmış da, iyi olurmuş.
Neyse, ümid ediyoruz ki geçmiş zamanlarda düşülen hatalara yeniden düşülmez, gereken yapılır ve geçen zamanın keyfiyeti lâyıkıyla idrak edilerek, hukuksuzluklar ivedilikle giderilir...
Öyle olmazsa bile biz biliyoruz ki; su akar, yatağını bulur!

Baran Dergisi 424. Sayısı