Thomas Hobbes’un Devlet Felsefesinde Leviathan Kavramı ve
Şeytanın Dölü Yuda Nesebinin “Kristal Krallık” Hayâli (2)
“Kur’ân’da iki yerde geçen (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58) ve Hz. Ya’kub’un ikinci adı veya lakabı olan İsrâil’den dolayı, onun soyundan gelenlere Tevrat’ta Beney Yisrael, Kur’an’da Benû / Benî İsrâil (İsrâiloğulları) denilmektedir. Tevrat’a göre Ya’kub’un soyundan gelenler, gerek Mısır’da gerekse Mısır’dan çıktıktan sonra çölde ve Ken’ân diyarında İsrâil ve İsrâiloğulları diye de adlandırılmıştır. Saul’ün (Talut) ölümüne kadar bu iki isim, on iki kabileden oluşan halkın tamamını kapsamak üzere kullanılırken zamanla siyasî ve coğrafî şartlar kelimenin çeşitli dönemlerde farklı anlamlar kazanmasına sebep olmuştur. Krallığın ikiye bölünmesinin (m.ö. 930) ardından on kabileden oluşan kuzeydeki krallık İsrâil adını almış (I. Krallar, 14/19), bununla birlikte o dönemde (II. Samuel, 23/3) ve Bâbil esareti sonrasında İsrâil bütün kabileleri kuşatıcı anlamını da muhafaza etmiş, geçmişin şanlı hâtıralarını çağrıştıran ve gelecekteki mesihî krallık hayalini canlandıran bir kavram olarak varlığını sürdürmüştür. Kohen veya Levili olmayan Yahudileri belirtmek için de kullanılan bu kelime günümüzde, Mûsâ öncesi liderlerden neşet eden ve aynı Tanrı’ya inanan halkın tamamını ifade etmektedir (IDB, II,765; DBS, IV, 730-731). Tevrat’a göre İsrâil’in oğulları Ruben, Şimeon, Levi, Yahuda, İssakar, Zebulun, Yûsuf, Benyamin (Binyamîn), Dan, Naftali, Gad ve Aşer adlarını taşımakta, bunlardan her biri aynı addaki kabilenin atası sayılmakta ve böylece İsrâiloğulları on iki kabileden oluşmaktadır. Ancak Yûsuf’un iki oğlu Efraim ve Menasseh’nin soyu iki ayrı kabile olarak kabul edilmekte, Levi ise özel statüsü sebebiyle on ikinin dışında tutulmaktadır.”(1)
Özel statüsü nedeniyle on ikinin dışında tutulan Levi kabilesini özel kılan şey nedir? Bir yanda Kohen ve Levili olmayan Yahudileri belirtmek için de kullanılan İsrail kelimesi, diğer bir yanda ise Levi kabilesine yüklenen özel mânâ veya statü? Söz konusu olan bu özel mânâ veya statü, “Sanduka’nın koruyucuları Levililer”(2) bilgisi ile izah edilebilir bir durum mudur? “Ahit Sandığı” olarak da bilinen, “Sandukanın koruyucuları Levililer” üzerinden neler söylenebilir? Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tür bir mevzuda Yahudi literatürüne derinlemesine sahib olmadığımızdan isabetli bir değerlendirme yapmak pek mümkün görünmüyor. Ama spekülatif bir mevzu etrafında böyle bir bilgiyi malzeme olarak değerlendirmekten de kaçınmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü İBDA Mimarı’nın yüksek ifadeleriyle, meâlen, “malzeme biriktirmek kültürsüzlüğe, onu değerlendirmek ise kültüre işaret eder.” Bütün bir yazı dizisi boyunca kültür tahlili veya sondajı yapmak çabamız görülmüştür kanaatimce.
“Ahd-i Atîk’te İsrâiloğulları bir taraftan Tanrı’nın kavmi, mukaddes millet olarak takdim edilirken (Çıkış, 19/5-6) diğer taraftan kötü davranışları sebebiyle bizzat İsrâil Tanrısı onları tenkit etmektedir. Çünkü onlar Mûsâ ve Hârûn’a karşı gelmiş (Sayılar, 16/2-3), Rabb’in gözünde kötü olanı yapmış, Yahve’yi bırakıp Baal ve Molok gibi ilâhlara, bu arada altın buzağıya tapmış (Çıkış, 32/1-6; Hâkimler, 3/7, 4/1, 10/6; I. Samuel, 7/3-4), zina etmiş (Hâkimler, 8/33), Allah’a verdikleri sözü tutmamış, ahidlerini bozmuş, ibadethaneleri yıkmış, peygamberleri öldürmüş (I. Krallar, 19/14), başka ilâhlardan korkmuş, Allah’ın şeriatını bırakıp diğer milletlerin kanunlarını benimsemişlerdir (II. Krallar, 17/7-23; Yeremya, 32/30-35). Ahd-i Atîk’e göre İsrâil dönek, Yahuda haindir (Yeremya, 3/1-22). “Öküz kendi sahibini, eşek de efendisinin yemliğini bilmekte, fakat İsrâil rabbini bilmemektedir” (İşaya, 1/3). Yahudi kutsal kitabı, İsrâiloğulları’nın doğru yoldan sapmaları ve başka ilâhlara kulluk etmeleri sebebiyle peygamberler tarafından kınandıklarını ve azapla tehdit edildiklerini gösteren örneklerle doludur.”(3)
Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “sona, en sona geldik” ihtarını yaparken, aslında kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birinin gerçekleştirileceği bir zaman dilimine girildiğini de ihtar etmektedir. Bu aynı zamanda, hadîs ile sabit olduğu üzere, “Cihad-ı Ekber-Büyük Savaş” mânâsını mündemiç “Melheme-i Kübra”ya doğru bir sürece girdiğimizi de göstermektedir.
Not: “Saul (Ykş İÖ 1050-1010) İsrailoğulları kralı. İsrailliler’in ilk kralı… Saul (Talut), Gibea’da doğdu, Gilboa’da öldü. İsrailoğulları’nın Bünyamin kabilesinden Kish’in oğludur. Eski Ahid’e (Tevrat) göre bir rastlantı sonucu karşılaşmalarında peygamber Samuel (İsmail) tarafından İsrail kralı seçildi.”(4)
Notun notu: Bilindiği üzere, İsevîliğin ilk tahrif tohumunu atan kişi bir Yahudi’dir. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” isimli eserinde bu kişinin Katalosizmin ve Roma kilisesinin iki büyük kurucusundan biri olan Sen Pol olabileceği üzerinde durur. Diğeri ise Sen Piyer… Bir Yahudi olan Sen Pol’un asıl isminin Saul olduğunu söyleyen Büyük Doğu Mimarı, onu, şahsiyeti ve hayatiyle son derece dikkate değer bir tip olarak değerlendirir. Gayet çirkin bir adam olduğunu, küçük, çipil, hummalı, sabit bir noktaya dikili gözlerle bakan, dahası felç geçirmişçesine çarpık ve sırıtkan bir ağız yapısına da sahib olan bu adamın, Avrupalının gözünde, Batıya mistik ruhu aşılayan adam olarak görülmesi ibreti şayandır. Tarsuslu Yahudi olarak da bilinen Saul, Hıristiyanların en büyük azizlerinden biri olarak kabul edilir. Rivayet o dur ki, İsevîliğin başında ilk mazlumlardan biri olan Sen Etyen’in Romalılar tarafından idamını büyük bir zevkle seyreden bu çarpık adam, idam edilen mazlumun elbisesini de iç ederek, günün birinde bir yolculuğa çıkıyor ve yolculuk esnasında güneşten daha parlak bir “şimşek şulesi” karşısında donup kalıyor. Yere kapanıyor, “Efendimiz, efendimiz!” diye haykırıyor. Ve güya gaipten gelen Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın sesi: “Beni incitmekte devam edecek misin?” “Belli ki o güne kadar tüm yapıp ettikleri her daim Hazret-i İsa Aleyhisselâmı incitmiş!” diyeceğim ama mevzuun geliş ve gidişinden böyle bir mânânın çıkarılması uygun olmayacaktır! Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Saul işte o andan başlayarak yeni bir adam olmuştur. Derhal Hıristiyanlığa kapılanıyor, Havârilerin kısa zamanda başına geçiyor ve “putperestlerin yola getiricisi” ismi altında harekete koyuluyor.”(5)
Parantez: Kim bilir, belki de bugünkü Yuda nesebi Satanist-Paganist Deccal Komitesine fidelik teşkil eden tarlayı ta o günden Saul sürmeye başlamış da onun bundan haberi bile yok. Yine kim bilir, Thomas Hobbes’un Leviathan’ı yazmasının temelinde de yine Saul vardır.
Evet, bütün bu bilgileri kendisinden öğrendiğimiz Üstad Necip Fazıl, devamında şu şekil bir tespitte bulunuyor: “O zamanlar iki cereyan var Hıristiyanlık yolunda… Biri Yunan, öbürü Yahudilik cereyanı… Bir kısmı Hıristiyanlığın kültür bağını Yunan’a çekmeye bakarken, bir kısmı da Yahudiliğe doğru çekme gayretinde… Bu cereyanların ikisi de İsevîliğe zıt… Hele Yahudilik cereyanı, getirdiği sahte mistik ve bâtıl itikatlar yüzünden büsbütün aykırı… Bu cereyanın bağlıları halis İsevîlere yapmadığı zulüm bırakmıyor.”(6)
Sen Pol, nam-ı diğer Saul, önce Anadolu içinden bir hat çizerek Yunanistan’a, oaradan da Roma’ya gidiyor ve orada öldürülüyor. Saul, öldürülmeden evvel ayağından asılmasını taleb ediyor. “Ayağından asılmak!” deyiminin kaynağı Saul’ün mizacında aransa yeridir. Başı aşağıda, o şekilde can veren Saul, yine Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Böylece hayatiyle de Batıya aşıladığı sahte mistik mânâya misâl oluyor.”(7)
Üstad Necip Fazıl, Sen Pol’ün, “tenimizdeki diken, kıymık” şeklindeki bir sözüne işaret eder ve der ki, “O da çok uzaktan gördüğü “nefs”e işaret…”(8) Nefs kelimesini tırnak içinde göstermekten maksad, “nefs” kelimesinin Arapçadan başka hiçbir dilde olmadığına işaret etmek içindir. “Kalbin hakikatini ifade eden nefs ile ruh arasındaki bağ, Allah’a erme davasında en ince ukdeyi belirtir ve çözümü sadece ve sadece İslâm tasavvufundadır” sözü üzerinden Üstad Necip Fazıl, “Sen Pol ise, herşeyde olduğu gibi bu davada da işin sahte cebhesini temsil eder” der.(9)
Samuel’in (Hazret-i İsmail Aleyhisselâm) kral olarak İsrail’in başına geçirdiği Saul (Talut) ile İsevîlerin başına musallat olan Saul (Sen Pol) arasında bir paralellik kurmak hevesinde değiliz. Ancak, insanlık veya peygamberlik tarihi göstermiştir ki, hakikati tersyüz etmede Yahudi tıyneti diğer bütün ırk veya kabileleri ezmiştir. Lanetlenmişliklerinin hakkını vermiş olarak!
“Ahit Sandığı” olarak da bilinen “Sandukanın koruyucuları Levililer”… Thomas Hobbes’un, “devletlerin devleti” mânâsını mündemiç “dünya devleti” mânâsına Tevrat’ta geçen Leviathan esprisini gündeme getirmesi bir tesadüf mü, yoksa “zamanın ruhuna” mutabık bir tevafuk mu? Yoksa “Kristal Krallık” hayâli peşinde koşanların hayâl dünyasında beliren belirli bir duygu ve düşüncenin sistematik bir şekilde realize edilmiş hâli olarak görülmesi gereken bir devlet plan, program ve projesi mi? Yani, tıpkı “mutlak fikir” dünyasında “İstikbâl İslâmındır” mânâsını hayata hâkim kılmak için “ruh ve fikir dünyası”nda beliren ve sistematik bir şekilde realize edilen, dahası bir devlet plan, program ve projesi olarak temayüz eden İdeolocya Örgüsü’nün idealize ettiği Büyük Doğu İdeali ve onun bir devleti hâlinde beliren Başyücelik Devleti’nde olduğu gibi, “hakikati olan” bir devlet plan, program ve projesi mi? “Hakikati olan” diyoruz çünkü her ne kadar “mahiyeti yokluk olan” bir varlık olarak belirse de, yine de “hakikati olan” bir durumdan, yani “yaratılmış bir var”dan söz ediyoruz. Değil mi ki, “yok da yaratılmış olarak bir vardır.” Evet; tıpkı kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutublarından birinden birinin gerçekleşebilmesi için ruh ve nefs arasında cereyan eden savaşta, en nihayet “Galib olan Allahtır” mutlak hükmü mucibince, galib olacak olan da elbette Allah’ın kendi ruhundan veya nefesinden üflediğini söylediği ruhtur. Ruh ve nefsin zaman ve mekânda zâhir olan temsilcileri mümin ve kâfir olarak belirmiştir. Zaman ve mekânda tecelli eden ruh ve nefsin arasındaki savaşta galib gelecek olan hiç şüphesiz ki “mahiyeti varlık olan” ve “ruhun temsilcisi” olarak beliren mü’min kuldur. “Mahiyeti yokluk olan” ve “nefsin temsilcisi” olarak beliren kâfir kul ise, aslın veya ruhun, dolayısıyla da mü’min kulun görünebilmesi için “araz” keyfiyetindedir. Üstad Necip Fazıl’ın Çile’sinde geçen “Düşmanıma” isimli beyti:
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..”
Levi (İbranice: Birleşme, katılma), Tekvin’e göre, Yakup ile Lea’nın üçüncü oğlu ve Levi (Beni İsrail) kabilesinin kurucusudur; fakat Arthur Peake’in iddiasına göre, kabilenin diğer İsrail kabilelerine bağlılığını göstermek için sonradan eklenmiştir.
Levi (Beni İsrail) – Yakup’un on iki oğlundan biri. Levi kabilesi - Levi (Beni İsrail)’in kurduğu on iki İsrail kabilesinden biri. Levililer (Tevrat) – Tevrat’ın beş kitabından üçüncüsü.
Leviler… Yahudilik geleneğine göre Levi kabilesi İsrailoğullarından Levi’nin soyundan gelenlere denir. İsrailoğulları Yeşu (Yuşa)(10) önderliğinde Kenan topraklarına girdiği zaman Levi kabilesine yönetmesi için toprak verilmedi, onun yerine şehirler takdis edildi çünkü “onların mirası İsrail’in Tanrısı Rabbin kendisidir” denildi.
Orta Latince, Geç Latince’den, İbranice’den liwyAthAn… Çoğunlukla büyük harfle yazılan Leviathan kelimesi, en eski kaynaklarda “çeşitli kutsal metinlerde RAB tarafından mağlup edilmiş bir deniz canavarı” veya “büyük bir deniz hayvanı” olarak geçer.
Not: 1) Liwy: Mutlu, AthAn: Ezan… Şu halde leviathan, mutlu ses, tatlı ses, dolayısıyla da ilahî ses mânâsı ile ilişkilendirilebilir mi?... Tedaisi, Yahudilikte şofar(11), kadim kültürlerde meselâ Afrika yerlilerinde vuvuzela (ses canavarı)(12), İslâmiyette ise İsrafil Aleyhisselâm’ın Sur’a üflemesi ve hattı zatında namaz vakitlerini haber veren ezan ve dahi namaza çağıran olarak ilk akla gelen, horoz!
“Büyük veya müthiş bir şey” mânâsı yanında leviathan, “politik devlet; özellikle de, derin bürokrasiye sahip totaliter bir devlet” mânâsına kullanılmaktadır.
Almanca-İngilizce literatüründe “deniz canavarı (Biblical)”, “aşırı büyük hayvan (balina)” ve “çok büyük bir şey (gemi)” mânâsına leviathan, Felemenkçe-İngilizce lügatte “dev gemi”; İngilizce-İspanyolca lügatte “dev gemi”, “çok büyük tekne” ve “büyük balina”; İngilizce-Fransızca lügatte “dev gemi” ve “ dev”; İngilizce-Almanca lügatte “dev gemi” ve “dev deniz canavarı”; İngilizce-İtalyanca lügatte “deniz canavarı” ve “transatlantik” mânâsınadır.
Yukarıdaki lügat bilgisinde dikkat çeken mânâ “canavar”dan ziyade “gemi” mânâsıdır. Bunun bir mecaz olma ihtimali çok yüksektir. “Berzah”, yani hem batına ve hem de zahire bakan yönüyle anlam kazanan bir metafor olarak da değerlendirilebilir gözükmektedir. Meselâ; geminin bizdeki tedaisi, “Kurtuluş Gemisi” mânâsına bir yönüyle Hazret-i Nuh Aleyhisselâm’ın gemisini, diğer bir yönüyle de “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”yı hatırlattığını söyleyelim.
Dipnotlar
1-https://islamansiklopedisi.org.tr/israil-beni-israil
2-http://blog.milliyet.com.tr/iste-gercekler---kutsal-ahit-sandigi/Blog/?BlogNo=511528
3-https://islamansiklopedisi.org.tr/israil-beni-israil
4-http://www.filozof.net/Turkce/tarih/tarihi-kisilikler-sahsiyetler/43211-saul-talut-kimdir-hayat-doenemi-hakk-nda-bilgi.html?showall=1
5-Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, bd yayınları, 24. Basım, İstanbul, 2016, sh. 38.
6-Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e., sh. 38-39.
7-Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e., sh. 39.
8-Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e., sh. 39.
9-Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e., sh. 39.
10-Yuşa, Tanah’a göre Musa’nın ölümünden sonra İsrailoğullarının lideriydi. Hikâyesi Çıkış, Sayılar ve Yuşa Kitabı'nda anlatılır. Tora’da adının Efraim kabilesinden Nun oğlu Hoşea olduğu ve Musa’nın ona Yuşa olarak hitap ettiği yazılıdır. İsrailoğulları Mısır’dan çıkmadan evvel Mısır'da doğdu… Yuşâ Tepesi İstanbul’un Anadolu Kavağında Beykoz ilçesinde bulunan tepedir. Kuzeyinde Yoros kalesi bulunur. Zirvesi denizden 201 m yüksekliktedir. Bu zirve, Yuşâ Türbesi ve Camii'nin bulunduğu mekândır.
11-Süleyman Peygamber zamanında, yâni günümüzden yaklaşık 5.000 yıl kadar önce, Yahudi tapınaklarında ibadete çağırmak için çalınan bir boru (veya zurna) vardı ve bunun adı “halil”di. Günümüz dünyası Yahudileri de yine ibadet kasdıyla, Roşaşana ve Yom Kipur gibi özel günlerde şofar adında bir boru çalmaktadırlar. Bu boru, tıpkı vuvuzelada olduğu gibi koç, keçi ve antilop boynuzundan yapılmaktadır. Hemen belirtelim ki, Yahudileri ibadete çağıran boru (şofar) ile vuvuzela arasında çok büyük bir ses benzerliği bulunmaktadır. Her iki alet de, uzun ve kesintisiz sesler çıkarmaktadır. Bu sesler daha ziyade “tuuuuuuuu…”, “vuah vuah vuah…” ve “tu tu tu…” şeklindedir.(www.Vikipedi-Şofar).
12-Vuvuzela bazen lepatata bazen de Güney Afrika Zurnası olarak adlandırılan, Güney Afrika yöresine ait üflemeli bir çalgı olup, şekil itibariyle 61 cm boyunda ve 100 gr. ağırlığındadır. Herhangi bir tuş veya tonlama deliği fonksiyonuna sahip olmayıp, sadece üfleyen kişinin ritmine bağlı olarak ses çıkarmaktadır. Uluslararası spor kurum ve kuruluşlarında Yahudilerin etkinliği dikkate alındığında, 2010 Dünya Kupası maçlarında vuvuzelanın niçin yasaklanmadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. (http://www.temizspor.com/makaleler/78-ses-canavari-vuvuzela)
Baran Dergisi 643. Sayı
Trend Haberler
Türk solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
Her yerde pislikler, her yerde sorunlular! Yahudi tarikatına baskın!
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
Abdullah Çiftçi: Türkiye birçok bölgede önemli bir aktör haline geldi