Sayıların Dili
Gülçin Şenel
Üzerinde durduğumuz Ebced ilmi zaviyesinden Salih Mirzabeyoğlu'nun ERKAM -Hayat, Sayı, Matematik- isimli eserine bakınca, Mütefekkir’in işaretlemesiyle “fikirle matematiğin içiçeliği"nin ne kadar derin ve bugüne kadar okullarda bize öğretilenlerden ne kadar farklı ve zevkli olduğunu seziyoruz. Bu bakımdan, ummandan katre misâli, ERKAM’dan birkaç iktibas yapmadan edemiyoruz:
- "Cumhuriyet döneminde özellikle farkedilmeyen ve ıskalanan mevzu, Batı felsefesinde ve Doğuda, fikir adamlarının niçin tıb ve matematiğe de -rakamlara!- eserlerinde yer verdikleri... Matematik nisbeten anlaşılsa da, tıb yeterince anlaşılabilmiş değil... İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, nefs tezkiyesi yönünden, tıb ilmini bilmeyenin, bâtın yolunda yürüyemeyeceğini söyler. Bugün bizat tıb ilmi, psikolojinin açtığı yoldan, bir takım fizik rahatsızlıkların da ruhla ilgisini göstermiştir: Bu hususta "alternatif tıb" diye de kabul görmüş bir alan var... Bu, bitkilerden, mistisizm usûllerine kadar çeşitli milletlerin halk kültüründe var olan uygulamaların dirilişi ve kabulü şeklinde... Ve bugün, tıb ilmi ile fizik ilminin alâkası, müntehasına doğru ikisinin de birbirini davet etmesi şeklinde malûm; ve her ikisi ile alâkalı olarak matematik ve geometrinin... Matematik ve geometrinin, en eski kültür ve bu ilimlerin bilinen tarihi içinde, kâinat muhasebesi çapından, çeşitli mevzulara kadar alâkası, zaten malûm; araştırmacılar ve modern ilim, bu malûmu meçhullükten kurtarıyor... Bize gelince; İslâm tarihinde geçen ve büyük bir yekûn tutan verilerden yeterince faydalandığımız söylenemez. Elinizdeki eser, keyfiyeti bir yana, dünya görüşü plânı içinde "sayı" ve "matematik"e yer veren ilk eser; bir bakıma, bu alandaki çalışmaları da önemli ve verimli kılıcı!.." (s. 13)
- "Sayı, mücerret mânâsıyla, sebebin sebebini araştırma şeklinde, neticede hiç bir sebebin zorunlu kılmadığı bir sebeb hâlinde, nesebi-menşei bilinmeyen bir yere varır ki, bu da neticede onu vahidin anlamı içinde bir yere taşır. Öyleyse sayıyı, doğrudan varlık ve varoluşa âit-bitişik olarak alabiliriz. Zaten onun "müfekkire-düşünme kuvveti" ile ilgisi, bunu gösteriyor. " (s. 261-262)
- "Muhiddin-i Arabî Hazretlerinin, harflerin mertebeleri, Allah'ın hangi ismiyle ilgili olduğu hususunda ortaya koyduklarına bakar bakmaz, Hazret-i Ali'nin, "Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum!" deyişindeki sırrı sezer gibi oluruz... Bu söz de, o idrake, o idrakten pay sahibi olanlara yakışır; geri kalana da, bu sözü anlamaya çalışmak." (s. 312-313)
- "Georges Ifrah: Hindliler, hesaba ve sayıları kullanmaya her zaman istidatlı olmuşlar, bunlara her zaman olağanüstü bir yatkınlık ve güç göstermişlerdir. Öyle ki, tarihteki başka hiçbir medeniyet sayılara bu ölçüde sahib çıkmamıştır. Hattâ, Hind kültürü sayıların bilimini sanatlarının ilki ve en soylusu hâline getirmiştir... Hind bilginlerini erkenden dev sayılarla ilgili olan -kimi zaman yüzlerce birim basamağı kapsayan!- aritmetik kurgulamalarını geliştirmeye götüren de tamı tamına bu yatkınlık ve kabiliyettir; bunu da, çok özel bir etimolojiye -kelimelerin kök bilgisi, iştikak!- dayalı veya çok mübdî bir sembolik hayâl gücünün kendiliğinden meydana getirdiği çok çeşitli kelimelerden oluşmuş bir adlar listesinde, 10'un artan kuvvetlerinin düzenli sırasını açık ve kesin bir biçimde dile getirmeyi bilerek yapmışlardır... Çok tabiî olarak mücerret sıfırı ve konum ilkesini keşfetmelerini ve matematikî sonsuzun sınırlarına dokunuvermelerini sağlayan da bu matematik dehâdır... Öyleyse, Hind bilginlerinin Avrupalılar'dan 1.000 yıl önce sıfır ile sonsuzun birbirinin tersi kavramlar olduğunu bildiklerini öğrenmek şaşırtıcı olmayacaktır. Onların kafasında, sıfıra bölme, sonsuza denkti... Bu temel keşifler, kesinlikle dâhi bir mucidin ferdî ilhâmından kaynaklanmış değildir; bugün anladığımız anlamda bir "matematikçiler" zümresine has da olmamıştır. Bu keşifler elbette Hind bilginlerinin eseridir; ama bu tâbir üzerinde anlaşmak gerekir. O çağda “âlim” olmak, aslında biraz 16. yüzyıl Avrupa'sının âlimi gibi düşünür olmaktı; şu farkla ki, Hind âliminin düşünce biçimi, Batılı bilginlerinkinden çok başkaydı. Elbette Hind âlimi de yüce düşüncelerin ve çok çeşitli alanlarla ilgili çalışmaların adamıydı, ama belirtmek gerekir ki, esrarlı ve sembolik, metafizik, hattâ dinî kaygılar burada başka yerlerde olduğundan daha fazla, birinci sırada yer oynuyordu. L. Frédéric: Hindistan Aristoteles'i, Descartes'ı tanımadığı, Yahudi-Hıristiyan ahlâkından habersiz olduğu için, onun medeniyetleri ile bizim içinde yetiştiğimiz medeniyet arasında paralellik kurmaya çalışmak tamamen anlamsız olur. (...) Özetle, Hind ilmi, sayıyı ve sayılar ilmini dile getiren Sanskritçe kelimelerin etimolojisinin de şahitlik ettiği gibi, esrarlı ve dinî unsurların serpiştirildiği bir alanda filizlenip yeşermiştir. (...) Yine görülecektir ki, eski Hindistan'da büyük sayıların kullanılışında gramer ile yorum sıkı sıkıya birbirine bağlıydı. Öyle ki, Sanskrit şiiri ve ölçüsüyle ilgili çalışmalar Hind bilginlerine matematik ve gramer de öğretiyor, dolayısıyla şâirleri, gramercileri, kozmoloji âlimlerini ve hesab mevzuunda meslekten matematikçiler kadar uzman olan bütün âlimleri yansıtıyordu." (s. 317-319)
Bütün kitabı iktibas edemeyeceğimiz için burada bırakıyor, ancak şu hususu özellikle paylaşma ihtiyacı duyuyoruz: Okullarda “zahirin zahiri”nden bile sathî nitelikte matematik öğrenmiş bizlere bu te “derinleşme” yolunu göstermesi kadar, İBDA Mimarı’nın, içinde yoğun biçimde Ebcedi kullandığı eserlerine biraz daha nüfuz etmek ve bu vesileyle “matematik zevki” de kazanmak bakımından, ERKAM hakikaten bir şaheser...
KAYNAK: Salih Mirzabeyoğlu, ERKAM “Hayat, Sayı, Matematik”, İBDA Yayınları, İstanbul 2007.
7 Mart 2013