Saadeddin Ustaosmanoğlu’nun “SANAT - Doğrunun Olmadığı Yerde Güzel de Yoktur” isimli eseri, hemen baştan söyleyelim, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun, yani İslâm tefekkürünü kendine rehber edinerek “sanata bakış”a dair bir deneme çalışması. Zaten yazar, kitabın hemen girişinde bunu Montaigne’den yaptığı bir iktibasla şöyle izah ediyor:
- “Montaigne: “Herkes önüne bakar, ben içime bakarım; benim işim yalnız kendimledir. Hep kendimi gözden geçiririm, kendimi yoklarım, kendimi tadarım… Bir şey öğretmem, sadece anlatırım.” diyor. Ben içime “doğru bakabildiğim” konusunda da şüpheli olduğumdan öylesine yazdım; denemedir.”
Kitabın benim zaviyemden en çok dikkatimi çeken bölümü, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevinde iken yaptığı çizimlerinin hikâyesinin anlatıldığı bölümdü:
- “Bu resim, bir gazetenin köşesinde ilgi çekmeyen nesne olarak duruyordu. Masaya yemek örtüsü olarak serilen gazetenin köşesindeki bu resim kesilip saklandı. Sonra basit tükenmez kalemlerle üzerinde oynandı. Ve, kitaba kapak oldu. Güzel bir resim mi? Hayır! Cezaevi şartlarında tükenmez kalemle şekillendirilen resim elbette umumi sanat arenasında sergilenen resimlere yaklaşamaz. Fakat; buna rağmen hepsinden güzel! Neden? (…)
Bu resim Bolu F Tipi Cezaevi’nin A Blok’taki koğuşunda yapıldı. Yapan Salih Mirzabeyoğlu. O KİM diyerek (gerçek kimliği ile) mevzuya girdiğinizde ve kimliğinden haberdar olduğumuzda resim HER CEBHESİYLE GENİŞLER, GÜZELLEŞİR. Başkaları için güzel olmayan bu resim bir kısım yaşanmışlıklar sebebiyle bana dünyanın en mükemmel sanat eseri olarak görünüyor dersem kim ne anlar bilmem.” (s. 12)
Bahsi geçen resim, Mütefekkir’in Sefine isimli eserinin kapağında yer alan çizim. Bu çizimle ilgili bir yazar arkadaşımla (aslında abla demeliyim) uzun bir sohbet gerçekleştirmiştik. Bu çizimi okumanın bu kadar çekici olmasının sebebi, şüphesiz çizerin bir fikir olmasından kaynaklanıyordu. Hayranlıkla parıldayan gözlerle, “eserin hülasası belki de bu çizimde” diyen, göz bebeği vurgusundan, sefine harflerinin açılımına kadar uzanan bir okuma yapmıştı arkadaşım. Keşke bu okumayı kaleme de alabilseydi.
Eserin belki de en çok tartışılması gereken bölümü “Resme Dair” başlığını taşıyor. Tartışılmasının sebebi, İslâm’da suret yasağının fıkhî inceliklerine yer vererek, çeşitli uygulamaları aktarıyor olması. Şöyle diyor yazar:
- “Bütün bu bilgilerden yola çıkarak birçok meselenin başlığını atmak ve konular açmak mümkün. Genel hatlarıyla bakmaya çalıştığımız bu ve bunun gibi meselelerin temelinde yatan asıl mesele şu; zaman ve mekân hususiyetlerine pençesini geçirmekten mahrum bir şuur söz konusu ise ne derseniz deyin boş. İmam-ı Gazali Hazretlerinin “Bir Hadis-i Şerif’i zaman üstü mânâsıyla bilen bütün hadisleri bilmiş gibidir” hikmetini anlayanlar için de mesele suhûletle ele alınan tabiî ve kolay bir iş. ZAMAN ÜSTÜ MÂNÂ veya UNSUR ÜSTÜ MÂNÂ… Bu hikmetin şuuruna yönelinmediği müddetçe hiçbir mesele ortalama şartlarda bile halledilemez.
Beş duyunun kısır döngüsüne mahkûm Batı’nın dediklerine ve yaptıklarına doğru tevil getirebilmek ve tasarruflarına girmeden, komplekse düşmeden hadiselere ve sanata yön vermek ancak bu zaman üstü, unsur üstü mânâya nüfuz etmekle mümkün; irfan derinliği ile mümkün!” (s. 45)
Aslında eser boyunca yazar, biraz da bu konu etrafında çeşitli vesileler ile duruyor. İmam-ı Rabbani’den, Muhyiddin-i Arabi’ye, İslâm tasavvuf ve tefekküründen çeşitli örnekler vererek, insanın kendini arayışını, bunun ifade şekli olarak resmin veya herhangi bir sanat dalının, aslında “kişinin öz nefsiyle savaşının” tezahürü olması bakımından “değerli” olduğunu vurguluyor. Fıkhın “anlayış” demek olduğunu, “İslam’a Muhatap Anlayış” olmadan bir Müslümanın sanat ve sanatın davet ettiği meselelerde de “ya taklit, ya red” noktasına geleceğini-geldiğini söylüyor.
Kitapta, musikiden resme, fotoğraftan hatta kadar pek çok alanda denemelere imza atılmış. Kitap, Kökler Derneği yayınlarından çıkmış.
Kitaba ulaşmak için: 0212 534 34 90
Kaynak:
Sadeddin Ustaosmanoğlu, Sanat, Kökler Derneği Yayınları, İstanbul 2014
Baran Dergisi 407. Sayısı