BİR RAMAZAN HATIRASI
Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü.
Çemberlitaşta oturduğumuz büyük Konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım.
Şekeri eme eme Konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı:
- Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!
Ödüm patlamıştı sanki… Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım.
Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.
Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum:
- Günahınızı niçin Allahla aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda Müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!
Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama, kovalayanın soyundan kimse kalmadı.
(Necib Fazıl’dan)
MUTLAKA NAMAZ
Râbıta-i Şerife” risalesi elime verildikten bir müddet sonra sualleri:
- Namaza ne vakit başlayacaksın?”
Bu sual cevabı bakımından beni şaşırtmamıştı. Zaten içimden kurmuştum. Ramazana bir, bir buçuk ay kadar bir zaman vardı. Ramazanda başlamayı düşünüyordum.
  • Ramazanda başlayacağım efendim.
- Hayır; 14 Şaban günü başla!”
Berat gecesini kasdediyorlardı; her yıl, her ferde beratının verildiği mübarek gece…
(Necib Fazıl, O ve Ben, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1978, s. 161)
BİR DUA
Duayı kabul eden, dilekleri veren, vermeyi murad edince el açtıran, ancak sevdiği kuluna dua ettiren, sevmediklerinin elini ve dilini bağlayan ve kendisine yönelmekten alıkoyan Allahım!
Bizi affet!
Biz, Sevgilinin nuruna lâyık olmaktan düştüğümüz için bu hale geldik.
O'na lâyık olabilmek kimsenin haddi değil. Fakat lâyık olunamayacağını bilmenin liyakati herkesin vazifesi. İşte bu son inceliğe lâyık olamadığımız için bu hale geldik.
O nur öyle bir nur ki, lâyık olmakta, topyekûn zaman ve mekâna, bu dünyaya ve ötekilere malik olmak var. Bu liyakatten düşmekte de, her türlü mahrumluk ve mahkûmluk.
Her türlü mahrum ve mahkûm olduk.
Bizi affet!
O Nur'un vecd ve aşkı üzerimizdeyken, denizlere, yelkenleri ipekten ve çıpaları altundan kalyonlar indirdik; karalara da, yolunu viraneye çevirmek yerine mamureye döndüren ordular saldık. Padişahlara "Ayağa kalk, kanun huzurundasın" diye ihtar eden hâkimler yetiştirdik. Müspet bilgiler, medenî aletler, keşifler ve buluşlar, hep o Nur'un kendi fert ve cemiyet aynalarımızda tecellisinden. O Nur'u körleştirince de Şark'ın son 5 asırlık macerası içinde bir zamanlar yaban domuzu hayatı süren Garplının sürü hayvanı olduk.
Son yüz yıl içinde bizi bu halden kurtarmak isteyen hiçbir davranış şifa getiremedi. Zira o Nur'a yeniden liyakat ve bu liyakati yeni zaman ve mekâna tatbik etmek şuurlaştırılmadı. Ters yollara sapıldı. Bu ilerinin ilerisi şuurun sahiplerine "mürteci" dediler; ve onları, asıl din gözünde suçlu, O Nur'a liyakati sıfıra indirici, vecd ve aşk mahrumu, din ve hikmet cahili kara yobazdan ayıramadılar.
Onları, bize böyle muamele ettikleri için değil, bizi, bu muamelenin altından kalkamadığımız için affet!
Bizi, boynumuza geçirdikleri asırlık idam ipini kravat diye taktığımız için affet! Tek kelimeyle, "Müslüman" yaftası altında Müslüman olamadığımız için affet!
Ve bize; kendi öz yurdumuzda asırlardır lütfen iskâna tâbi muhacirlere benzeyen gerçek müslümanlara, O Nur'a liyakatin en ileri derecesini bahşet; ve ebediyet bestesinden şarkımızı ateşten ahenk helezonlariyle gönüllere nakşet!
Duamıza öyle bir tesir ver ki, kezzabın mermeri yediği gibi nefsimizin bütün oyuncak mabutlarını yakıp erittiğini, senin mücerret ve münezzeh birliğin etrafında hiçbir inanış pürüzü bırakmadığını görelim; ve sun'î teneffüsle açılan bir baygın şeklinde bu milletin yavaş yavaş doğrulduğuna şahit olalım!
Allah’ım!
Bizi hem af, hem adam et! (Amin)
(Necib Fazıl’dan)