Şüphesiz gelmiş geçmiş en ilginç mucitlerden biridir Tesla. İcatları çağının ötesine geçmiş bir adamdır. Hatta bugün kullandığımız pek çok teknoloji, onun fikirlerinden ve icatlarından neşet alır. Ölümünün ardından tüm notlarına FBI’ın el koyması boşa değildir. Kendi hayat hikâyesini, daha doğrusu mucitliğini anlattığı “Buluşlarım” isimli eserinde, sıradışı “iç hayat”ını da gözler önüne serer. Henüz altı yaşına basmadan, çeşitli icatlar yapmaya başlayan Tesla’nın, hayatı boyunca peşini bırakmayan metafizik diyebileceğimiz tecrübeleri, ona icatlarını yaparken yol gösteren, tehlike anlarında hayatını kurtaran bir yoldaş olur. Bir çeşit hastalık gibi gördüğü bu tesirler, zamanla onun yolunu açan bir yardımcıya dönüşür. Eserden ilgili bölümleri kısaca özetlemeye çalışacağım. Şöyle anlatır Tesla:
“Benim kişisel aydınlanmamın gecikmesinin önemli bir sebebi daha vardı. Çocukluğumda tuhaf bir dertten mustariptim. Gözlerimin önünde çoğunlukla güçlü ve ani ışıkların eşlik ettiği çeşitli görüntüler beliriyordu. Bu görüntüler gerçek objeleri görmemi engelliyor ve düşünce ve hareketlerimi etkiliyordu. Bunlar gerçek hayatta gördüğüm şeylerin ve manzaraların görüntüleriydi. Asla hayalî bir görüntü görmüyordum. Bana bir şey söylendiğinde, o objenin görüntüsü gözlerimin önüne son derece canlı bir şekilde geliyordu ve ben bazen gördüğüm şeyin gerçek olup olmadığını anlamakta güçlük çekiyordum. Bu durum bende korkunç bir rahatsızlık ve endişe uyandırıyordu. Danıştığım psikoloji ya da fizyoloji öğrencilerinin hiçbiri bu olaylara tatmin edici bir yanıt veremedi. Bu nadir rastlanan bir durum gibi görünüyordu ancak sanırım ben bu duruma yatkındım. Çünkü kardeşim de benzeri sıkıntıları yaşıyordu. Benim teorime göre ise bu görüntüler şiddetli bir uyarılma durumunda beynin retina üzerinde oluşturduğu refleks bir aksiyonun sonuçlarıydı. Bunlar hastalıklı ve kederli zihinlerde oluşan halüsinasyonlardan kesinlikle değildi çünkü ben diğer yönlerden normal ve sakindim. Istırabıma bir örnek verecek olursak farz edin ki ben bir cenazeye ya da ürkütücü bir sahneye şahit oldum. Daha sonra kaçınılmaz bir şekilde, gecenin sessizliğinde bu manzaranın canlı bir görüntüsü gözümün önüne geliyor ve onu yok etmek için yoğun çaba sarf ettiğim halde görüntü yok olmuyordu. Bazen öylece boşlukta asılı kalıyordu görüntü ve elimi içine uzattığım halde yok olmuyordu. Eğer bu duruma getirdiğim açıklama doğru ise herhangi biri algıladığı bir görüntüyü diğer insanların da görebileceği şekilde bir ekrana yansıtabilir. Bu tür bir gelişme tüm insanlığın ilişkilerinde bir devrim yaratabilir. İnanıyorum ki bu mucize gelecekte bir gün gerçekleşebilir ve de gerçekleşecek. Bu problemin çözümü üzerine düşünerek çok zaman harcadığımı söyleyebilirim.
(…)
Kısa sürede fark ettim ki en büyük rahatlamayı görselliğimde gittikçe daha ileriye gidip yeni görüntüler elde ettiğimde yaşıyordum. Bu yüzden zihnimde seyahat etmeye başladım. Her gece (bazen de gündüzleri), yalnız olduğumda, yolculuklarıma başlıyordum; yeni yerler, şehirler ve ülkeler görüyor, oralarda yaşayıp yeni insanlarla tanışıyor, arkadaşlıklar ve tanışlıklar kuruyordum ve her ne kadar inanılmaz görünse de benim için bunlar tıpkı gerçek hayattakiler kadar değerliydi ve görüntüleri de bir o kadar kuvvetliydi. Bunu neredeyse on yedi yaşıma gelene, düşüncelerim ciddi biçimde icatlara dönene kadar sürekli yaptım. Sonra büyük bir keyifle fark ettim ki gözümde canlandırma işlemini son derece kolaylıkla gerçekleştirebiliyordum. Modele, çizime ya da deneye ihtiyacım yoktu. Her şeyi kafamda sanki gerçekmiş gibi canlandırabiliyordum. Böylece farkında olmadan, buluşsal kavramları ve fikirleri somutlaştırmanın bana göre yeni bir yolunu geliştirmeye başlamaktaydım ki bu radikal bir şekilde salt deneyselliğe zıttı ve bana göre çok daha hızlı ve etkiliydi. (…)
Gözümün önünden bir görüntüyü bilinçli olarak defetmeyi ilk başardığımda on iki yaş civarındaydım fakat daha önce söz ettiğim ışık flaşlarını kontrol etmeyi hiç başaramadım. Bunlar belki de en tuhaf deneyimlerimdi ve anlaşılmazlardı. Genelde kendimi tehlikede ya da stresli hissettiğim durumlarda ortaya çıkıyorlardı ya da çok coşkulu olduğumda. Bazen çevremdeki tüm havanın canlı ateş uzantıları ile dolu olduğunu görürdüm. Bunların şiddeti azalmak yerine zamanla arttı ve neredeyse yirmi beş yaşıma geldiğimde maksimum seviyeye ulaştı. 1883 yılında Paris’teyken seçkin bir fabrikatörün bir atış talimi davetini kabul ettim. Uzun zamandır fabrikaya hapsolmuştum; temiz hava üzerimde harika bir canlandırıcı etki yarattı. O gece şehre dönerken adeta beynim yanıyormuş gibi hissettim. İçinde küçük bir güneş varmış gibi görünen bir ışık gördüm ve tüm geceyi işkence görmüş beynime soğuk kompres yaparak geçirdim. Sonunda flaşların sıklığı ve şiddeti azaldı fakat tamamen kaybolmaları üç haftadan fazla sürdü. Bu ışıltılı fenomenler aklımda yeni olanaklar yaratan yeni bir fikrin oluştuğu dönemlerde zaman zaman hala ortaya çıkıyor, fakat eskisi kadar heyecan verici değiller, şiddetleri nispeten küçük. Gözlerimi kapattığım zaman öncelikle hiç şaşmadan son derece kötü ve tekdüze bir mavilik görüyorum, açık fakat yıldızsız bir gecedeki gökyüzünden farkı yok. (…)
Görüşüm ve duyuşum her zaman olağanüstü idi. Çocukluğumda komşularımızın evlerini yangından kurtardığım oldu çünkü onları uyandıramayan o güçsüz ateş çıtırtılarını duyabiliyordum. 1899 yılında kırk yaşımı geçtiğimde Kolorada’da deneylerime devam ederken beş yüz elli mil uzaklıktaki gök gürültülerini duyabiliyordum. Yani kulağım normale göre on üç kat daha hassastı. Fakat bu dönemde, o sinirsel baskı altındayken bu duyuş kapasitesinin aksine sağır gibiydim. Budapeşte’deyken üç oda ilerideki bir saatin tik taklarını duyabiliyordum. Masanın üstünde uçuşan bir sinek kulağımda donuk bir gümbürtü oluşturabiliyordu. Birkaç mil öteden geçen bir at arabası tüm vücudumu sarsabiliyordu. Yirmi-otuz mil uzaklıktaki bir lokomotifin düdüğü oturduğum bankı ya da sandalyeyi öyle şiddetle sarsıyordu ki acı dayanılmaz bir hale geliyordu. Ayaklarımın altındaki yer sürekli titriyordu. Yatağımı biraz dinlenebilmek için lastik desteklerin üzerine koymak zorunda kalıyordum. Yakınımdaki ya da uzağımdaki tüm sesler kulağıma söyleniyormuş gibi geliyordu ve normalde ürkütücü olduğu halde tesadüfi öğelerine ayırabildiğim için beni ürkütmüyordu. Güneş ışınları periyodik olarak birbirleriyle kesiştiklerinde beynimde öylesine büyük bir darbe yaratıyorlardı ki beni şoke ediyorlardı.”
Nicola Tesla icatlarının ortaya çıkış sürecini tüm teferruatıyla anlattığı bu kitapta, yaşadığı metafizik diyebileceğimiz olayları fiziki bir takım hadiselerle açıklamaya çalışıyorsa da hayatı boyunca gördüğü o mavi ışık patlamalarına ve fikirlerini hemen zihninde tasarlayıp hiçbir deneye gerek duymadan yapıvermesine bir açıklama getirmiyor. Tüm bunları, dehasının uzantıları olarak bir “hastalık” olarak görüyor. Hayatı boyunca çalışmanın ve üretmenin nadide örneklerinden biri olan bu “deha”nın hayat hikâyesi bize çok şey anlatmalı…
Son bir not: “Buluşlarım” isimli eser, Say yayınları tarafından 2016 yılında yayınlanmış.
 
Baran Dergisi 546. Sayı