“Her şeyin kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.”(1)
İbadetlerimiz ile ilgili olarak “neden bunu yapıyorum?” sorusu yükseldiğinde buna fıkhi cevaplar veririz. “Namaz kılıyoruz çünkü Kuran’da böyle emredildi”, “Zekât veriyoruz çünkü böyle emrolunduk” gibi. Dinin toplumsal bir inşayı hedeflediğini düşündüğümüzde, fıkhi yanıtlar geçerli cevabı bize sağlamış olmaktadır. Ancak insan meraklı bir canlıdır. Kendisine bir şey yapılması söylendiğinde bunun sebebini merak eder. Bunun en canlı örneğini Kuran’da Hazreti İbrahim ve Hazreti Musa kıssalarında görmek mümkündür. Doğrudan Allah’tan vahiy alan peygamberler dahi Rablerinin birçok hikmetini anlarken zorlanmakta ve bunlar için ayrıca bir çaba gösterip sorular sormaktadırlar.
Ramazan ayında bulunuyorken bizlerin de “niçin oruç tutuyoruz?” sorusu aklımıza gelmiyor desek doğru olmaz sanırım. Peki gerçekten böyle bir soruyu düşündüğümüzde nasıl bir cevap verebiliriz? İlk yanıtımız Kuran’da oruç tutmamız emredildiği şeklinde olur. Ardından ise Hazreti Peygamber’in uyguladığı devamlı ibadetler arasında orucu sayarak, bizim de oruç tutmamızın bir yükümlülük olduğunu ifade ederiz. Ancak farz oruçlarını zaten halihazırda tutan ve fıkhi yükümlülüklerin kabul edildiği bir durumda, oruç tutmanın sebebini sorabilmek için yönümüzü farklı bir cihete çevirmemiz gerekir.
Öncelikli olarak orucun mahiyetini ve ibadetler içerisindeki konumunu anlamamız gerekiyor. Fakat buna geçmeden önce insan fiilleri üzerinde durmamız lazım. İnsan davranışlarının iki tür olduğunu söyleyebiliriz: hareketlilik ve durağanlık. Her ikisi de insan iradesinin tecellisi olarak meydana gelmektedir. Cansız bir maddenin sürekli eylemsiz kalmasının aksine insan, irade ettiğinde durabileceği gibi hareket de edebilir. İnsanın bu iki davranışının karşılıklarını ibadetlerde gözlemlemek mümkündür. Kimi ibadetler hareketi esas alırken, kimisi ise durağanlığı emreder. Bu anlamda namaz, zekât, hac, kurban ve hatta kelimeyi şehadet bir eylemi gerektiren ibadetlerdir. Bunları gerçekleştirmek için asgari anlamda bir hareketin bulunması gerekir. Ancak oruç için harekete ihtiyaç yoktur.
Bu durum orucun insan için ilk önemli anlamına işaret etmektedir. Oruç, uzuvlar itibariyle hareketi istemez. Esas olan hareketsiz kalmak, yemek yememek, cinsi münasebetten uzak durmaktır. Bu duruma dikkat çeken İmam Gazâlî (ö. 505/1111) İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’de orucu bâtın ibadet olarak ifade eder. Diğer ibadetlerin aksine oruçta insanların görebileceği bir şekil şartı yoktur. Kişi namaz kıldığını, zekât verdiğini veya hacca gittiğini diğer insanlara gösterebilecek iken oruç tuttuğunu gösteremez. Bu ancak kişinin iç dünyasını ilgilendiren bir meseledir. Bu durum bizi diğer ibadetlerden farklı olarak Allah ile yakinen bir irtibata sevk etmektedir. Oruç tutmak bu anlamda, sırf Allah için yeme ve içmeden kesilmesi ile insanı O’nu tefekküre sevk eder.
İmam Gazâlî bu le ilgili olarak şunları söyler: ''Orucun iki hususiyeti vardır. Onlar sebebiyle Allah'a nispet edilmeye hak kazanmıştır: Biri orucun hakikati; bozanları yapmamaktır. Bu bâtini bir iş olduğu için insanların nazarından gizlidir. Ona riya karışamaz. Diğeri, Allah'ın düşmanı şeytandır. Onun ordusu kişinin heva ve istekleridir. Oruç, onun ordusunu kırar. Zira orucun hakikati arzuları terk etmektir.” Bu ifadelerin bizi götürdüğü diğer bir nokta ise eylemsizliğin, kötü fiillere yönelik halidir.
İnsan davranışlarının iki kısım olduğunu söylemiştik ayrıca bu fiillerin hem iyi hem de kötü vasıflarına sahip olduğunu ifade etmemiz gerekir. Bir iyilik yapılabileceği gibi bir kötülüğü işlememek de iyi vasfını alabilir. Oruç da ikinci kısma giren bir ibadet konumundadır. Hazreti Peygamber’in ifade ettiği gibi “Kan vücutta dolaştığı gibi, şeytan da insanın içinde dolaşır. Onun yolunu ancak oruçla daraltırsınız.”(2) Orucun da bu manada kötü fiilleri ortadan kaldırma özelliği bulunmaktadır.
Yine bir hadis-i kudsîde geçtiği gibi “Ademoğlunun her iyi amelinin mükafatı, on mislinden yedi yüz misline kadar kat kat verilir. Ancak oruç böyle değildir. O'nun mükafatını bizzat ben vereceğim. Kulum şehvetini ve yemeğini benim için terk eder.”(3) şehveti yani maddi olan şeyleri arzuyu terk etme ile orucun önemli bir bağlantısı bulunmaktadır. İmam Gazâlî de oruç tutanları sınıflarken bu hadisi göz önüne almıştır:
“Avâm’ın orucu: İki uzvu (mide ve tenasül uzvunu) şehvet tehlikesinden korumaktır; yani yemek, içmek ve cinsî münasebetten sakınmaktır. Havass’ın orucu: Bu yukarıdaki esaslara riayet ile beraber, gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını günahtan korumaktır. Ahassü’l-havass’ın orucu: Avam ve havassın orucundaki hususlara riayetle beraber, kalbini hasis emeller, dünya düşüncelerinden sıyırmak ve Allah’tan başka her şeyden el çekerek bütün mevcudiyetiyle Allah Teâlâ’ya bağlanmak ve hatırına ondan başkasını getirmemektir.”
Görüldüğü üzere İmam Gazâlî oruç tutanları sınıflara bölerken, asıl fıkhi anlamı ilk derece ile sınırlı görmekte, diğer sınıflarda tüm bedeni ve düşünceyi tezkiye etme anlamına yormaktadır. Oruç tuttuğumuzda sırf kendimizi yeme içmeden alıkoymayıp tüm maddiyat ile aramıza bir mesafe çekmemiz gerekmektedir. Ramazan boyunca okunan mukabeleleri, teravihleri ve Hazreti Peygamber’in ömrü boyunca yaptığı itikafları da bu anlamda değerlendirmek gerekir. Çünkü bu ibadetlerde bulunan şey olabildiğince dünyevi olandan uzaklaşıp, dini olanla iştigal etmektir.
Müslüman olarak yapmamız gereken ve ibadetlerin de bu anlamda özü olan, maddi olandan soyutlanarak manevi olana yönelmektedir. Bu hale bürünmek için de bedeni haz ve isteklere ket vurarak başlamak gerekir. Hazreti Peygamber’in ifade ettiği gibi “Her şeyin kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.” Orucun, bir aylık sürece yayılması ile adeta yoğunlaştırılmış beden tezkiyesi hedeflenmektedir. Bedeni hazlardan uzaklaşarak, ruhu cilalamak ve manevi anlam ve alem bütünüyle daha kolay hemhal olunmaya çalışılmalıdır. Esasen orucun böyle bir etkisi olduğunu anlayan birçok Gnostik, Hristiyan ve Yahudi mistikleri de uzun süreli açlıklar ile nefislerini terbiye etmeye ve bu anlamdan pay almaya çalışmışlardır.
Günümüzde, özellikle de pandemi sürecinde Ramazan’a has ibadetlerin birçoğunu yapamadığımız ortada. Ancak orucun ilk ve asıl düzeyi olan kendimizi yeme ve içmeden alı koymanın bile insanın hem bedenine hem de ruhuna etkileri muhakkaktır. Bu anlamda niçin oruç tutarız sorunu yukarıda verdiğimiz cevapları yetersiz veya zor bulan kişilere, az yemek yiyerek beden hazlarını asgariye indirmek ve bu sayede de maddi olandan daha kolay soyutlanıp manevi alana yönelmek şeklinde cevap vermek mümkündür. Bizler de sırf iftar ve sahur sofralarımızdaki yiyecek miktarına dikkat ederek bile bu mananın hikmetine kavuşma imkanına sahip olabiliriz.
Kaynakça
İmam Gazâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn; Kimyâ-yı Saʿâdet.
Dipnotlar
1Abdullāh b. el-Mübârek, Kitâbü’z-Zühd ve’r-reḳāʾiḳ (1423)
2-Buhârî, İ’tikâf 11, Bed’ü’l-halk 11, Ahkâm 21; Müslim, Selâm 23-25. Hadîs’in ilk kısmı kaynaklarda geçse de ikinci kısmı geçmemektedir.
3-Buhârî, Savm, 2.