Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’la Başbaşa isimli eseri ondan önceki bazı eserleri gibi diyalog tarzında kaleme alınmış, İBDA MİMARI’nın daha önceki eserlerinde kavranması zor görülen fikrî mevzular, tecridler, terkipler daha anlaşılır bir hale gelmiş ve neredeyse bir şiir akıcılığı kazanmış. Eser biraz incelenince bu kadar ağır tefekkür ve tecrid mevzularının işlendiği bu eserin zaman zaman şiir akıcılığına ulaştığını hayretle müşahade ediyoruz. Zaten şiirindeki derin tecritlerden ve bol sembollere rağmen nasıl böyle bir şiir sesi yakaladığının hayret ve hayranlığını yaşarken, fikir eserlerinde de bu şiir tadını yakalamaya başlamam bu hayret ve hayranlığımı bir kat daha arttırdı. Salih Mirzabeyoğlu’nda “fikir yönü mü, yoksa sanat yönü mü daha ağırlıkta?” sorusuna her ikisinin de atbaşı gittiğini söylemek doğru olur sanıyorum ve O’nu herhalde “sanatkâr yaradılışta fikir adamı” olarak tanımlayabiliriz... Fikir, sanat ve ahlâk ilişkilerini düşünürsek, fikri doğuran, söyleten ve söyleyiş tarzı sanat olmuyor mu? Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrinde sanat olduğu gibi, fikrini söyleyişi de sanatkârca...
O’nun eserlerini okurken sezgisindeki kuvvetin, şahsiyetindeki büyüklüğün ve çektiği fikir çilesinin kokusunu duymamak mümkün değil... Kırk fırın dolaştıktan sonra nihayet yiyebileceği bir ekmek bulabilmiş adamın o ekmeğe kavuşmasındaki sahiplik duygusu gibi, yaşayarak, arayarak, çile ve ıstırabını çekerek ortaya çıkarmış eserlerini...
Fikirlerini, gıdanın yendikten sonra kana karışması gibi bir irfan kıvamında ifade ediyor, onun ifadesinde eksiklik ve fazlalık bulabilmek mümkün değil. Çünkü bütün kelimeleri tefekkür ve tahassüs halinin ifadecisi. İyi bir okuyucu, sezgileriyle bu eserlerin nasıl bir çile sonucu ortaya çıktığını hemen idrak edebilir...
Mirzabeyoğlu’nun üslûbuna gelince, O’nun üslûbundaki tabiîliği işaretlemek istiyorum. Zaten çilesi, ıstırabı ve fikri olan, söyleyecek bir sözü olan, insan ve toplum meseleleri hakkında tutarlı bir görüşü olan kimse kendini ifadelendirmeye geçecek ve bundan da üslûbu doğacaktır. Fikri olmayanın üslûbu da olmaz. Üslûb ve aksiyon... Bu iki kelimenin birbirine yaklaştığını görüyoruz bu eserde.
Necip Fazıl’la Başbaşa’da bazı yerlerde Üstadla diyaloglar var, bazı yerlerde Üstad konuşuyor, bazı yerlerde Üstad yerine Mirzabeyoğlu konuşuyor, bazı yerlerde doğrudan kendisi konuşuyor... Neticede, kitabı okuyup bitirdiğimizde aslında konuşanın tek bir kişi olduğunu anlıyorsunuz... Ya Necip Fazıl, ya Mirzabeyoğlu... Ha o, ha bu, ne farkeder?..
Vefatından sonra Üstad’ın terbiyesinin daha da arttığını belirten Mirzabeyoğlu, vefat hadisesinden sonraki başbaşalığı’nı da eserde belirtiyor. Yani Üstad vefat etmesine rağmen başbaşalık devam ediyor... Bu sebeble de eserin üçüncü baskısının daha da hacimli olacağını tahmin etmek güç değil...
Necip Fazıl’la Başbaşa'dan seçme bahisler: İslamcı estetik idraki, has oda sırrı, iman ve sanat, zevken idrak, ruhun ruhla sezilişi, Walt Disney’in fareden ilham alması, şiir idraki...
Kitabın “85 Mevsimi” bölümünde “ben” üzerine derinlemesine tahlil ve terkipleri, “ben”in psikolojik ve fizyolojik yönlerini görüyoruz. Eser sohbet havasında, sıkmadan mevzudan mevzuya geçiyor. Bilhassa İBDA FİKRİYATI’nın temel taşlarından olan NİSBET mevzuu, sanatçının tenkid ve tahlilinin nasıl yapılacağı, kendi izahını, tavrını, düşünce tarzını vb. bütün samimiyet ve açıklığıyla okuyucuya aktarıyor. Bir taraftan eşya ve hadiseyi tahlil ederek hüküm koyarken, öte yandan bu tahlili nasıl yapıp, terkibe nasıl varacağımızı, gerçek tahlilci ve terkipçinin özelliklerini, sanatçı sıfatının kime verilip kime verilemeyeceğini bize anlatıyor. Bazen aktüaliteye girerek, hayatın içinden fikrin aktüalite ile temasından bahsediyor... Remz şahsiyet, kendinden zuhur, telif hakkı, mehdi meselesi ve yenilemenin ne olduğu, yenileyenin kim olduğu konularında doyurucu cevaplar alıyoruz...
“Başbaşa olmak” tabirinden mânâda başbaşalık kastedildiğini görüyor ve asıl olanın maddî yakınlık değil, mânâ yakınlığı olduğunu kavrıyoruz. Gerçek yakınlık apartmanlardaki maddî yakınlık içinde, olmayan komşuluk gibi bir maddî yakınlık değil, ruh ve mânâ yakınlığıdır. Bu açıdan bakınca S. Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’la olan yakınlığı tamamiyle manâ ve ruh yakınlığıdır. Yoksa Üstadın hizmetçisi maddî olarak ona herkesten yakındır ve bunun hiçbir önemi yoktur. Müellifin Necip Fazıl’la nasıl bir mânâ yakınlığı tesis ettiği, gerçek dostluk, bağlılık ve aşk ölçüleri içinde bu eseri meydana getirdiğini açıkça görüyoruz... O’nun sevdiğine yakın olduğunu gördüğümüz gibi, yakınlığın da ne demek olduğunu görüyoruz.
1-Necip Fazıl'la Başbaşa, 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul.
Karar Dergisi 15. Sayı 15 Aralık 1989