Yoksa bu sefer de 15 Temmuz’da olduğu gibi iş başa mı kalacak? İçerideki ve dışarıdaki şer odaklarıyla mücadele her seferinde milletin omuzlarında kalıyor ve kalmaya devam edecekse, arada geçen zaman zarfında ortalıkta salınanlar ne olacak peki?
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’de Müslüman millet ile Allah ve Resûlü’nün düşmanı Kemalist zihniyet arasında yaşanan kavga hiç durmadı. Şimdiye dek tıpkı maddenin hâlleri gibi şekilden şekile, kılıktan kılığa giren Kemalist zihniyetin kuduz Hakk ve halk düşmanı, faşist Hakk ve halk düşmanı, komünist Hakk ve halk düşmanı ile ılımlı Hakk ve halk düşmanı hâllerini gördük. Bunların sürekli başka başka suretlere bürünüp Müslüman milletimizin karşısına dikilmeleri, küfrün muvaffakiyetinden değil başarısızlığından, kazanan tarafta yer alan Müslümanların ise her seferinde galib gelmelerine rağmen bir türlü zaferlerini kesinleştirememelerinden kaynaklanmaktadır.
15 Temmuz’un İçeride de Hakkını Vermek
Bundan daha birkaç sene evvel yaşanan 15 Temmuz darbe girişimini ele alalım meselâ. Kemalizm’in veled-i zinalarından biri olan FETÖ’cü ılıkların, Müslüman kisvesi altında Anadolu’nun ruh köklerinden kopartılması ve global küfür düzenine entegrasyonu için giriştikleri darbe girişimi Müslüman Anadolu’nun kahraman evlâtları tarafından bir kez daha akamete uğratılmış; fakat Müslüman Anadolu’nun senelerdir iktidarda tuttuğu Ak Parti, bu girişimi Türkiye’de bir ruh ve fikir kavgasına taşıyıp, FETÖ ile anası, babası ve danasıyla beraber hesaplaşmaya gitmek yerine yine hadiseye muvazaacı bir anlayışla yanaşmış ve bunun neticesi olarak Kemalizm’in kendisine yeni suretler bulup yeniden milletimizin karşısına dikilmesinin önünü kendi elleriyle açmıştır.
15 Temmuz’dan beri, bir kez daha Müslüman milletimizin karşımıza dikilmek üzere her kesimin haininin, CHP ve onunla beraber hareket eden ittifak unsurları çevresinde nasıl öbeklendiğini, bu sefer geçmişten farklı olarak aynı ânda birçok surete büründüğünü de müşahede etmekteyiz.
Bir süredir dile getirdiğimiz üzere 15 Temmuz’da yaşanan kısmî arınmanın tesirlerini dış politikada görüyoruz belki; fakat bu arınmanın içeriye yansıması olmuyor ne yazık ki. Olmadan oldurulamayacağına göre bugün izlenen dış siyasetin sabun köpüğü nev’inden kalmaması için bu hesaplaşmaya muhtaç olduğumuz gerçekten de idrak edilemiyor mu?
İslâm Soslu Açık Büfe Küfür Sofrası
CHP, İyi Parti, HDP, Saadet Partisi ve Ak Parti artıkları derken, sanki açık büfeymiş gibi herkesin damak tadına uygun bir lezzeti bulabileceği illüzyonuna kapılmasını sağlayan zehir sofrası...
Başından beri bu kavganın küfür cihetinin mihrakını temsil eden, yukarıdaki oluşumun da çatısı konumunda olan CHP ile devam edelim.
Deniz Baykal’ın bir kasetle CHP’nin başından indirilmesi ve onun yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun partinin başına getirilmesini herhâlde herkes hatırlıyordur. İlk başlarda Kemal Kılıçdaroğlu hiç çekinmeden, utanmadan, yüzü kızarmadan milletin gözünün içine baka baka yalan söylemekten başka hiçbir vasfı olmayan birisiydi. Toplumun birçok kesimi de böylesine bir tipin uzun süre CHP’nin başında kalamayacağını düşünüyordu. Ne var ki CHP, kuruluşundan beri muhafaza ettiği zihniyetiyle taban tabana mutabık olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu bağrına basmasını bildi. Türkiye’de hangi kesimden olursa olsun her bünyenin Kemal Kılıçdaroğlu gibi birini kusması gerekirken, tersine bir harikuladelik vukuu buldu ve hiçbir halttan haberi olmayan, yalnız okuduğunu değil aynı zamanda yazdığını bile anlamaktan aciz gençlik başta olmak üzere milletin bir kesimi kendisini onunla beraber ifâde ederken buldu. Yâni yalancı, sahtekâr, istismarcı, riyakâr, müfteri anlayış Kemal Kılıçdaroğlu ile beraber kusulacağı yerde, onunla beraber umumileşti.
Küfründe Samimi
Her zerresinden tıpkı patlamış bir irin gibi yalan, riya, iftira damlayan bu zihniyet içinden hâlen zaman zaman hasbî sesler yükselmiyor da değil. Bu bahse geçmeden evvel biraz geriye dönmekte fayda var.
1990’lı yıllarda Kemalist zihniyetin önde gelen bir takım gazeteci, yazar ve bürokratı suikast ile ortadan kaldırılmış ve suç da yerine göre Müslümanların yerine göre PKK’nın üzerine yıkılmaya çalışılmıştı. Aradan geçen zaman zarfında görüldü ki, Türkiye’de gerçekleştirilmesi planlanan kuduz Kemalistler ile ılımlı Kemalistlerin rol değişimine direnen kim varsa aslında kendi cenahları tarafından ortadan kaldırılmış.
Şimdi tekrar bugün yükselen harbi seslere gelelim.
CHP’li Fikri Sağlar, “Türbanlı hâkim karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militanca ve ideolojik takıyor.” diyor.
Gazeteci Can Ataklı Youtube hesabından bir video paylaşımı yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görevini bırakması için yaşanmasını istediği senaryoları anlatan Ataklı, “Darbe ihtimalini en az görenlerdenim. Bugünün koşullarında darbe yapabilecek kabiliyet yok. Bana göre darbe yapmak çok zor.” diyor.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “23 Mayıs 1960 günü DP Genel İdare Kurulu toplantısında Sıtkı Yırcalı, “Derhal seçimleri yapacağımızı açıklayayım.” deyince, Adnan Menderes’in cevabı “derhal” olmuştu. Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu.” diyor. Menderes’in o açıklamayı yapmaması için Eskişehir’de hoparlör kablolarının kesildiğini de bir not olarak hatırlatalım, tıpkı 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın Marmaris’te basına yapmış olduğu ilk açıklamaların yayınlanmaması gibi..
FETÖ’nün Tabağında Kalanları Yalayanlar
CHP, Ekrem İmamoğlu ve onunla beraber piyasaya sürülen yeni tipler ve millet ittifakı üzerinden FETÖ’den kalma takiyye tabağının dibini sıyırmaya çalışırken, bu sesler de ne ola ki? Oldu mu ama şimdi?.. O kadar kelli felli Jakoben Kemalisti boşuna mı çocukların sünnetlerindeki mevlitlere bile götürüp, boşuna mı el açtırdılar? O kadar hesap, kitap boşuna mıydı?
Türkiye’de kavga bilindiği üzere bir süredir Müslümanlar ile kendisini Müslüman gibi göstermek isteyenler arasında cereyan ediyor; çünkü 28 Şubat sürecinde yaşananlardan sonra eskiden olduğu şekilde kimsenin öküz gibi din ve millet düşmanlığı yapmak suretiyle bu memlekette tutunamayacağını çok iyi biliyorlar. Bu sebeble de dönüp dönüp içlerindeki en azılı kuduz kâfir bile Müslüman rolü kesmekten çekinmiyor. Kimse kusura bakmasın ama kıyasa vurulsa Ebu Cehil bunlardan şerefliydi, en azından küfründe samimiydi. Biz biraz evvel harbi sesler dedik ama, ciğerinin leş kokusunu diğerleri kadar maharetle saklayamayıp etrafa saçanlar yahut akrep tıynetli olduklarından huyu kurusun sokmadan durmayanlar da denebilir bunlar için.
İktidardayken Câni, Muhalefetteyken Yavuz Hırsız
Üstad Necib Fazıl’ın altını çizdiği bir hususu burada tekrar hatırlamakta fayda var:
- “Halk Partisinin şekâvet istibdadından düşürüldüğü 1950’den beri bir türlü anlaşılamamış ve dile getirilememiş bir hakikati vardır. O da bu partinin, esasta, malum modelleriyle bir parti olmayıp millî ruha musallat bir (Oligarşi) loncası olduğudur… Muhalefet şerefi bu partiye vergi değildir. O, tarihî seyri içinde, iktidardayken câni, muhalefette iken de “Yavuz hırsız” olmak vasfından dışarı çıkamaz. Nitekim bu hâli sezen karga burunlu yeni şefi, eski beyinsiz küfür yamyamını bu defa komünizm orağı ile kendi etini kesip kendisine yedirmek suretiyle doğrudan doğruya sistemli küfre teslim etmiştir. Bu inceliği anlayan ve dile getirebilen de olmamıştır. İnsanoğlunun unutma ve içinde bulunduğu idare ve hayat şartlarından yakınma zaafını maden gibi işleten bu dolandırıcı istismar ocağı, bir felâket partisidir; ve ister iktidarda, ister muhalefette yer alsın, gerçek ve soylu muhalefet daima kendisine karşıdır.”
Üstad Necib Fazıl’ın altını çizdiği inceliğin bugün dahi anlaşılmadığını görmek ne acı. En azından tekrar kabilinden bile olsa dile getiren olmak şerefiyse bize yeter.
***
Biz gerçekten de merak ediyoruz, bugün iktidarda olan siyasî parti, bağlılık iddiasında olduğu fikrin gereği aksiyoner bir siyaset benimseyip, Türkiye’nin bir asırdır dört gözle beklediği ve 18 senedir de Ak Parti’nin iktidarda tutulmasının hakiki gerekçesi olarak kendisinden beklenen hesaplaşma çığırını açıp, bu sıçanı gebertmeye mi davranacak yoksa aynı muvazacı tavrı sürdürüp, en tepeden en aşağıya kadar tüm kadrolarıyla liseli ergenler gibi karşı tarafa lâf sokmayı zafer sanıp, her gün yeni yalan zaferlerle mutlu mesut, kendi felâketini, kendi elleriyle mi inşa edecek?
Yoksa bu sefer de 15 Temmuz’da olduğu gibi iş başa mı kalacak? İçerideki ve dışarıdaki şer odaklarıyla mücadele her seferinde milletin omuzlarında kalıyor ve kalmaya devam edecekse, arada geçen zaman zarfında ortalıkta salınanlar ne olacak peki?
Ömer Emre Akcebe
Baran Dergisi 730.Sayı - 14 Ekim 2021