Mihenk taşı: Altın, gümüş vb. madenlerin ayarını anlamak için sürtüldükleri bir tür taş, mihenk, denek taşı anlamına gelmektedir.
Mülk kime ait ise tasarruf ona aittir. İnsanlık, patronunun işyerinde çalışanların koyduğu kurallar ile işlerin yürütülmesinin mümkün olmadığı idrakine ulaşaydı ortada ne hırsızlık ne de arsızlık kalırdı. O’nun tasarrufuna müdahale etmeye kalkmak, en masum şekliyle şizofren bir hal ve ahmaklık, şeytani şekliyle en adi hırsızlık ve en büyük ahlaksızlıktır.
İşaretlemiş olduğumuz bu hususu mihenk taşı kabul edip buradan ne yöne hareket edersek edelim, aklı başında insanın dosdoğru olmaktan başka çaresi yoktur. Mihenk taşı orada dururken icraatı sahte olan ya ahmak ya da en büyük ahlaksızdır. Öyle ya! Hem ödülünü ahrette alacağına inandığını söyleyeceksin hem de bu dünyada kafana göre yaşayacaksın.
“Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol”
“Senden bir şey istiyorum, biricik şey, tek şey: Samimiyet”
İnsanı aynı noktaya davet eden, Mevlana ve S. Mirzabeyoğlu’na ait bu dizelerin maksadının, her zekâ seviyesi için anlaşılır dozda olduğuna itirazı olan yoktur sanırım. Sözlerin anlaşılır olduğuna hemfikiriz de icraat neden sıkıntılı? Nereden çıkıyor bunca eğrilik?
Hafızası, hatıraları silinmiş bir adamın yaşadıklarını anlatan yüzlerce senaryo vardır. Hepsi kim olduğunu hatırlamak ister çünkü kim olduğunu bilmez ise nereye gideceğini, ne yapacağını, ne hissetmesi gerektiğini bilemez. Hele uyandığında başında bulunanlar dost değilse işler tamamen sarpa sarar geçmişi düşmanlarından öğrenir. Geçmişini düşmandan öğrenen aslını inkâr eder. Aytmatov’un meşhur mankurt hikâyesi milletinin komünizmin tarafından hafızasının şekillendirilmesine gönderme yaparken onlara acıyan bizler hafızamızdan ve hatıralarımızı anlatanların dost olduğundan çok emindik.
Çınarın dalları, kökünün toprak altında uzandığı en son noktaya kadar büyür. Biz ulu bir çınar idik. Dallarımız budandı, gövdemiz Anadolu’ya hapsedildi. Köklerimizi sökmeye çalışsalar da derinlere inmek çok zordu, bu nedenle kibrit suyu döküp kökümüzün çürümesini beklediler. Dallarımız yeşerip köklerimizin izini sürmek istedikçe her seferinde budandık ve köklerimiz kibrit suyu ile beslenmeye devam etti. Son iki yüzyıl boyunca her iyi niyetli hareketimizin ihanetlerle sekteye uğratıldığı ve çoğunlukla hainlerin amaçlarına ulaştığı bir dönemi yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bu gün Diyarbakır’ı vatanımın bir parçası bilip onu benden almaya kalkanlara karşı ölümüne mücadele ruhu taşıyorum ya, büyük dedem geçen yüzyıl başında aynı duyguları, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Balkanlardaki vilayetlerimiz için yaşıyordu.
Bu gün Diyarbakır elimizden gitse kahroluruz, kaybetmemek için her şeyimizi veririz değil mi? O günde öyle idi, her şeylerini verdiler lakin fayda etmedi. Kaybettik. Diyarbakır’ı elimden alsalar onu asla ve asla unutamam her an geri almak için kendimi paralarım diye düşünüyoruz da neden yüz yıl önce elimizden aldıkları “Diyarbakırlar” için aynı şeyleri hissetmiyoruz? Çünkü biz sadece savaşı kaybetmedik, hafızamızı da kaybettik. Kim olduğumuzu unuttuk. Dünyanın yarısı elimizden uçup gitmişken, aklımıza zorla monte edilen sahte bir galibiyetin kibrine kapılıp kaybettiklerimizi unuttuk. Unutturulduk.
Her şeyi unutmuş görünsek de biliyorum ki bu milletin her ferdinin içine sinmeyen bir şeyler var. Zihninde geçmişin gölgeleri dolaşıyor. Bazen gölgeler parça parça görünür oluyor. Fakat görüntüleri bir birlerine bağlamak ve hikâyeyi hatırlamak çok zor… Doğru bir şeyleri yakaladığı an başındakiler müdahale edip, “o gördüğün hayal, aslında sen şöyleydin böyleydin deyip kafa karıştırıyorlar.” Yol göstericilerin söylediklerine aklı yatsa da gönlü yatmıyor. Hastalıklı bir ruh haliyle çırpınıp dururken hasta olduğunu dahi bilmiyor. Ah! Bu resimleri bir kez birleştirebilse! Bir anlasa, resimlerin onu besleyen köklerinden yansıdığını!
Bir yandan resimleri birleştirmeye çalışıyor, diğer yandan içimizdeki boşluğu dolduracağını umarak yalancılarımızı baş üstünde tutuyoruz. Biri gelip diğeri gidiyor, sürekli bir şeyler uyduruyorlar. Bu aralar öyle çoğaldı ki bu yalanlar, kuyrukları boyunlarına dolanmaya başladı. Çok komikler.
Biz biliyoruz ki mihenk taşımız 571 den beri yıldız gibi parlıyor ve onun parlamasına mani olmaya çalışan ahmaklar iyice yoruldu. Yıldızımız zihnimizdeki resimleri aydınlattıkça hikâyemizi hatırlayanlarımız yavaş da olsa çoğalıyor. Kahramanlarımızın döşediği mihenk taşlarına dokunan ahmak ve yalancıların leş olduğu hızla ortaya çıkıyor. Oğullarımız, kızlarımız yetişiyor, mihenk taşına her dokunduğunda üzerinden kopan altın parçalarını saçarak…
Baran Dergisi 675. Sayı
Mihenk Taşı
Talat Duman
Yorumlar
Trend Haberler
Puta dokunan yanıyor: 10 Kasım’ı eleştiren doktor tutuklandı!
“Putlara tapınma!” dediği için tutuklanan Dr. Mehmet Arslan serbest bırakıldı
‘Putlara tapınma!’ deyip tutuklanan doktora HÜDA-PAR’dan destek
"Divanu Lugati't-Türk" sergisi, Türk dünyasını dolaşacak
Kemalist Yargıyı Cimer'e şikâyet etmek!
15 Temmuz’un son şehidi: Halil Algan