Akdeniz’in Osmanlı gölü haline gelmesi neticesinde ticaret yolu tıkanan Avrupalının farklı yol arayışı Ümit Burnu ve Amerika’nın keşfiyle sonuçlanmıştır. Keşifler sömürgeci ülkelere devasa servet birikimi daha güçlü donanma ve askeri güç sağlasa da dünyanın ilelebet sopayla yönetilemeyeceğini ilk gören Karun’un İngiliz kılığına girmiş torunları olmuştur.
Amerikan rüyası, İngiliz Krallığı, Fransa, İspanya, Portekiz ve Hollanda donanmalarının sağladığı güçle kıtanın yerlilerden gasp edilmesiyle başladı. Her ülke gasp ettiği topraklara kendi vatandaşlarını yerleştirilerek koloniler kurdu. Başlangıçta herkes mutluydu, zira kıtanın tüm zenginliği Avrupa’ya akarken Amerika da hızla zenginleşiyordu. Zamanla Avrupa ve Amerika arasındaki hayat standardı arasında uçurum oluşmaya başladı.
Resmi tarih, Amerika’yı bağımsızlık mücadelesine götüren sebepleri, gelir dağılımı adaletsizliği ve vergi yükünün artması olarak açıklar. 150 yıl gibi kısa bir sürede çok sayıda milletten fertlerin Amerikalı şuuruna ererek yeni bir millet meydana getirdiğini ve bu milletin bağımsızlık mücadelesi verdiğini iddia eder.
Dil, tarih, kültür ve müşterek gelecek hayali olmayan bu topluluğun kısa bir sürede milli bir şuura erip bağımsızlık mücadelesi verdiğine inanmak tarih ilmini inkâr etmektir.
Burada cereyan eden hadise çok sayıda hırsızın bir araya gelerek gerçekleştirdiği devasa soygun ve akabinde yaşanan paylaşım kavgasıdır. Başlangıçta aralarındaki anlaşmaya göre malı paylaşan hırsızlar, mal sahibi olduktan sonra birbirlerinin malına göz dikmişler ve kavga başlamıştır. Attığı taşın ürküttüğü kuşa değmeyeceğini sezen İngiliz kılıklı Yahudi, strateji değiştirerek ortaklarını fena kazıklamıştır.
Yüzbinlerce asker besleyip tonlarca altın harcayarak kıtanın elde tutulması mümkündür ancak bu maliyet onları iflasa da sürükleyebilir. Zira Amerika’nın keşfi ile dünya büyümüş klasik sömürge taktiği ile kontrol edilmesi zorlaşmıştır. Bunun yerine ticaret ağının kontrol altında tutulup ülke yönetiminin yerel idarelere bırakılması yolu daha mantıklıdır. Bu yol tercih edildikten sonra, ticaret ağına biat eden yöneticiler desteklenirken biat etmeyenler ambargo vb. yollarla bertaraf edilmek suretiyle sistemin sürekliliği sağlanmış oldu.
Amerika’yı sözde bağımsızlık sürecine taşıyan olaylar zincirine yakından bakıldığında bu stratejinin çok iyi işletildiği ve bir taşla onlarca kuşun vurulduğu görülecektir. Şöyle ki; büyük çoğunluğu krala biat eden Amerikalılar birdenbire İngilizlerin kendilerini sömürmeye başladığını düşünmeye başlayarak kurtuluş mücadelesi vermeye başlamışlardır. Amerika’dan elde edilen servet ile bütün Avrupa bolluk içinde yaşamaya başlamışken Amerikalıların yoksulluk ve kıtlık ile baş başa kalmalarıyla bağımsızlık mücadelesi başlamış oldu. Normal şartlarda böyle bir durum matematik olarak mümkün olmadığına göre denklemde hile var demektir.
Fransızların desteği ile İngilizlere karşı başlayan bağımsızlık mücadelesi Fransızlar dâhil tüm sömürgelerin ülkeden atılmasıyla neticelenmiştir. Bu olayların akabinde Fransız ihtilali gerçekleşmiş Hıristiyanlığın kalesi laikleştirilmiştir. Hollanda ve Portekiz ciddi ekonomik darbe almış İspanyollar nispeten zararsız çıkarken İngilizler yenilgiye rağmen küresel güç haline gelmiştir. Oyun kuruculardaki dehayı gördünüz değil mi? Daha durun bu ne ki?
Fransız ihtilalini takiben tüm dünyayı milliyetçi ve laik bir dalga kaplamış, Osmanlı ve çok sayıda imparatorluk tarihten silinmiştir. Yerlerine Yahudi sermayesine biat eden milliyete dayalı devletçikler kurulmuştur. Bu devletçiklerde ırkçılık ve milliyetçilik pompalanırken Amerika ve Birleşik Krallıkta tam aksi siyaset güdülerek geçmiş İslam devletlerinden rol çalınmak sureti ile sahte bir mazlum bekçiliği meydana getirilmiştir.
Küfrün cesaretinin beslendiği yer ölüm korkusudur. Ölümden sonrası ona hiçbir şey ifade etmez. Bu ifadesizlik onu ölmemek için her yola başvurmaya sevk eder. Mümin için ölüm sevgiliye kavuşma vesilesidir. Müminin cesaretinin beslendiği yer sevgiliye kavuşma isteğidir.
Gerek güç gerekse cesaret olarak daha üstün halde iken nasıl oldu da mağlup olduk sorusuna cevap bulmak yeniden galip gelmenin yolunu açacağından bu konuya kafa yormak, yoranları dinlemek gerekir.
Mevzuya Amerika’nın bağımsızlık hikâyesi ile başlamış olmamın sebebi Kumandanın “Amerika ahmak bir fildir, güdülmesi gerekir.” sözü sebebiyledir. Bağımsızlık hikâyesinden de gördüğümüz üzere gizli bir servet odağı tarafından güdülen ahmak fil son zamanlarda yediğinden daha az iş ürettiği için sahibinin gözünden düşmeye başlamıştır. Muhtemelen yakın zamanda dişleri sökülüp süs eşyası olarak satıldıktan sonra kesime sevk edilir.
Ahmak filin 11 Eylül saldırıları ile ürküp, Afganistan’da ortalığa ettikten sonra kaçması neticesinde ihale Çin’de kalmış gibi görünse de, Kumandanın Çin için söylemiş olduğu “açlar topluluğu” ifadesi dikkate alındığında ahmak filin yerini tek başına alması ihtimal dâhilinde görünmüyor. 2030 yılında Çin’in süper güç olacağı senaryoları ahmak filin sahiplerinin kendilerine yeni yük hayvanı bulmuş olduğunu gösteriyor gibi olsa da mal sahiplerinin daha büyük bir fil besleyecek kadar aptal olduğunu sanmıyorum.
Ortadoğu taşeronu olarak planladıkları Türkiye’nin 15 Temmuz da teklifi geri çevirmesiyle son umudunu da kaybeden küresel güçlerin tezgâhının hızla bozulmaya başladığı günleri yaşıyoruz.
11 Eylül saldırıları ile ölüm korkusunu yatağında hissedip, tüm göçmenlere terörist gözüyle bakan batı, Sars ile başlayıp Covid salgını ile devam eden süreçte aklını yitirdi. Dedik ya küfrün cesaretinin beslendiği kaynak ölüm korkusu diye. Bu saldırı 11 Eylül’den daha çetindi ve kökünü kurutmak için karşılarında işgal edecek bir ülke, efelenecek birileri yoktu.
Normal şartlarda insanlarda hastalık yapması bile beklenmeyen bir virüs çıkıyor ve kitle ölümlerine sebep oluyor. Biz farkında olmasak da küfür yediği nanenin bilincinde. Nedir o? İnsan ve canlı olan ne varsa para ve güç uğruna tabii olandan uzaklaştırıldı. Tabiat dili unutturuldu. Bu dili unutan hücrelerimiz virüsle nasıl konuşacağını bilemeyince olanlar oldu. Küfür işin farkında fakat geri adım atması bindiği dalı kesmek olur. O insan ve tabiatı yağmalayarak beslenir. Vazgeçse gücünü kaybedecek, geçmese ölecek. Kıvranıp duruyor.
Bilim dünyası, Sars vakalarından itibaren takibe alınan virüsün mutasyon geçirmesi sonucunda kontrolden çıkabileceğini yıllar önceden tahmin edebiliyordu. Ancak elinden bir şey gelmedi. Virüsün laboratuvar ürünü olduğu iddiası da buradan çıkıyor. Doğrudur laboratuvarlar uzunca bir süredir virüs üzerinde çalışıp zapt etmeye uğraşıyorlar. Salgının başlamasıyla birlikte ortaya çıkan aşı ve ilaçlar da bu çalışmaların ürünü. İlaç ve aşıların kesin netice vermemiş olması virüsün henüz zapt edilemediğinin delili. Panik halinde çalışmaya devam. Hem de ne panik. Şimdiye kadar ne hile yapsak da daha çok para kazansak havasından çıkıp bütün samimiyetleri ile çalıştıklarından eminim.
Paniğin sebebi ne?
-Virüs zengin fakir dinlemiyor önüne geleni deviriyor.
-Dünya durdu, köleleri çalıştıramıyoruz, ticaret olmazsa kapitalizm beslediği fillerin ayakları altında ezilip yok olur.
Bilim diye yutturulan çoğu şeyin aldatmaca olduğu ayyuka çıkmış durumdadır. Bilimi her şeyin üstesinden gelen bir ilaha dönüştürmüş olanlar, sert kayaya denk gelince çaresizlikleri altında ezilmeye başladılar.
Bilim, insan aklınca belirlenmiş ölçü ile insan aklının alamayacağı kadar sınırsız olan maddeyi ölçüp anlamaya çalışılan faaliyetler bütünüdür. Sınırsız olanın ölçülüp izah edilmesi mümkün olmadığına göre, bilim her daim yanlış bir şeyi bulup, başka bir yanlışla onu düzeltir ve bunun ilerleme olduğunu iddia eder. Namuslu bilim adamları bu hakikati bilir ve “bilimde kesinlik yoktur” diyerek kusurlu olduğunu itiraf etmiş olur.
Bu ifadelerimizden bilime karşı olduğumuz anlaşılmasın. Biz bilimin ilahlaştırılması ve mutlak doğruluk iddiasına karşıyız. Bildiği ve bulduğunun eksik olduğunun idrakinde olan namuslu bilimin destekçisiyiz.
Bilim, kapitalizmin emrine girerek her bulduğu ve bildiğinin doğru olduğunu zorla dayatıp sömürü aracına dönüşmüştür. Pastörizasyon ve antibiyotikle tedavi pratiğinin gelişmesini takiben altın çağını yaşayan tıp ilmi, antibiyotik ve mikrop öldürücü kimyasal tüccarlarına tezgâhtar olmuştur. Tüccarlar zenginleştikçe inanılmaz yatırımlarla çeşidi çoğaltmış, insanlar peynir ekmek gibi ilaç tüketip bir hastalıktan kurtulurken birkaç hastalığa yakalanır hale gelmişlerdir.
Kovid sürecinde yaşanan aşı karşıtlığının sebebi, sağlık sisteminin sabıkasının kabarıklığına ek olarak bu meseleye kesin bir çözüm getirememesinden kaynaklanmıştır. Çözüm getirmesi de mümkün değildir. Zira temel sağlık hizmetleri göz ardı edilerek dünyaya bireyin hastalanması ve hastalandıktan sonra tedavi edilmesi gibi art niyetli bir sağlık sistemi dayatılmıştır.
Temel sağlık hizmeti kavramının içi boşaltılmış ve sadece belli hastalıklara karşı yapılan aşılarla sınırlandırılmıştır. Temel sağlık hizmeti denildiğinde sağlıklı beslenme başta olmak üzere topluma sunulan ulaşım, alt yapı, mimari, eğitim, çevre, güvenlik, adalet gibi birçok alanda insan fıtratına uygun düzenlemeler gerekir.
Dini imanı para olan bir sistemden böyle bir incelik beklemiyoruz. Yıllardır bu olacaklar için bağırıp duranlar duymazlıktan gelindi. Artık insanlık üçkâğıt bilimini sorgulamaya başladı. Onlar duymasa da insanlık söylenenleri dikkate almış olmalı ki bıçak kemiğe dayanınca ortalık feryat figan…
Netice olarak demokrasi abidesi olarak tapındığımız Amerika’nın ahmak bir fil olduğu ve bağımsızlığının sahte olduğu… Firavunlaşan bilimin kulağına küçük bir protein parçası kaçınca deli dana gibi kendi etrafında dönmeye başladığı… Delinmez zırh olarak gördükleri teknolojinin Irak ve Afganistan’da paramparça olduğuna şahit olduğumuz günleri yaşıyoruz. Tuzak kuranların kendi tuzaklarına düştüklerini keyifle izliyoruz. Rabbimizden daha ne isteyelim ki?
Bu yaşananlar, Kumandanın 1998 Aralık ayında tutuklanması ve aradan geçen 16 yıldan sonra ceza evinden çıkmasını takiben ilk sözlerini hatırlamama vesile oldu. Bu sözleri ve Kumandanın duruşunun beslendiği yer ile dünyanın içinde bulunduğu hale karşılık gelen Ayet-i Kerimeyi hatırlatıp bitirelim.
“Ben hayatımın kayıp bir devresi olarak görmüyorum. Yani 15 seneyi…
Hayatımın bir safhası olarak görüyorum…
Bana zehir yedirdiler ben onu bala çevirdim…
Şifaya tahvil ettim…
Gibi birçok çetinlik içinde…
Allah’ın izniyle muvaffak bir şekilde…
Ben şu kadar eser vererek çıkıyorum…
Bundan dolayıdır ki, yani yaşamayı fikir, fikri de yaşamak bilen bir insan olarak…
Bu devreyi de bu şekilde verimli geçirmiş olarak…
Bu yönden kayıp olarak görmüyorum hayatımda…”
“De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihat etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24. Ayet.)”
Görüş: Talat Duman