Hasreti ile içimizi yakıp kavuran Ayasofya Camii meselesi nihayete erince, esen rüzgârla bir nebze ferahladık, şükürler olsun. Sebep olanlardan Allah razı olsun.
Burayı müze olarak algılayanlar için Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi hiçbir değer ifade etmez. Onlar için turistik tesis olarak iyi bir kazanç kapısıdır o kadar. Müslümanlar için ise, İslâm’ın zirve noktası ve bu zirveden dünyaya hükmedip hakikatin savunuculuğunu yapan bir medeniyetin küfre karşı en büyük zaferlerinden birini temsil eden bir değerdir. Bu değerin hiçbir maddi karşılığı olamaz. Hıristiyan âlemi için kaybedilmiş en büyük kale ve derin bir acıdır. Onlar için de kıymeti maddi olarak ölçülemez.
Materyalist ve liberal mantık her şeyden bir kazanç sağlama marazı ile yaşadığı için “maddi olarak ölçülemez” kavramını biraz açmakta fayda var. Para kazanmak için çeşitli araçlara ihtiyaç var ya! İşte bu araçlardan en önemlisi sana göre beyin, bana göre ruh. Sen beynin olmazsa para kazanamazsın. Ben ruhum doymazsa yaşayamam sadece ceset olarak ortalıkta dolanırım o kadar. Sen benim yaşamadığımı düşünürsün, oysa sen benden önce ölmüşsün haberin yok. Yaşamayan birisi için senin biçtiğin maddi değer, hakikaten değer midir?
Öğrenci evinde Galatasaray-Neuchatel maçını radyodan dinlerken 5. golü attığımızda, hayatım boyunca hiç yapamadığım havada ters takla hareketini defalarca tekrarlayıp evdeki ranzanın ikisini çökerttikten sonra kendime geldiğimi dün gibi hatırlıyorum. Boyumun uzunluğu ve belki de yeterli egzersiz yapmamış olmam nedeniyle çok istememe rağmen bu hareketi hiç yapamamıştım. O anda yapabilmiş olmam ve sonrasında tekrar yapamamış olmam sadece kaslar ve egzersizlerle açıklanamaz.
Ruhun maddeye hükmedişine şahit olmuş birisi olarak Ayasofya’nın tekrar cami olarak açılacağı haberi milletimizin büyük bir çoğunluğunda benzer ruhi coşkuya sebep olmuştur mutlaka. Sporumuzdaki kırılma noktalarından birisi olarak Neuchatel maçı başarı hikâyelerimizin, özgüven ve moralimizin artmasına nasıl sebep olduysa, Ayasofya meselesinin çözülmesinden özgüven ve moralimizin ne derece etkileneceğini, bunun nelere vesile olacağını zaman gösterecek.
Ayasofya’nın ibadete açılması kararının ardından camide ilk namazın 24 Temmuz’da kılınacağı ve namaz kılınırken cami içerisindeki kilise figürlerinin dijital teknoloji ile karartılıp namazdan sonra tekrar görünür hale getirileceği haberi duyuruldu!
Biliyoruz ki memleket çok meşakkatli günlerden geçiyor. İçeride ve dışarıda sayısız düşman boş durmuyor. Ekonomimiz sıkıntıda. Memleket idaresi kolay değil; çok desenli ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri sürdürmek gerekiyor. Güç ve zaman kazanmak için gerektiğinde ayıya dayı demek gerekiyor. Her hareketin bir mantığı vardır mutlaka, eyvallah! “Eyvallah, eyvallah da! Bu eyvallahlar bizi nereye götürüyor?” diye düşünmeden edemiyor insan…
Yakın geçmişten bir hatıramı anlattıktan sonra yaklaşan kurban bayramı dolayısıyla içinde bulunduğumuz hale örnek teşkil edecek, aynı zamanda üzerimdeki vebalden kurtulmamı sağlayacağını umduğum bir meseleyi aktararak meramımı anlatmaya çalışayım.
Memleketin, muhafazakâr olarak bilinen, aynı zamanda Ak Parti’nin en önemli kalelerinden biri olan 2 milyon nüfusa sahip bir ilimizin büyük ilçelerinden birinde yaşıyorum. Geçmiş gün, valilik tarafından, mülki amirler, kurum amirleri ve ilin hatırı sayılır sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile ilin vizyonu ve gelecek yatırımlarının belirleneceği bir toplantı tertip edilmişti. Normal şartlarda benim gibi bir çulsuzun böyle bir toplantıya iştiraki mümkün değilken nasıl olduysa ilçe adına bu toplantıya katılmak bana düştü. Neyse, gittik toplantıya, farklı masalarda farklı mevzular gruplar arasında birebir konuşulup değerlendiriliyor ve fikir birlikleri öneri paketi olarak hazırlanıyor. Sonra bu öneriler genel çoğunluğun oylarına sunuluyor. Güzel bir sistem kurulmuş, herkes hevesle fikirlerini ve projelerini tartışıyor. Çalışma ortamı güzel ve önemli konular gündeme getiriliyor. Grup çalışmalarına sırayla iştirak ediyorum önerilerimi sunuyorum her şey güzel herkes anlayışlı. Birkaç grupta çalıştıktan sonra dikkatimi çeken bir şey oldu ve il müdürlerinden birisine sordum;
-Dikkatimi çekti vali beyin bulunduğu masada 5-6 kişiden fazla adam bulunmuyor ve genelde hep aynı kişiler duruyor diğer masalar kalabalık ve katılımcılar sürekli değişiyor neden acaba?
-Vali beyden herkes çekinir, ayrıca kimseye laf söyletmez de ondan.
Öyle mi? Öyle! Kaybedecek koltuk yok, dert edecek mal yok. Bir sonraki grup değişiminde doğru vali beyin masasına! Tanışma faslı biter bitmez, vali bey “Kaymakam ya da belediye başkanı yerine gelen adama bak!” der gibi bir lafla aklı sıra beni ezip hemen masanın gündemine geçti. Masanın gündemi “ilin kültürel ve sosyal faaliyetlerinin nasıl zenginleştirilebileceği” ile alakalı. Vali bey sayıyor, şu kadar müze bu kadar tiyatro, sinema, konser, galeri, kütüphane, sosyal tesis vs. Ziyaretçi sayısı bizde bu, Avrupa’da şu! Bizim rakamlar devede kulak. “Rezalet resmen, bu insanları nasıl kurtaracağız bu cehaletten…” gibi laflarla ha bire atıp tutuyor yandakiler de “haklısın monşer” havasında kafa sallıyor. Kan beynime çıktı. Fırsatını bulunca söz istedim:
-Akraba, komşu, hasta ve bayram ziyaretleri, sohbetler, cemaat ve cenaze namazları, düğün, mevlit, sünnet vs. neden yapılan istatistiklerin içine alınmadı acaba? Bunlar sosyal ve kültürel faaliyet olmuyor mu? Sayın valim! Bu istatistikleri yapın bakalım kim daha kültürlü ve sosyal.
Bunları söyleyince ortalık buz kesti masada çıt yok. Kan beynimde zaten, verdim veriştirdim Batıya ve Batılılaşma heveslilerine. Az önce vali beye yağdanlık yapan abilerin yüzünde güller açtı birden. Pür dikkat beni dinliyorlar ve “Evet! Evet! Biz asıl değerlerimizi besleyelim bize ne elin operasından, tiyatrosundan” türünden laflarla beni destekleyince, vali bey uzunca süren nutuğumu dinlemek zorunda kaldı. Bir ara, tarımla alakalı bir örneğe girdim ki, vali bey fırsatı buldu, yediği gollerden sonra tek golünü atarak “Tarım komisyonu ilerideki masa bunları orada konuşsanız” deyip kibarca lafı ağzımdan aldı…
Ertesi günkü oturumda toplantılarda belirlenen öneriler tüm iştirakçilerin oylarına sunularak kabul veya reddedilerek belirlendi. Neticede vizyon, muhafazakâr bir ile yakışır şekilde buram buram Anadolu kokusuyla, oy çokluğu ile kabul edildi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Vali bey toplantıyı tertip eden memur ve görevlilere çeşitli bahanelerle güzel bir fırça kaydıktan sonra “Burada kimin neye oy verdiği tam olarak belli olmadı, bunu tekrar düzenleyin.” deyip toplantıyı bitirdi. Bir daha da toplantı falan tertip edilmedi. Tarım ve maneviyat başkenti ilimizin vizyonu turizmle alakalı olarak açıklandı. Hayret kim yaptı acaba!
Anlayacağınız bizim üç günlük çalışma güme gitti. Bu muhterem uzun süre bizde ve başka illerde valilik yaptıktan sonra bildiğim kadarıyla şimdi merkez valisi.
Gelelim diğer mevzuya, malum kurban bayramımız yaklaşıyor. Televizyonlarda, sosyal medyada marketler “12-16 kiloluk kurban şu para! Sivil toplum kuruluşlarında bu para” deyip ha bire kurban siparişi alıyorlar.
Bir hayvanın kurban olabilmesi için büyük baş hayvan 24 aylık, keçi 12 aylık, koyun 12 aylık ya da yaşı küçükse boyu anasına yetişmiş olması şartı getirilmiş. Büyük hayvanda durum net gibi görünüyor ancak yine de yaşı dolmadan çok sayıda hayvanın kurbanlık diye satıldığını duyuyoruz ve büyük küçük ırklar arasında ciddi ağırlık farkı olduğu için kusurun ispatını ağırlığa bakarak yapmak yanlış olur. Kurban sahibinin bizzat hayvanı görmesi ya da işi bilmiyorsa bilene göstermesi gerekir. Küçükbaş hayvan böyle değil. Çünkü ülkemizdeki en küçük yerli ya da yabancı ırk küçükbaş hayvan anacının canlı ağırlığı en az 50 kilo iken ve bu boya ulaşan yavrunun en az 45 kilo geleceği düşünülürse en düşük 21-22 kg eti olması gerekir.
Ey Diyanet İşleri Başkanlığı! 12-16 kiloluk et veren kuzu nasıl oluyor da kurbanlık olarak satılıyor? Zahmet edip de düşündünüz mü? Bu konuda etkili uyarılarda bulundunuz mu?
Ey! Tarım Bakanlığı! “Kırmızı et açığımız var.” diye ha bire ithalat yapıp “Kurban bayramı olmasa böyle olmazdı.” diye bahaneler uyduracağına canlı ağırlığı 24-32 kilo olan hayvanların kurban diye kesilmesine mani olsanız! O hayvanlar 55-60 kilo olunca kesilse! Et açığın kapansa! İthalattan kurtulsan! Üreticin daha çok kazansa! Tüketicin daha ucuz et yese! En önemlisi kurbanlık vasfı olmayan hayvana kesim izni vermeyerek vebalden kurtulsan da öbür tarafta 83 milyonla tek tek hesaplaşmak zorunda kalmasan! Daha güzel olmaz mı? Siz de haklısınız market ağaları ve kırmızı et çeteleri aç kalabilir. Yazık onlara!
Ne diyor bu adam? Ayasofya’dan girdi nereden çıktı, konu dağıldı gitti diyorsunuz değil mi? Hayır efendim konu falan dağılmadı, dağınık olanı toparlamaya çalışıyorum ki, mevzunun aslının Ayasofya’da takılı kaldığını görelim. Vakit namazı saatlerinde, Ayasofya cami! Diğer saatlerde laik Ayasofya! Tıpkı günlük yaşantımız gibi. Tıpkı ekonomi anlayışımız gibi. Tıpkı duruma göre vali beyi, duruma göre beni alkışlayan muhafazakârlarımız gibi. Tıpkı kurbanlık hayvanlarımız gibi.
Baran Dergisi 705.Sayı