Türkiye, satın almış olduğu sismik araştırma ve derin su sondaj gemileri ile bir süredir millî imkânlarla Akdeniz ve Karadeniz’de petrol ve doğalgaz araştırması yapıyordu. Bilhassa Akdeniz’de yapılan çalışmalar, Libya ile imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması ve bunun yanında Yunanistan ile yaşanan açık deniz yetki tartışmaları dolayısıyla oldukça ses getirmişti. Son günlerdeyse, Yunanistan’ın Mısır ile deniz hukukuna aykırı bir şekilde yapmış olduğu sözde anlaşmaya göre paylaşılmış alanlarda Türkiye Navtex ilân etmiş ve Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi bu alanlarda arama çalışmalarını sürdürmekte, gündem de bu çerçevede şekillenmekteydi. Bir diğer taraftan Yahudi Devleti ile Mısır’ın son yıllarda Doğu Akdeniz havzasında keşfetmiş oldukları yüklü miktardaki doğalgaz rezervleri de dikkatlerin bilhassa Akdeniz’e yoğunlaşmasına vesile teşkil etmişti. İşte, bu şartlar altında keşif çalışmaları sürer ve bilhassa Akdeniz’de Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kışkırtan güçler tarafından tansiyon her geçen gün yükseltilirken, müjde Karadeniz’den geldi.

Geçtiğimiz Cuma günü, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan, Türkiye'nin Karadeniz’de tarihinin en büyük doğalgaz keşfini gerçekleştirdiğini açıkladı. Tuna-1 olarak bilinen Sakarya Gaz Sahası’nda keşfedilen doğalgaz rezervinin 320 milyar metreküp olduğunun duyurulduğu açıklamada, doğalgaz rezervlerinin tabiî yapısı dolayısıyla bu keşfe yenilerinin de ekleneceği yine bu açıklamada müjdelendi.

1954’te kurulan TPAO’nun bugüne kadar geçen 70 senelik zaman zarfında yapmış olduğu toplam keşif 18 milyar metreküptü. Cuma günü açıklanan rezerv ise tek kalemde 320 milyar metreküp. Yâni dünya çapında bakıldığında ilk planda çok büyük bir rezerv gibi durmasa bile Türkiye için son derece önemli. Rezervin miktarı yanı sıra, bu keşif, hem arama faaliyetlerini teşvik edici olması ve hem de bu kuyunun işletmeye açılması sürecinde elde edilecek bilgi birikimi ve yetişecek nitelikli eleman dolayısıyla da son derece ehemmiyetli bir gelişme.

Cari Açık

İlk planda yapılan hesaplara göre, 320 milyar metreküplük gaz rezervinin 65 milyar dolarlık bir ekonomik değeri bulunuyor. Türkiye gibi enerji kaynakları bakımından dışarıya bağımlı ve cari açık içerisindeki en büyük kalemi enerji giderlerinden kaynaklanan bir memleket için yapılan bu keşfin ekonomik değeri oldukça büyük.

Geçtiğimiz hafta yayımlanan, “Türk Lirası’na Altın Standardı” başlıklı sayımızda değindiğimiz bir hususu burada enerji açısından da ele almakta fayda var. Türkiye, ara malı üreten bir ülke olduğu için ihracatı ithalata bağlı, dolayısıyla da dövize endeksli üretim yapan bir ülke demiştik. Yâni biz burada yerli üretim gerçekleştirsek bile yapılan üretimin girdi kalemlerinin fiyatı döviz cinsinden belirlendiği ve kazançtan elde edilen tasarruflar döviz cinsinden yurt içinde yahut yurt dışına kaçırılarak değerlendirildiği için üretim ne kadar artarsa artsın, mevcut para düzeninde kazanan Türkiye olmuyor demiştik. Aynı enerji için de geçerli. Türkiye’de artan bir birim yerli üretim, aynı şekilde bir birim enerji maliyeti doğurduğu ve Türkiye enerji noktasında yurt dışına bağımlı bir ülke olduğu için, aynı şekilde hem kur baskısı ve hem de cari açığı arttırıcı bir rol oynuyordu. Yâni yerli üretim yapmak bir noktadan sonra kazanç sağlamaktan çıkmış, memleket için zarar verici bir hâline dönmüştü. Tabiî bunda bizim üretimimizin katma değerinin düşük olmasını da gözardı etmiyoruz. Hâl böyle iken bulunan 320 milyar dolarlık rezerv ve bu rezerv çevresinde bulunması muhtemel doğalgaz ve petrol rezervleri Türkiye için en başta cari açık ve döviz kuru baskısı açısından son derece ehemmiyetli bir gelişmedir.

Doğalgaz İthâlatı Maliyeti

Türkiye, ilk doğalgazı Bulgaristan üzerinden gelen 842 kilometrelik SSCB-Türkiye doğalgaz boru hattının Nisan 1988’de tamamlanmasıyla kullanmıştı. Aynı yıl Ankara, 1992’de ise İstanbul doğalgazla tanışmıştı. Doğalgaz kullanımı hızla Anadolu’ya yayılmaya başlarken, Türkiye’nin bu alanda zamanla bir arz sıkıntısı oluştu. Tüketimin yoğun olduğu bazı kış günlerinde İran ve Rus gazında yaşanan sıkıntılar bu arz sorununu büyüttü. Zaman zaman santrallar gazsız kaldı. Yıllarca “Acaba vanalar kapanacak mı?” sorusu akıllara geldi.

Zamanla doğalgaz altyapısını geliştiren, gaz tedarik ettiği ülkelerin sayısını arttıran ve bu alanda bir depolama yatırımı yapan Türkiye, son olarak Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) ile kendisini stratejik bir noktaya konumlandırmıştı.

İlk yıllarda Türkiye gaz ihtiyacının büyük bölümünü Rusya’dan karşılıyordu. Daha sonra bunlara Türkmenistan, İran ve Nijerya eklendi ancak enerjide tek bir ülkeye bağımlılık her zaman sorun oluşturdu. Sonuçta iki ülke arasında yaşanacak anlaşmazlıklar enerji krizine dönüşebilirdi. Ancak Türkiye bu sorunu zamanla aşarak enerjide kaynak çeşitlendirme ve tedarikçi ülke sayısını arttırma yoluna gitti. Böylece kendi alternatiflerini oluşturdu.

Türkiye milyar dolarlarca büyüklüğe sahip doğalgaz anlaşmalarını imzalarken artık pazarlık masasına daha güçlü oturabiliyordu. Çünkü çok daha fazla alternatif seçeneği vardı. Bu hem boru hatları tarafında hem de LNG (Sıvılaştırılmış doğal gaz) tarafındaki hamleler ile gerçekleşti. Karşı tarafa her zaman daha ucuza gaz alabilme potansiyelinin olduğunu göstermeye başladı.

Tüm bunlarla paralel olarak LNG tarafında da kapasite artırımına gidildi. Amerika ve Katar ise LNG ihracatında başı çeken tedarikçiler olarak ön plana çıktı.

Türkiye’nin doğalgaz tedarik ettiği ülkelerin sayısını arttırdığı, alternatifleri çeşitlendirdiği ve bu sayede de pazarlıkta elini güçlendirmeye başladığı bir dönemde, bir de Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz bulunması, bu keşfi tek başına bir gaz bağlamındaki ekonomik değer olmanın da ötesine taşımış oldu. Ekonomideki “çarpan etkisi” dedikleri açıdan bu keşfe bakacak olursak, bulunan gaz rezervinin ekonomik değerinin kendisini misliyle aştığını ifâde edebiliriz.

Moral Değer

Yaşanan global salgın hastalık dolayısıyla para piyasalarında daralma yaşandığı, yabancı yatırımcının Türkiye’den çekildiği, kur krizinin her geçen gün daha şiddetli bir şekilde kendisini hissettirdiği, alışverişin yâni para sirkülasyonunun daraldığı bir dönemde, Türkiye’nin senelerdir özlem duyduğu bir enerji kaynağına kendi imkânlarıyla erişmiş olması, pozitif anlamda büyük bir psikolojik tesir de meydana getirmiş görünüyor. Her ne kadar iç ihanet şebekeleri bu işi sulandırma çabasına girmiş bulunuyorlarsa da, son yıllarda iktisadî planda yaşanan özgüven kaybının telâfi edilebilmesi açısından gerçekleşen keşif büyük bir önem arz ediyor.

Ambargo Riski

Ukrayna, İran ve Venezüella’yı hedef alan yaptırımlar ve onlara uygulanan ambargolar, Türkiye için milletlerarası siyaset planında elini kolunu bağlayıcı bir tehdit olarak başının üzerinde bir giyotin gibi sallandırılıyordu. Türkiye’ye yapılan siyasî baskılar neticesinde Türkiye’nin enerji ithalatına ambargo uygulandığını düşünsenize. Doğalgazla çalışan elektrik santrallerini bir kenara koyacak olursak, konutlara gaz verilemediğini ve son yıllarda inşa edilen evlerin de tamamen doğalgaz ile ısıtmaya endeksli bir şekilde tasarlandığını göz önünde bulunduracak olursak, böylesi bir ambargo tehdidi ihtimâl olarak bile büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Oysa ki bugün keşfedilen doğalgaz rezervi ve bundan sonra, Türkiye’nin kendi malı olan sismik arama ve sondaj gemileriyle gerçekleştirilmesi muhtemel diğer rezerv keşiflerinin, ekonomik değeri yanısıra ne kadar büyük bir stratejik önemi haiz olduğu da gözardı edilmemeli.

Ağustos ve Fetih

Müslümanlar için Ağustos ayı Sefer ve Zafer ayı olarak bereketli kabul edilir. Karadeniz ve Akdeniz’de yapılan keşif çalışmalarının Ağustos ayında netice vermesi bu bakımdan son derece anlamlı. Keşfi gerçekleştiren sondaj gemisinin isminin FATİH olduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu müjdeyi verirken keşfi FETİH kelimesiyle keyfiyetlendirmesini de bu bahse ilâve edecek olursak, yukarıdan beri bahsettiklerimizle beraber neresinden bakarsak bakalım bu gelişmelerin son derece hoş olduğu bedahet. Allah bereketini misliyle arttırsın.

***

Türkiye’nin İstiklâl Harbi, birçok planda cereyan eden muharebelerle sürüyor, sürecek; ta ki zafere, yâni istiklâle ve istikbâle hâkim oluncaya dek!

Bugün bulunan rezerv Karadeniz’de keşfedildiği için kimsenin söyleyecek sözü yok belki; fakat yarın öbür gün Doğu Akdeniz’de yeni rezerv keşfedildiğinde, o zaman seyreyleyin gümbürtüyü. Milletimizin kendisini hem hayırlı ve hem de şer görünen hayırlı haberlere alıştırması, devletin de her ihtimâle karşı hazır pozisyonda ve birkaç adım sonrasını da fikrî ve fiilî olarak daima kollar vaziyette olması gerekiyor.

***

Ayrıca bir not: Keşfin açıklandığı 21 Ağustos gününün, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun altı ciltlik “Tilki Günlüğü” adlı eserinin 21 Ağustos tarihli “Akrep Yolun Yarısı” başlıklı bölümündeki tevafukları da zevken idrak bakımından son derece hayret-i mucib.

Baran Dergisi 711.Sayı