“Şeffaflık” zaman ve kedere, hâdisenin derinliğine karşıdır, yüzeyseldir. İnsanlar arasındaki “şeffaf” denilen ilişki, canlılıktan uzak, statik ve kısa vadelidir. Sevdiğimiz, ehemmiyet verdiğimiz insanların her ân ne yaptıklarını bilsek, onları adamakıllı özlemez hatta onlar adına telaşlanmazdık. Belki de sevemezdik. Şeffaflık, nihayetinde bir tür açmazdır. Çünkü, insan ruhu, ötekinden uzakta, kendi başına kalabileceği (mahrem) yere ihtiyaç duyar. Mahremiyet sonrası (post-privacy) insanların kendini “yeni duruma” uydurması gerektiğini savunur, şeffaflık adına şahsın kendine ait alanlarının tüm yönleriyle sergilenip, teşhir edilmesi gerektiğini, böylelikle insanî münasebetlerde “içi görülür” bir irtibatın varolacağını öne sürer. Halbuki Byang Chul Han bu meseleyle alâkalı Şeffaflık Toplumu isimli kitabında şöyle söyler: “İnsan, kendisi için bile şeffaf değildir!”
Münasebeti diri tutan şeylerden birisi de, karşımızdaki şahsın önümüze sermediği şeyleri düşünüp, buna hürmet etmek ve sezmeye çalışmaktır. Başka bir yönüyle söylemek gerekirse, rakibimizin elindeki kartları bilirsek, oynamanın ne mânâsı var? Blöf, tetkik, risk ve anlamlandırma ne içindir?
Ar ve edep de şeffaflığın düşmanıdır; enformasyon (bilgi akışı) ve hızlandırılmış iletişim müphemliğe hürmet göstermez ve zedeler. Hadlere riayet etmez, mesafe tanımaz.
Roland Barthers, fotoğraf(çılık) üzerinden güzel bir tesbitte bulunmuştur... “Böyle olmuştu”yu yansıtan içerik, Roland için hâdisenin özüdür. Artık herkes fotoğraf çekip, “anlık” paylaşım yapıyor. Dijitalleşmeyle beraber, fotoğrafın da esas mânâsı kayboluyor. Milyar insan, kendince ânı yakaladığını zannediyor. Dijital fotoğrafçılıkta “negatif” yoktur. Analog yâni bundan yirmi sene evvel bugünkünden çok daha fazla kullanılan, içine film takılıp fotoğraflanmış şeyler “böyle olmuştu”ya daha müsait. Süreci kısaca hülasa edelim... Çekim yapılmış makinenin içindeki film, rulo hâlinde ışık görmeyecek şekilde, karanlık bir odada ortaya çıkarılır, birtakım kimyevî maddelerle yıkanır, daha sonra durulanıp, sabit bir şekilde kurumaya bırakılır. Burada bir “doğum” söz konusudur. Günümüzün “dijital fotoğrafçılığı” doğumu, ölümü hâdisenin derinliğini içermez, dramatik ya da romantik değildir... Şeffaftır zamanın yoğunlaşmasını beklemez. Fotoğraf, olmuşa şahittir, “bu sebeple umumî havasında hüzün hâkimdir.” Barthes’a göre, fotoğrafa not olarak düşülen tarih, hayatı, ölümü, nesillerin kaçınılmaz yokoluşlarını aklımızdan geçirmeye yol açtığı için önemli bir parçadır.
Şeffaflık önce fertte daha sonra da toplumda pornografiyi tetikler ve sonuçta geleneği yıkıcı hâle gelip, anestezik bir duruma sokar. Meşhur olup, “kelepir”e gitmemek için teşhircilikte yarışılırsa, an’ane ve mahremiyet zarar görür. Ölüm büyük bir nasihattır aslında, aynı zamanda bir “sır” da barındırır içinde. İnsanın kendine özgü alanı sergilenirse, kişiyi her türlü saldırıya müsait hâle getirir.
Mesafesiz olmak, yakınlık-dostluk değildir, bilakis onu öldüren şeydir. Yakınlıkta uzaklık vardır, “her şey zıddıyla kaim” ve “kişi sevdiğiyle beraberdir” ölçüsünü de hatırlatalım.
Hülâsa, şeffaflık insan tabiatına karşı absürt bir hayal dahi değildir. Çünkü muhayyile fantastik olana da muhtaçtır. Hayat, esrarengiz şeylerle güzel, zaten “Her doğru her yerde söylenmez.” Allan Poe şiirlerinin bulunduğu eseri için, “Bu kitabı, düşlerin tek gerçeklik olduğuna inanlara adıyorum” ithafıyla sunmuştur. Ayrıca F. Dostoyevski, Poe’nun hikâye becerisine binaen, “Poe’nun sadece kendine has olan ve onu bütün diğer yazarlardan ayıran özelliği, hayal gücünün olağanüstü genişliğidir!” demiştir. İnsan, hayal ettiği istikamette giderken, hesapta olmayan şeylerle de karşılaşabilir. Bu da o olmazsa olmaz yolun cilvesidir. Şeffaflık, hayal düşmanıdır. Bir sonraki soluğumuzun sonuncusu olma ihtimali varken, kimse bu güvenilmez dünyada hayallerimizi faş etmemizi beklemesin. Adamın biri, bir hayal kurar ve milyonlarca insan onun peşinde koşar.
Aynıymış gibi gözüken şeyler de birbirinden farklı olabilir. Dil mevzuunda Wilhem von Humboldt, “Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tamı tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır.” demiştir.
Tiyatro oyuncusu da, kendinden başkası olma sanatını icra eder. Büyük romancılar da hem eserindeki baş kahramandır, hem de değildir. Şeffaflık, sanat düşmanıdır. Güç bazen gizli kalmayı sever, karşısında cebelleşebileceği, dişine gelecek şeyi ister. Kendinden katbekat kuvvetsizi ezmek, gerçek güç değildir. Hatta bu güçsüzü güçlü olmaya iten bir hâdisedir. Güven, toplumlarda azaldıkça şeffaflaşma eğilimi artar, ahlâkî mikyaslar çöktükçe yerini içtimaî dayatma olan şeffaflık alır.
Baran Dergisi 718.Sayı