Batı cepheden yıkamadığı İslâm Milletini ve onu oluşturan tüm unsurları, içten yıkmak adına; bu coğrafyada yaşayan insanların dillerine, tarihlerine, dinlerine, geleneklerine, giyimlerine, toprak ve yerleşim yerlerine, oturma ve yemek yeme adaplarına kadar her çeşit sosyal kurum ve yapıyı incelemeye almış ve bu hususta samimi ve sadık ciddi bir efor sarfederek bir yüzyıla yakın zaman geçirmiştir. 18. Yüzyılın sonları ve 19. Yüzyılın ortalarına kadar büyük bir yoğunlukla süren bu çalışmalar 19 yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılda meyvelerini vermeye başlamıştır.
Yüzlerce kavimden-milletten müteşekkil İslam Coğrafyası ve bu coğrafyanın en büyük otoritesi Devleti Ali Osmaniye Batılıların ve Yahudi’nin en büyük düşmanıydı. İlk saldırılarda bu coğrafyada meydana gelmiş, İslam’la, Devlet’le ve bazı iktidar sahipleri ile problemleri olan bazı şahsiyetler ve aşiretler-kabileler, fikren ve fiziken güçlendirilip cesaretlendirilerek meydan yerine çıkarılmıştır. Vehhabilik fitnesi ile Suudi Arabistan’a varan bir gizli Batı Devleti, İngiliz Ajan Lawrance vasıtası ile kışkırtılan Arap aşiret şeyhleri ve sınırları cetvelle çizilerek kurulan onlarca Arap Devleti, Hilafet ve İslam’ın reddi karşılığında Selanik Dönmeleri ve Kemalistlerce kurulan Türk Devleti, Kırımdan Azerbaycan’a, Türkmenistan’dan Kırgızistan’a Sovyet Batılılaşmasının işgali ile bölük pörçük olan Türkler, Mısır’dan Yemen’e, Suriye’den Hindistan’a bütün bir İslâm coğrafyasının tarumar edilip yağmalanması ve bir müddet manda usülü yönettikleri bu yerleri işbirlikçiler tedarik edilerek günümüze kadar yönetmeye devam etmeleri vs. Batı ve Yahudi dünyasının yüzyıla yakın süren “zafer”leri neticesidir. Müslümanları zillete düşüren ise Batı ve Yahudi’nin fiziki taarruzları değil, fikri ve ahlaki taarruzlarıdır. İçten ve dıştan, tüm unsurları kullanarak zihinleri iğdiş etmeye, düşünen kafayı dumura uğratmaya, üreten aksiyoner şahsiyeti hadım etmeye çalışmıştır. Bu görevi ise, zihni dumura uğramış, ruhu hakiki aksiyon hamlesini kaybetmiş, tarih ve ahlak şuurunu yitirmiş, gayesizlik gayesi kıskacında cellâdına gıbtayla bakabilmiş bir kadro yerine getirmiştir.
Mısırda Kıptiler, İran da Batıcı Şah Rıza Pehlevi ve Şiiler, Suriye’de Süryani ve Dürziler, Türkiye’de Sebataistler, Kemalistler ve Aleviler, Suriye’de yakın dönem kadar Fransız mandası, Irak’ta İngiliz Mandası vs. bu rolü yerine getirdiler. Herbiri kendi cephesinden İslam coğrafyasının ortak hafızasına saldırılarda bulunmaya başladılar.
Neler oldu neler bitti.
Bir dil devrimi oldu, tam bir hafıza imhası idi. Yüz binlerce kitap yakıldı, yıkıldı, kese kağıdı olarak bakkallara satıldı. Binlerce âlim darağaçlarında sallandırıldı. İstiklal Mahkemesi gibi mahkemeler Ortaçağ Keşişlerinin Engizisyon mahkemelerine benzer bir katılıkla binlerce müftüyü, yüzlerce şeyhi ve evladını idam etti. Kürt’ün, Türk’ün, Arab’ın ortak alfabesi, Kur’an Dili İslam alfabesi kaldırıldı yerine İncil Dili Latin alfabesi getirildi. Ve Türk Dil Kurumu diye kurum aracılığı ile “ucube” bir dil oluşturmaya başladılar. Ne Türk anladı bu dili, ne Kürt, ne Arap. Ama bu dil dayatıldı hem Türk’e, hem Kürd’e, hem Arab’a yasak getirildi.
Yepyeni bir tarih uyduruldu, yepyeni kahramanlarımız(!) doğdu bu sahte tarihten ve düşmanlarımız değişti. “Kurtuluş savaşıyla kurtardıklarımız birlik oldu, birlikte savaştıklarımızla.”(Aydınlık Savaşçıları, S.M)
Ve tarih yeniden yazılmaya başlandı, İslâm’a dair ne varsa söküp atılmak istendi kitaplardan ve insanımızın zihninden. Batı tarihi insanlığın tarihi oldu; bir garip fuhşiyat örneği Yunan Mitolojisi düşünce tarihi, Putperestlik ve Hıristiyanlık karışımı Roma hukuku adaletin kaynağı oldu. Bunda da hepten başarısız oldukları da söylenemez. İçten ve dıştan buldukları işbirlikçi ve devşirmeler ile bunu esir aldıkları Miletlerin başına çuval gibi geçirdiler.
Ve Türk olmayan Türkler, Türkçülük yaparak Türk’e 600 yıldır yoldaşlık etmiş, yurttaşlık etmiş, cemiyet olmuş komşularını Türklere, Kürtlere düşman ettiler.
Giyim Devrimi diye Batının serpuşunu, haçı andıran kravatını, ceket frak gibi çul-çaput elbisesini getirip milletin bağrına soktular. Anadolu insanının binlerce yıllık geleneği göreneği ve teşebbüsü sayesinde ürettiği, desenlediği elbisenin yerine şekilsiz şemalsiz boruları elbise diye geçirdiler milletin paçasına…
Hukukta da aynı tezgâh kurularak ve Müslüman Türk-Kürt-Arab’ın ayağına pranga vuruldu. Bin yıllık Anadolu-İslam Kültürünün birikimi Mecellenin kaldırılarak (1924 - 1937) ve Şer'iyye Mahkemelerinin Kapatılarak(1924) yerine 17 Şubat 1926'da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak Türk(!) Medeni Kanunu, 1 Mart 1926 da 1889 İtalyan Zanardelli yasası esas alınarak Türk(!) Ceza Kanunu, 22 Mart 1926’da İsviçre yasasından uyarlanma suretiyle hazırlanıp yasalaştırılan Borçlar Kanunu, 15 Mayıs 1926’da Fransız Ticaret Kanunu'ndan tercüme suretiyle alınan 1850 tarihli "Kanunname-i Ticaret" ile düzenlenen Türk! Ticaret Kanunu getirilmesi vurulan pranganın kaynağı ve mahiyeti açıkça ilan edildi. Adalet ve hakikat anlayışı Anadolu insanının zihninden silinmeye başlandı ve ne varsa adalete dair ahlaki siyasi içtimai tecrübe unutturuldu, yok sayıldı ve dahi dalga geçildi.
İslâm coğrafyasına onlarca yıl başkentlik etmiş ve yine Batı-Haçlı’nın içinde bir ukde acı olarak Fatih’ten miras kalmış İstanbul, başkent olmaktan çıkarılarak, yerine Ankara adlı bir kasaba başkent yapıldı. Fethin sembolü Ayasofya cami olmaktan çıkarılarak ve içeride İslam mimarisi sökülüp haçlı resimleri ve figürleri monte edilerek müzeleştirildi. Gaye belliydi; Anadolu insanının kafasından İslam fethini, İstanbul’un bağımsızlık sembolü oluşunu çıkarmak.
Ve daha nice hafıza imhasına yönelik saldırılar…
Hafta Tatili Hakkında Kanun çıkarılarak mevcut tatil günü olan ‘Cuma’ yerine Hıristiyanlık alameti ‘Pazar’ günü resmi tatil ilan edilmiş, 18 Temmuz 1932 Ezanın bütün camilerde Türkçe okunması hakkında kanun çıkarılmış ve bu da Diyanet İşleri Başkanlığı'nca, bütün ilgililere duyurulmuştu. Ve hiç duraksamadan 1 Mart 1926’da bütün orta dereceli okullarda Din Dersi kaldırılarak eğitim büsbütün dinsiz bir yapıya büründürülmüştü.
Ve uzatmayalım… Kafaları iğdiş etme, zihinleri dumura uğratma ve şuurları altüst ederek fikirsiz, tarihsiz bir nesil yetiştirme gayesine uygun olarak ortaya çıkan laik-batıcı-demokratik-faşist ve sosyalist tüm ideolojilerin kirlettiği ve yok ettiği bir ortamda zuhur eden Büyük Doğu – İbda ilk önce ruhlarda sönmeye başlamış İman ve aksiyon ateşini alevlendirmiş, ardından adı dahi mahkûm edilmiş İslâm’ı ve ona bağlı bir dünya görüşünü meydan yerine dikmiştir. Zihinlerden, Allah demeyi bileye yasaklayarak silmek istedikleri bir dönemde Batı tefekkürünü hesaba çekebilen, terkibi esaslar çerçevesinde fikirler devşirebilen, kendi ideolocya ve nizamını öz kültürüne, öz yapısına uygun olarak inşa-ibda edebilen, türlü sapıklıklar içerisinde İslâm’ı kendi nefsine mahkûm edip çevresini kirleten kartondan âlimleri kâğıttan kahramanları İslâm’a Muhatap Anlayış Davası şeklinde örgüleştirerek yepyeni bir aşk ve sır nizamı karşısında silkeleyip atan, Türk’ün, Kürd’ün, Arab’ın muhtaç olduğu tarihi şuuru “Tarih Muhasebemiz ve Muhakememiz” başlıkları çerçevesinde belli esaslara bağladıktan sonra kendi olamayışımızın sebeplerini izah eden ve hafızamızı hep diri ve taze tutacak diyalektiği İBDA diyalektiğini fikir dünyamıza ikram eden Büyükdoğu-İBDA mimarları hafızalarımızı yenileyen, inkılâb eden büyük bir aksiyon hamlesine girmişlerdir.
Hali hazırda bu hamle; 11 yıldır Telegram işkencesine mahkum edilmiş İBDA Mimarı ve onun sadık bağlılarınca yürütülmektedir.
Son dönem yaşanan “ılıman İslam” projesi de bu çerçevede bir Batılı saldırıdır. İnsanımızın şuurundan İslam inkılâbı, Şeriat Davasını, Şehitlik ve Gazilik Nimeti, İslam Ümmetinin kardeşliği ve birliği meselesini, Cihat ve Kılıçlı Peygamber gerçeği, Kısas Nimeti ve Bereketi, Faiz-Rüşvet-Zina-İçki-Kumar’ın her şartta ve durumda haramlığı ve bu haramların işlendiği kurum ve mekânların imhasının zaruri olduğu, İslam’ın tüm kafirlere, Hıristiyanlara, Yahudilere, Müşriklere, Putperestlere tebliğinin şart olduğunu kabul edenlerin kardeş bilinip kabul etmeyenlerin ise cizye vermesi gerektiği ve bunları yerine getirmenin namaz gibi, oruç gibi bir ibadet olduğu gibi meseleler zihinlerden silinmek istenmektedir. Oysa bilinen bir hakikattir;
HIRISTİYANLAR KÜFÜRDEDİR, YAHUDİ KÜFÜRDEDİR, BUDİSTLER KÜFÜRDEDİR, BRAHMANLAR KÜFÜRDEDİR, ONLARIN DİNİNİ MEŞRU GÖREN KİM OLURSA OLSUN KÜFÜRDEDİR. İslâm en son ve hâlihazırda tek hak dindir ve İBDA, İslâm davasıdır ve İslam Davası’nın çilesine talip olmuştur. Bu sebeple küfür rejimlerinin en baş düşmanı İBDA ve onun mimarı Salih Mirzabeyoğlu’dur ve O, büyük bir gerilla liderinin ifadesiyle “Bu Ümmetin Beynidir.” Yani hafızasıdır, yani aklıdır. Zaten bu sebepten Salih Mirzabeyoğlu, NATO ve O’nun uzantısı MGK emriyle TELEGRAM; Elektronik ve ses dalgaları ile zihne müdahale etme, acı verme, hafızayla oynama, vücudu istem dışı hareket ettirme ve farkı salgı – algı biçimleri meydana getirerek insanın vücudunu ele geçirme” işkencesine muhatap olmuştur.
Evet Salih Mirzabeyoğlu’nun meselesi Müslümanlardır, İslam’dır. Çektiği çilenin, işkencenin, ızdırabın tek sebebi vardır Allah rızası için İslam coğrafyasının Barbar Batı’nın, Aşağılık Yahudi’nin, hain ve zorba münafığın sömürüsünden, tecavüzünden, istismarından kurtarmak, korumak ve Asrı Saadetten başka örnek tanımaksızın Müslümanları eski saffet ve adalet dönemlerine benzer dünya hâkimi kılıp yeryüzünü adaletle idare etmenin yolunu açmaktır. Ömrü hapishanelerde, işkencehanelerde geçen ve buna rağmen dudakları arasından tek bir pişmanlık sözü çıkmayan, aksine kendine “âlim” diyen safsata aydınları, sopanın ucunu görse düşmanın k…ı öpecek kadar dava adamlarının hergün haset ettiği, kıskandığı, adını anmaktan korktuğu, adı anılan yerde düşmanının kudurduğu biridir O…
Evet; yeni nizam, yeni insan, yeni dil, yeni yurt, yeni şiir, yeni hukuk, yeni devlet, yeni vatan, yeni giyim, yeni okul, yeni ekonomi, yeni ordu ile, ilklerden başka örnek tanımamış haliyle yepyeni cemiyet ve yeni fikir İBDA, BİR HAFIZA İNKILABIDIR.
Baran Dergisi, 246. Sayı