Başlık ironi içermektedir. Bunu açık-seçik bir şekilde söyleyelim ki, işi gücü şakşakçılığa dökenler yazının devamını okumaya zahmet etmesinler; zira hakiki bir şey duyduklarında suratına sigara dumanı üflenmiş kedi gibi kaçar, insanların maksadını göremez yahut da tek derdi iktidardan nemalanmak olduğu için o sesin sahibini “hain” ilân ederler. Arkalarını dönüp kaçmalarından muztaribiz de, kimliğimiz belli olduğundan bize “hain” yaftası vuramazlar dolayısıyla ikinci kısmı bizi pek alâkadar etmiyor. Ayrıca iktidara saldırmak maksadıyla argüman toplamaya çalışan, maksadı üzüm yemek değil de bağcı dövmek olanlar bu yazıya atlamak yerine avuçlarını yalasınlar!
***
İnancımızın emir subaylığı vazifesi gören fikrimiz, bize Müslüman Anadolu’nun “madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında helâk edici” bir devre neticesinde emperyalist güçlere peşkeş çekildiğini öğretti. Buna razı olmamayı ve buna isyan etmeyi şeref bildik; Anadolu merkezli bir dünya düzeni ve o dünya düzeninin temsilcisi olan devlet hayallerimizi süsledi.

Kurulduğu günden sonra Kemalist bürokrasi eliyle başta ABD olmak üzere Batı’nın arka bahçesi hâline getirilen Türkiye’de, 1990’lar itibariyle Kemalistlerin gücü İbda akıncıları öncülüğünde berhava edilince yerine Fetö ikame edildi. İbda’nın bundan yaklaşık 40 sene önce hain damgasını vurduğu Fetö’nün ipliği geç de olsa pazara çıktı. Akabinde Batı’ya ve kendisini dünyanın tek sahibi sanan ABD’ye muhtelif meselelerde rest çekildi. Kimsenin şüphesi olmasın, bu tavır tabiî olarak en çok da bizi memnun etti. Bu hususta hiçbir zaman desteğimizi esirgemedik, esirgemeyeceğiz de. Memnun etti etmesine, destek verdik vermesine ama işin sadece söylemde kalmayıp, aksiyona dökülmesi için alınması gereken çok yolumuz olduğunu da müteaddid kere, bıkmadan, usanmadan söyleyip durduk.
***
Hatırlayacağınız gibi, 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsünün ardından hızlı bir şekilde sistem değişikliği adımları atıldı ve 16 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) Sistemi’ne geçiş için referandum yapılması kararı alındı. Ak Parti’nin 8 Nisan’da Yenikapı’da yaptığı mitingi takip etmek için Yenikapı’daydım. Miting alanına girerken elimde Aylık Dergisi’nin Mart 2017 tarihli 150. sayısı... Manşeti şöyle: “Ekonomik Sistem Alarm Veriyor; Duyan Var mı?” Bir köşede beklerken, gelip geçenlerin ve etrafımda bulunan bazılarının dergiye baktıklarını farkettim. Bir kaçına “dikkatinizi çektiyse hediye edebilirim.” dedim. Aldığım karşılıklar ise şöyleydi; “Siz kimi destekliyorsunuz?”, “Ne ekonomik krizi?”, “Memleket nelerle uğraşıyor, bu dergi ne yazıyor?”, “Bunları söylemenin zamanı mı?” falan... Tavırlardan, dergide yazanları anlatsam yahut 15 Temmuz sonrası en büyük saldırının ekonomi üzerinden geleceğini söylesem de bir şeyin fark etmeyeceği gayet net belli oluyordu; “hayırlısı olsun” dedim ve geçtim. Ne yazık ki, alarm veren ekonomi aradan geçen bir senenin ardından patladı. Bu sualleri yöneltenler hâdiseyi hatırlıyor mudur, hatırlıyorsa ne düşünüyordur bilmiyorum.
***
Kâğıt fiyatlarındaki artış basın-yayın faaliyeti gösteren bir çok müessese ve bu müesseselerde vazifeli bir çok şahıs tarafından dile getirildi. Geçtiğimiz hafta Baran’ın 608. sayısı için derginin basıldığı matbaaya gittiğimde işletme sahibi ile ayaküstü biraz sohbet etme fırsatımız oldu. Kâğıt fiyatlarının astronomik bir şekilde artmasından ve kâğıtçıların krizi fırsata çeviren tutumlarından, “Sene başında 75 lira olan bir top kâğıt bugün 152 lira. Kâğıtçılar peşin para olmadan kâğıt vermiyor artık. Dolar kurunu da 7,5 liradan hesaplıyorlar. ‘İşine gelirse’ diyorlar. Ne yapacağımızı bilemez olduk.” cümleleriyle yakınırken, içeriye giren ve daha sonra kâğıt satıcısı olduğunu öğrendiğim şahıs, “biraz görüşebilir miyiz?” diyerek matbaa sahibinin henüz bir kaç gün önce aldığı kâğıdın ücretini ödemesi için tehditkâr bir konuşma yaptı. Bu şahsa, kâğıt satışını niçin yüksek kurdan hesapladıklarını sorduğumda, “bankalar da öyle hesaplamıyor mu kardeşim?” gibi saçma bir karşılık verdi. Kendisine, “yarın maliyeciler kapına dayandığında aynı şeyi onlara da söyle” diyerek matbaa sahibiyle konuşmama devam ettim. “Görüyorsun işte hocam, her şey dolar bazında zamlandı, bu da yetmiyormuş gibi üzerine kur meselesi çıktı. Allah sonumuzu hayr etsin.” diye yakınmaya sürdürdü.

Matbaadan çıkıp zarf almak için II. Matbaacılar Sitesi’nde bulunan bir dükkâna gidip sene başında kutusunu 22 liradan aldığımız zarfın 45 lira olduğunu görünce, insanların her köşe başında içine düştükleri sıkıntıları anlattığını işitince ise iktidara yakın medyada ağızdan “k” harfi çıkınca koro hâlinde “anma adını” denilen “kriz”in ne kadar sert çarptığını daha iyi idrak ettim.
***
15 Temmuz’un ardından Baran’ın hemen hemen her sayısında bir sonraki saldırının ekonomiyi yıpratmak suretiyle iç karışıklık çıkarmak ve doğrudan dış müdahaleye zemin hazırlamak olacağını dile getirdik. Hususî olarak bir sonraki saldırının nereden geleceği sualini röportaj yaptığımız muhataplarımıza da yöneltip, “ekonomi” cevabını aldık. Buna mukabil ekonominin idare ediliş zihniyetinde hiç bir değişikliğin yaşanmadığını da müşahede ettik. Biz bunlara kafa yorarken bir taraftan Batıcı oligarşik zümre diğer taraftan iktidarı sadece nemalanmak için destekleyen yavşaklar keselerini doldurmayı sürdürdü.

Aylık’ın mevzu sayısının kapak yazısında, “Dost acı söyler ve biz bu memleketin selâmeti için hakikati söylemekten hiçbir zaman geri durmayacağız; bakmayın güce tapanların, “kraldan çok kralcı” olanların kendilerini garantiye almak için ülkede hiçbir sorun yokmuşçasına konuşup, sunî gündemler oluşturarak onların peşinden koştuğuna… Türkiye ekonomisi, artık palyatif tedbirlerle kurtarılacak aşamayı çoktan geçmiştir.” diyerek dile getirdiğimiz köklü değişimler yapılması gerektiği yönündeki uyarılarımız, tıpkı mitinge katılan vatandaşlar gibi devlet tarafından da görmezden gelindi.  Elbette vatandaşın tek kabahati kendisine her söylenene inanmaktan başka bir şey değil; ama devletinki öyle mi? “Üretmeden tüketen ve yaptığı üretim de montajdan ibaret olan, sürekli dış ticaret açığı veren, faiz sarmalından kurtulamayan, başkalarının inisiyatifine bağlı turizm ve inşaat sektörünü merkeze alan, halkı imtiyazlı oligarşik bir zümrenin insafına kalmış bir ekonomik sisteme/sistemsizliğe sahibiz.” demiştik, aynı tas aynı hamam devam edildi. 2017 yılında inşaat sektörü yüzde 8.9, turizm sektörü ise yüzde 30 genişledi. Oligarklara dokunulmadı. Hatta memleketimizin ağaçları azalmasın diye (!) Çin’den kâğıt ithal etmeye, distribütörlükten dünyaları yiyip doymayanlar elini taşın altına koymaktan imtina etmeyi sürdürdü; çünkü rahatlarını bozmalarını gerekli kılacak ne ahlâk ne şuur ne de bir devlet ortada yoktu. Üretimin artırılması adına herhangi bir adım atılmadı. Böyle deyince, “devlet o kadar teşvik verdi” diyenler çıkacaktır elbet. Onun da cevabı az sonra!..
***
Nihayetinde geçtiğimiz aylarda gerçekleşen ufak bir kur manipülasyonuyla Türkiye ekonomisi yerle yeksan oldu. Dövizin değer kazanmasından ziyade Türk Lirası’nın değer kaybından kaynaklanan artış neticesinde 1 Ocak 2018’de 3.77 olan dolar 7.0 liranın üzerine kadar çıktı, bugün ise 6.50 civarında fiyatlanıyor. Tabiî olarak bu durum üretmeden tüketen, neredeyse her açıdan dövize bağımlı olan Türkiye’de var olan iktisadî krizin görünür bir hâl almasına vesile oldu.

Evet, Türkiye senelerce bize müttefikimiz olarak yutturulan, her fırsatta sırtımızdan hançerleyen ABD tarafından yapılan bir ekonomik saldırı ile karşı karşıya... Fakat bu saldırının geleceği belli değil miydi? Adama, “saldırının geleceği gerçeği bu kadar sarih bir şekilde ortadayken önlemini niçin almadın?” demezler mi? 
***
Devletin verdiği teşvikler meselesine gelecek olursak; dolar manipülasyonunun ayyuka çıktığı günlerde, bir bankanın bilmem neredeki şubesinde müdür yardımcısı olarak vazifeli sınıf arkadaşımı, bir fincan acı kahvesini içip sohbet etmek için ziyaret ettim. Mesele döndü dolaştı ekonomik krize geldi. Aramızdaki diyalog şöyle:

-Üretmiyoruz abi, üretmezsen ufacık manipülasyonda böyle dağılır gidersin.

-Üretim için bir çok adım atıldığını, bir sürü teşvik verildiğini söylüyorlar.

-Evet! Öyle adımlar attılar ki; 2017 senesinde 50 milyar liralık KGF (Kredi Garanti Fonu) ayrıldı. Müşterilerimden birisi aldığı bu desteği X bankadaki vadeli hesabına yatırdı, aldığı faiz ile taksitlerini ödüyor. Bir diğer müşterim de bu destekle Muğla’da yazlık satın aldı, konut kredisi öder gibi ödüyor, nasılsa faiz oranı asgarî seviyede. Geçsinler o destek, teşvik işlerini.

-Neymiş; denetim yoksa devlet de yoktur. Sil baştan yeni bir devlet kurmak lâzım. Her yanından lâğım akan, insanları kokuşmuş bu sistemle daha fazla gitmez!
***
İdarecilerimiz, bu söyleyeceklerimizi bir dostun acı sözleri olarak algılayabilirler; meselemiz “biz söylemiştik” demek değil, memleketimize ve milletimize düşmanlık edenlere argüman vermek hiç değil. Sürekli dış güçlere bağlanan, arada bir Türkiye’nin “global güç” olma yolunda adımlar attığı iddia edilen, hamaset yüklü söylemlerle bir yere kadar gidilebileceğini dile getirmek istiyoruz. Çünkü kendi kağıdını dahî üretemeyen bir devletin “global güç” olma iddiasına sadece gülerler.

Kuralları düşmanlarımız tarafından konulan masadan hiç bir kazanım elde edemeyeceğimizi, masayı devirmemiz gerektiğini belirtiyoruz. Aksi takdirde, ekmeği, aşı kesilen halk yarın birbirini boğazlamaya başlarsa hiç de şaşırmamak lâzım. Bunu önlemek için de milletimizi sömüren, açlığı ve yoksulluğu reva görenlere karşı fiili mukavemetin vakti geldi de geçiyor. Milletin tepkisini dışarı yöneltmek için de önümüzdeki ilk fırsat İdlib... Mukavemetinizi gösterin, halk arkanızdan gelecektir; meydan sizin! 


Baran Dergisi 609. Sayı