Bugünkü devlet müessesesinin belediyecilik ve sosyal devlet planındaki rollerini üstlenmiş, üretici ve esnafı destekleyen ve buna karşılık onlar ile tüketici arasında muvazene kurulmasını sağlayan, toprak mülkiyeti meselesine vakıflar üzerinden çözerek rantın önüne geçen ve ziraî üretimi destekleyen bir müessesedir vakıf. Kısaca tekrar ifâde etmek gerekirse, İslâmî vakıflar, Müslüman ülke iktisadî sistemlerinin temel dayanak noktalarından biridir.
Abdullah Kiracı’nın Baran Dergisi’nde haftalık olarak tefrika edilen ve dergi bünyesinde olmamız hasebiyle çok farklı kesimlerin alâka ile takib ve istifade ettiğini bildiğimiz vakıf konulu yazı dizisi, “Geçmişten Geleceğe Vakıf Tasavvuru” başlığıyla kitaplaştırıldı. 551 sayfa hacmindeki bu eser, Nisan 2019 tarihinde Gölge Yayınları tarafından yayımlandı.
İlk bakışta, kitabı dört ana bölüm hâlinde değerlendirmek mümkün. Bunlardan birincisi vakıf kelimesi ve vakıf müessesesinin kaynağı ile dayanaklarının incelendiği giriş bölümü. İkinci bölüm ise İslâm öncesi medeniyetlerde vakıf müessesesinin ele alındığı kısım; bu bölümde Çin’den eski Mısır’a, Hindistan’a ve oradan Roma ile Avrupa’ya kadar farklı kültür, din ve medeniyetlerdeki vakıf müesseselerinin incelendiğini görüyoruz. Üçüncü bölümde, Peygamber Efendimizin kurmuş olduğu vakıflardan başlayarak, günümüze dek uzanan zaman zarfında Müslümanların kurmuş olduğu vakıflar değerlendiriliyor. Dördüncü bölümde ise en genel tabiriyle İslâmî vakıf hukuku üzerine çalışıldığını söylemek mümkün.
Kitabın önsözüne baktığımızda, yazar, genel ağırlığı nazarî ve terkibî olmak zorunda olan İbda Külliyâtının bir muhatabı olarak, külliyât ile hayatın pratik sahaları arasında kurulması gereken irtibata dikkat çekiyor ve vakıf bahsini de bu bakımdan ele aldığını ifâde ederken, belki de uzun yıllardır göz ardı edilen temel bir soruya dikkat çekiyor: Külliyâtın pratik hayata tatbiki nasıl gerçekleşecek?
Kitabın ara kapağında ise şöyle bir ifâde dikkat çekiyor:
- “Geleceğin tarihin yansıması olduğunu, geleceğin de tarih gibi kurgulanıp “malûm” hâle getirildiği göz önünde bulunduran bu eserde vakıf kurumu ele alınıyor. Çeşitli medeniyet ve milletlerde var olan vakıf ve telakkileri ile İslâm dönem vakıfları ve anlayışı üzerinde duruluyor; bilhassa Osmanlılarda vakıflar ve toprak mülkiyeti rejimi…”
“Peygamberler Olmasaydı, Medeniyet Olmazdı”
Kimi İslâm’dan önce neşvünema bulup kaybolan, kimiyse varlıklarını sürdürüp İslâm sonrası dönemlere kadar uzanan medeniyetlerdeki vakıf müesseselerinin de ele alındığı bu eserin incelemesinde bana kalırsa en önemli hususiyetlerin başında yazarın tarihe bakışı gelmektedir. Batılı yahut Batılılaşmış zihinler, tarihi, geçmişten geleceğe doğru sürekli olarak diyalektik şekilde ilerleyen, kendiliğindenci ve manevi bir maksadı olmayan “linear” bir çizgi olarak ele alır. Bu sebeble de bugün inşa edilmiş olan kültür ve medeniyetin, geçmişteki kültür ve medeniyetlerin toplamından bir fazlası olduğunu iddia ederler. Onlara göre, nereden geldiğini tam mânâsıyla izah edemeseler de, peşin fikir olarak mağara devrinde başladığını kabul ettikleri insanlık, o günden bugüne kadar sürekli tekâmül etmiş ve bugünkü muasır seviyeye ulaşmıştır.
Buna karşılık, bir Müslüman’ın bakış açısına göre dünya yaratılıp kemâle erdiğinde Hazret-i Adem dünyaya indirilmiş ve insanlık kemâle erdiğindeyse Allah Resûlü’nün mübarek bedeni halk edilmiştir. Zamanın ve mekânın gaye ve kemâl noktası bu bakımdan Allah Resûlü’nün yaşadığı dönemdir. Üstad Necib Fazıl, zamanda ve mekânda zirve noktası olarak, Allah Resûlü’nün Veda Hutbesine işaret eder. Dolayısıyla, bize göre, teknik ve saire plandaki ilerleme tek başına insanlığın kemâli noktasında belirleyici faktör olarak değerlendirilemez.
İnsan, zaman ve mekân ile beraber tarih şuurundaki farklılık, ele alınan mevzu hakkında yapılan değerlendirmeyi büyük ölçüde değiştirmektedir.
Büyük Doğu-İbda’nın tarih tezinin temelini “İlk insan ilk peygamberdi ve peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı” fikri teşkil eder. Bizim değerlendirmesini yapmış olduğumuz “Geçmişten Geleceğe Vakıf Tasavvuru” başlıklı kitab, Üstad Necib Fazıl ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koymuş olduğu Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün “tarih şuuru”na bağlı olarak bir meselenin geçmişten günümüze değerlendirildiği bir eser olma hüviyetiyle ön plana çıkmaktadır aynı zamanda.
Vakıf Müessesesinin İslâm Medeniyetindeki Yeri
Bugün bir İslâm Devleti’nin olmayışı ve günümüz pratiğinde vakıf müessesesinin, devletin en uygun şartlarla kiralamalar yapan emlakçılık müessesesi gibi anlaşılmasına sebeb oluyorsa da, vakıf müessesesinin gayesinin bu olmadığı muhakkak. Diğer kültür ve medeniyetlerde vakıf müessesesinin yerinden ziyade İslâmî vakıfların bu eserde yer alan faaliyet alanlarına baktığımızda görüyoruz ki, Müslüman ülke ekonomilerinin neredeyse merkezini teşkil eden bir müessese söz konusu. Bugünkü devlet müessesesinin belediyecilik ve sosyal devlet planındaki rollerini üstlenmiş, üretici ve esnafı destekleyen ve buna karşılık onlar ile tüketici arasında muvazene kurulmasını sağlayan, toprak mülkiyeti meselesine vakıflar üzerinden çözerek rantın önüne geçen ve ziraî üretimi destekleyen bir müessesedir vakıf. Kısaca tekrar ifâde etmek gerekirse, İslâmî vakıflar, Müslüman ülke iktisadî sistemlerinin temel dayanak noktalarından biridir.
***
Dergide haftalık olarak yayımlanan bölümlerin bir kitap olarak toplanmasında kimi tertib hataları göze çarpıyor. Meselâ kitabın “Vakfa Dair” başlıklı ilk bölümünde yer alan “Vakfın Şer’i Dayanakları” başlığının orada değil de “İslâmî Vakıflar” bölümü altında olması gerekirdi. Bununla beraber, dergi için haftalık olarak kaleme alınan bir yazı dizisinde göze batmayan; fakat kitaplaşınca sanki tekrarmış gibi göz tırmalayan kimi tekrarlar da rahatsız edici duruyor. Ayrıca vakıf bahsiyle doğrudan alâkalı mülkiyet ve arazi leri ile yine para vakıfları bağlamında bankacılık sisteminin daha kapsamlı bir şekilde ele alınması gerekirdi diye düşünüyoruz. Sonraki baskılarda bu beklentilerimizin karşılanacağını umuyoruz.
***
Biraz evvel de ifâde ettiğimiz gibi, yalnız vakıflarla alâkadar olanların değil, aynı zamanda devlet, sosyoloji ve iktisad ilimleriyle alâkadar olanların da istifâde edebileceği oldukça kapsamlı ve geniş bir eser olmuş.
Bunun yanında, İslâm Devleti olan Başyücelik Devleti idealimizin hayal ürünü olmaktan çıkıp, mevcut sistemler arasında bir alternatif olarak kendisine yer bulabilmesi için, fikrin mücerred terkiblerinin bu ve bunun gibi eserlerle pratik hayata el uzatması ve böylelikle hem el attığı sahayı ve hem de kendisini canlı kılması gerektiği kanaatindeyiz. İnşallah bundan sonra diğer sahalarda da benzer eserler kaleme alınır ve külliyât, bu eserler üzerinden pratik hayat içinde daha da canlı bir yüzüyle biz okurlara görünür.
Aylık Dergisi 177. Sayı Haziran 2019