İsrail, bir bahane ile Filistin’e karşı yeniden saldırıya geçti. Artık bugün birçokları tarafından kanıksanmış olan bu utanç yükünü Türkiye açısından değerlendirmek niyetindeyiz. Öncelikle son olayların nasıl başladığıyla meseleyi önümüze koyalım.
Batı Şeria'da 12 Haziran'da kaybolan 3 Yahudi yerleşimcinin 18 gün sonra ölü bulunmasının ardından Filistinli genç Muhammed Ebu Hudayr, 2 Temmuz'da Yahudi yerleşimciler tarafından kaçırılmış ve yakılarak öldürülmüştü. İsrail, bu olayların ardından 7 Temmuz'da Gazze'ye "Koruyucu Hat" adı altında operasyon başlattığını duyurmuştu. İsrail’in geçtiğimiz hafta Gazze Şeridi'ne başlattığı operasyonlarda şu ana kadar 33'ü çocuk, 16'sı kadın 166 kişinin hayatını kaybettiği, bin 120 kişinin de yaralandığı açıklandı.
Gazzeli mücahidlerin İsrail’in operasyonlarına karşı gerçekleştirdikleri saldırılardaysa, kullandığı silâhlarda çeşitliğin arttığı gözleniyor. Özellikle bu operasyona İsrail saldırılarına karşılık vermek için kullanılan füzelerin 150 km’lik menzili ve isabet oranındaki yükseklik son derece dikkat çekici. İsrail’in çok övündüğü “Demir Kubbe” adlı hava savunma sistemi, şimdiden mücahidlerin önünde delik deşik olmuş vaziyette. Yâni Gazze, mevcut şartları içerisinde üzerine düşenden fazlasını zaten yaptı, yapıyor.
Değerlendirmemize Türkiye’de iktidarsa bulunan Ak Parti hükümetiyle devam edelim. “Van Minut” çıkışı ile gözler hem Türkiye’ye hem de Başbakan Receb Tayyib Erdoğan’a çevrilmişti. Öyle ya, Türkiye, İslâm Âleminde sancağın düştüğü diyardır ve bu sancak yeniden buradan dikilecektir, beklenti budur, hakikatte. Müslümanlar bu konudaki ümitlerini hiçbir zaman yitirmemişleridir. Herkesin suspus olduğu, İsrail’in âdeta dokunulmaz olduğu, kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği bir zamanda, Başbakan’ın “Van Minut” çıkışı, İsrail’in cürümleri karşısında üç maymunu oynayan, siyonistlerin elinde kukla olmuş idareciler tarafından idare edilen İslâm Âlemi için gerçekten de çok önemli, ümit verici bir hadisedir. 2009 senesinde, Davos Ekonomi Zirvesi’nde gerçekleşen bu hadisenin ardından 2010 senesinde Türkiye’den yola çıkan ve Gazze’ye insanî yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine, uluslararası sularda İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırı, gözlerin bir kez daha Türkiye’ye çevrilmesine neden olmuştur. Özellikle, Mavi Marmara saldırısından sonra Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler birçok bakımdan askıya alınmıştır.
Buraya kadar Türkiye’nin Gazze’nin yanında, İsrail’in karşısında izlediği politik söylem son derece yerindedir de, peki ya sonra? Türkiye neden hâlâ Mavi Marmara gemisi etrafında politikalar peşinde, kimse soruyor mu? İsrail tazminat ödeyecekmiş, özür dileyecekmiş, Gazze ambargosu kalkacakmış… İsrail Başbakan’ı Netanyahu özür diledi, bu bir ilk olması bakımından, evet gerçekten de önemli fakat gidin sorun bakalım Gazze’de bugün çocuğunu kaybeden babaya, bu özrün ne mânâsı var acaba?
Nelerin yapılmadığını bir kenara koyalım da, gerçekten de bir şeyler yapmak isteyenlerin neler yapabileceğini konuşalım.
Birincisi; Türkiye’nin İsrail ile olan karşılıklı tüm ilişkilerini kayıtsız şartsız askıya alması gerekir.
İkincisi; İsrail’in maslahatgüzarını ülkesine geri gönderilmesi ve istenmeyen adam ilân edilmesi gerekir.
Üçüncüsü; Türkiye, Filistin devletini tanıyorsa eğer, ki tanıyor, Filistin’le tabiî olarak askerî anlaşmalar yapabilir. Özellikle askerî planda yapacağı anlaşmalarla Filistin’le ortak askerî kara, deniz ve hava tatbikatları yapabilir Türkiye, hem Gazze’de, hem Akdeniz’in Gazze kıyılarında.
Dördüncüsü; Türkiye, devlet olarak tanıdığı Filistin’le pekâlâ ticarî anlaşmalar da yapabilir. İsrail, Gazze’ye ambargo uygulayadursun, yaparsın devletler arasında ticarî anlaşmaları, devlet eliyle gider gelirsin. Ne de olsa TSK’nın görevi “yeni güvenlik sorunlarına ve krizlere uygun şekilde reaksiyon göstermek” değil mi?
İsrail ile gelinen noktada artık lâfın, söylemin bir hükmü kalmamıştır. Türkiye’nin bu topraklardaki din kardeşlerine karşı mesul olduğunu ifâde eden liderin, liderliğinin gereği olan somut adımları bir an evvel atması icab etmektedir. Bugün, Gazze’ye yönelik gerçekleştirilen Siyonist operasyonunun vebalî, işleri söylem seviyesinde tutarak, bir türlü gerçek adımlar atmaya yanaşmayan Türk hükümetinin boynundadır.
Ve son olarak, bu vebâl politik bakımdan ne kadar hükümetin boynundaysa da, işin hakikat cephesinde bir o kadar bu hâlde olmamızın tek sebebi olan bizim boynumuzdadır. Unutmayalım!..