Cumhuriyet gazetesinin “Olaylar ve Görüşler” köşesinde Doç. Dr. Ayşe Atalay, “Siyasal İslam ve modernite” başlığı adı altında neresinden tutsanız elinizde kalacak bir “makale” kaleme aldı.
Din, dil ve kültür olarak kendilerini Batı’ya teslim eden ve geçmişlerini bir kalemde silen Batıcılar, Türk toplumundaki kültürsüzlüğü 20 senelik iktidara bağlayarak, Batıcı politikalarla insanımızın idrakini iğdiş eden kendileri değilmiş gibi toplumu lümpenlikle suçluyor. Cemiyetimizde Tanzimat ile başlayan, Cumhuriyet ile beraber tepe noktasına ulaşan bozuluşun 20 senede olduğunu iddia ediyor. Oysa son 20 yılda bozulmanın devam etmesi, mevcut iktidarın yeni bir dünya görüşüne nisbet etmek yerine rejimin karakterine uygun Batıcı politikaları tam gaz devam ettirmesine dayanıyor.
Anlayacağınız, Ayşe Atalay, nasılsa yiyenler var hesabı, bu dejenerasyonun tarihî mirası reddedip Batı’ya raptolunmak suretiyle yaşanan bir sürecin neticesi olduğunu görmezden gelip Batıcılığı aklamaya çalışırken, iktidarın Batıcı rejimin kimyasına uygun davrandığı gerçeğini de reddedip Müslüman kimliğini öne çıkararak İslâm’a doğrudan saldırıyor. İslâm’a saldırdığını ise “Siyasal İslâm” demek suretiyle gizlemeye kalkıyor.
Zira toplumdaki bölünmüşlüğü, “Bir yanda çağdaş uygarlıktan, hukukun üstünlüğünden, aklın ve bilimin rehberliğinden, yurttaş kimliğinin benimsenmesinden yana toplumsal dinamikler yer alırken, diğer yanda, doyumu dini değerlerde, mutluluğu ve huzuru geçmişin canlandırılmasında arayan, kulluk düzenini ve akıldışılığı savunan bir kesim güçlenmiştir.” şeklinde ifade ederek Müslümanları açıktan hedef tahtasına koyuyor.
Batı’nın vurgun yemiş garpzedeleri
Halbuki, dini hayatın merkezinden alıp onun yerine bilimi yerleştiren Batıcı düşünceyi bir din olarak telakki eden Batıcılar, “bilimsel bilgi”ye de kutsallık olarak atfediyor ve Batı’nın “evrensel değerler” yalanına hakikat olarak tapıyor. Bunu da çağdaş uygarlık olarak telakki ediyor.
Ahlak ve kültürün dinden tevarüs ettiğinin şuurunda olmayan “garpzede”lerimizden Atalay, “Bugün çağdaş değerler olarak nitelendirdiğimiz değerlerin pek çoğu Batı uygarlığı tarafından yaratılmıştır. Siyasal İslam ise çağdaş uygarlık değerlerini reddetmekte, eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi talepleri Batı emperyalizminin savunuculuğu olarak algılamaktadır. Bu bakımdan akıldışılık ve modernite karşıtlığı, siyasal İslamın, çağın değerlerine ters düşen anakronik bir yapıya, akıldışılığı özendirmesi açısından da absürtlüğe doğru evrilmesine yol açmaktadır. Siyasal İslam; modernitenin belli başlı kilometre taşları olan pozitivizm, kuşkuculuk, sorgulayıcılık, akıl ve bilimin önderliği gibi özellikleri, inanca ters düştüğü için yadsımakta, dolayısıyla çağdaş gelişmelere, moderniteye karşı çıkmaktadır.” diyerek hiçbir istinad noktası tanımayan modernitenin dünyayı getirdiği vaziyeti göremeyecek kadar bağnaz olduğunu da açık seçik ortaya koyuyor.
Hülasa; cemiyetimizin zihnen çarpıklaşmasının, idrakinin iğdiş edilmesinin ve dolayısıyla toplumda yaşanan her türlü dejenerasyonun müsebbibi garbzedelerin tapındıkları Batı ve Batıcı rejimdir, 20 yıldır iktidarda olanların suçu da Batıcılıktan bir türlü vazgeçememesidir.