Fert Nedir?
Her insan yaratılış hakîkatine bağlı olarak doğar, yaşar ve ölür. Doğumdan sonra, hayatını idame ettirmeye başladığı, sosyal çevre ile olan etkileşimi nisbetinde ve o toplumun hakîkatlerine bağlı olarak içinde yaşamaya başladığı ortamın normlarını içselleştirmeye başlar. Bu yapının oluşturduğu kendine has mantık sistemi çerçevesinde bir takım doğru-yanlış bilgilerle donanır.
"İnsanların, her biri ayrı zamana ait olarak, kendi isteği dışındaki bir 'zaman-mekân' birliğinde belli bir sosyal yapı; her biri sosyal yapıyı temin eden ve birbiriyle etkileşen ekonomik, hukukî, siyasî ve psikolojik yapılardan meydana gelmiş bir düzende doğduğunu söyleyebiliriz. Ve bir devlette, bir parti programının veya muayyen bir doktrin ve zihniyetin müşahhas ifadesi olan rejiminde, iktidarı kullananların yönetimine, 'emir ve kararlarına' mevzu olduğunu da belirtebiliriz." (1)
Toplumda mevcut normlara ve kendisine empoze edilen "gerçek"lere göre hayatını idame ettiren insan, toplumun bir ferdi olmaktadır. Bu vasfı kazandıktan sonra ferdin toplum içerisindeki vazifesi tam anlamıyla başlamaktadır. Her fert içine istemdışı düştüğü sosyal çevrenin-statükonun sürekliliği yahut değişiminde bir role sahip olacaktır, olmalıdır.
Şahsiyet Nedir?
Her fert toplum içerisinde belirli bir role ve değiştirici bir etkiye sahip konuma gelebilir. Bu keyfiyete ulaşmak bir şahsiyete bürünmekten geçer. "Şahsiyet nedir?" diye soracak olursak; “şahsiyet” kelimesi “şahs” kelime kökünden gelir ve mânâsı “ıztırap çekmek”tir. Şahsiyet sahibi olabilmek zor ve meşakkatli bir yolun aşılmasını gerektirir. Bir fikrin çilesini çekmek ve ideali aramak uğrunda herşeyden feragat edebilme keyfiyetidir. Doğru sandıklarını arayış içerisinde reddedip yıkmak ve bir daha imar etmek, ardından tekrar yıkmak ve bir daha imar etmek kaydıyla idealin aşkıyla yanıp kavrulmak, ideal olanı bulabilmek uğruna çile çekmek şahsiyet kazanabilmenin yegâne yolu...
"İnsanın, içtimaî ilişkiler bütünü içinde bir varlık olduğunu söyler ve bununla onun genişliğine keyfiyetini belirtirken, derinliğine keyfiyetinin de içtimaî ilişkilerin şuuruna varmakla başladığını, şuurlanma keyfiyetinin ise bu ilişkiler bütününü değiştirmek anlamına geldiğini belirtmiş oluruz. Bu bakımdan, toplumdaki ‘fert’, hazırlop olarak aileden, okuldan, toplumdan ne aldığının şuuruna erdikçe ve nefs muhasebesine erişip kendi şuurunu 'yıkma, yapma ve zenginleşme' şeklinde değiştirdikçe, ilişkiler bütününü değiştirecek 'şahsiyet' olur." (2)
"Dünyayı sen mi kurtaracaksın?" tarzındaki boş sözlere karşı ölçümüz "benim olmadığım yerde kimse yoktur"... Bunun dışındaki her düşünce topyekün bir reddedişin de kapısını aralar. Bunun haricinde kalan her düşünce "Ben insanı, eşya ve hadiseleri zapt ile teshir etsin diye kendime halife olarak yarattım" ayet-i kerimesine karşı oluşu ifade etmektedir. Bu keyfiyete erişmek temel gayelerden… Ve kendimizden başlayarak çevreyi değiştirmek…
-Batı'nın-Sistemin Ferde Bakışı-
Ferdin Şahsiyet Kazanamaması
Ferdin asıl memuriyetine nisbetle günümüzde aldığı hâli anlayabilmek için gerek global, gerekse de yerel olarak içinde bulunulan koşulları ve bu koşullardan yola çıkarak sistemin ferde bakış açısını irdelemek gerekmektedir. Ara başlıkta "Batı'nın-Sistemin" ibaresini kullanmamızın sebebi de bugünkü müesses nizamın Batı normları üzerine bina edilmiş olmasıdır.
"Hakikate mutlak mânâda zıt söz söylemenin mümkün olmaması" ölçüsünden yola çıkarak Batı tefekkür dünyasındaki fikrî yansımaların hakikatin eğilip-bükülmüş formları olduğunu söylemek mümkündür. Bugünkü Batı düşünce yapısının devlet, toplum ve ferde bakışını Rönesans Avrupası sonrasında filizlenen fikirlerde görebiliriz. Rönesans Avrupasının etkileyici aydınlarından Niccolo Machiavelli’in de savunduğu düşünceden hareketle Batı'nın tefekkür dünyasında fert, doğası gereği "kötü ve bencil"dir. Kamu menfaatleri, fert menfaatlerinin üzerinde tutulmasına rağmen kamu ve içtimaî hayat küllî olarak ahlâkî değerlerden arındırılmış, düşünce yapısı tamamen çıkarları savunma güdüsü üzerine tesis edilmiştir. Yine Batı’da zamanının etkileyicilerinden Thomas Hobbes’un da "homo homini lupus-İnsan insanın kurdudur" görüşünü savunmasının temelinde Batı tefekkür dünyasının ferde bakışı yatmaktadır. Bugün mevcut global sistemin bu düşünce ışığında şekillendirilmesi neticesinde ortaya çıkan ferde bakış da malûm.
Materyalizm temeline oturtularak liberal ekonomik modelin benimsendiği, demokrasi ile arka plandaki oligarşik yapının maskelendiği ve ulus-devletler ile egemenliğin sınırlarının çizildiği müesses global nizamda ferde bakış elbette bahsi geçen kavramlardan ve fikirlerden anlaşılacağı üzere mekanik-robotlaştırılmış, düşünme yetisi elinden alınmış-mankurlaştırılmış ve sadece dominant olana entegre bir insan tasvirinden öte bir mâna ifade etmemektedir.
Müesses nizamın bu bakışı çerçevesinde ferdin doğumundan itibaren nizamın “hakikat”(!)ine nisbetle yetişmesi ve sürekliliğe dâhil olması adına tabiî olarak çaba sarfedilirken; gözden kaçmaması gereken husus ise bunun aslında insan iradesine ve idrakine yönelik alenî bir taarruz olduğu gerçeğidir.
Sosyal çevrenin üzerimizdeki tesiri dünyaya geliş anından itibaren başlarken sistemin dilinin hayatımıza girme zamanı televizyon, bilgisayar gibi aletler vasıtası ile yakın geçmişe nazaran daha erken bir zamana çekildi. Okul öncesinde hayatımıza sirayet etmeye başlayan sistemin dili, ahlâkı, sosyolojik durumu, okul sıralarında ferdi sistemin bir civatası hüviyetine büründürmeye başlamakta... "Batı önce tarihçilerini sonra tarihini oluşturdu" sözünden yola çıkarak yalan üzerine kurulu bir tarih, ortaya atılan teorilerin hakikat olarak kabul edildiği ve neticesinde hakikate ulaşma adına düşünmenin gereksiz kılındığı hazırlopçu bir tavra kapı aralayan fen ilimleri ve daha nesi ve nesi... Ahlâkî çöküntü de cabası... Lise, üniversite derken tek tek fertlerin şahsiyetsiz şahsiyetler olduğu ve "duvara yeni bir tuğla" olmaktan öteye gidemediği ayan beyan ortada…
Ferdin şahsiyet sahibi olmasının yolu “hakikat”e ulaşmak için sarfedeği çaba ve şuurunu yıkıp yeniden tesis etmekten geçerken mevcut nizam insanı ahtapot misali kuşatarak fertlerin şahsiyet sahibi olmasının önüne çeşitli engeller koymaktadır. Eğitim sisteminden ekonomiye, siyasetten bilim ve sanata anlayışına kadar her cephesiyle sosyolojiye yön vermeye çalışmakta ve içtimaî yapının tabiî mecraına kıvrılması önünde setler oluşturmaktadır. Modern eğitim sisteminin babası John Dewey’in tâ 1920’lerde sarfettiği “kendi adlarına düşünmeyi bilen çocuklar, herkesin birbirine bağımlı olacağı gelecekteki kollektif toplumun âhengini bozar” sözü bu düşüncenin aynası niteliğindedir.
Eğitim sistemiyle beraber şahsiyet kazanması önlenmeye başlanan, hakikat idrakini yitirmeye doğru yol alan fert, iktisadî nizamın kendisini sistemin çarkları arasında ezilmeye iten “hayatta kalabilmek için gerekli ihtiyaçlarını karşılamak adına çalış” düşüncesinin dışında hiç bir fikre ve düşünceye sahip olamamakta, topluma fayda sağlayacak fikirler üretememekte, kendisine yerleştirilen şuuru yıkma memuriyetine erememektedir. Bu şuura erenler de uyananları uyandırma aracı olarak kullanılan “hukuk(!)” vasıtasıyla tahakküm ve kontrol altında tutulmaktadır.
Şahsiyet ve Şuursuz Müslümanlık
İslâm dini, hayatın her şubesini kuşatıcı ve hayatın her alanında ferde ve içtimaî yapıya yön verici bir yapıya sahip olması hasebiyle sosyal bir din-sosyal bir hayat tarzı niteliğindedir. Bugün sekülerizm çerçevesinde İslâm tıpkı Hıristiyanlığın kiliselere hapsedilmesi gibi camilere hapsedilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayış Müslümanlara Müslümanlıklarını sadece ibadethanelerde yaşama zorunluluğunu dayatırken, Müslümanların İslâm’ın mührünü hayatın her şubesine vurucu bir tatbik fikrine ihtiyaçları olduğunun şuuruna varması gerekmektedir. Nefs muhasebesi, çevreyi müşahade, vicdan muhasebesi ve insanı için için kemiren “hakikat”e ulaşma ızdırabıyla insanca yaşanabilecek bir dünya-sosyal çevre…
İslâm hukukunda fert ve devlete bakışa kısaca bir değinmek gerekirse, kamu düzeni fert menfaatinden üstün tutulmuştur; fakat kamu gücünün ahlâkî değerleri şiar edinmesi, hak ve hukuka nisbetle tavır takınması ile beraber kamu düzeninin ve içtimaî yapının menfaatinin fertlerin menfaatlerine paralel bir şekilde yürütülmesi gözetilmiş ve fertlerin fikrî olarak tabiî mecralarına doğru kıvrılmalarının önü açılmaya çalışılmıştır. Yani kamu ile sosyolojik yapının birbirine paralel olarak aynı doğrultuda akması amaçlanmıştır.
Toplum fert fert ilahî memuriyetinin şuuruna ne kadar sahip? İşte en olumsuz cümle ile cevaplanması çok basit, o basitliğe nazaran cevabı insanın yüreğinden bir parça koparırmışcasına sızlatacak derecede zor bir sual. Elbette bugünkü mevcut düzenin insanlara sunmuş olduğu şuur seviyesi ve fikrî vasat bu ıztırabın bile hissedilmesi önünde engel…
Nisbet ettiğimiz fikir sistemi gereği ferdin her dâim kendi benliğine olan faydasından çok düşünmesi gereken, kamu düzenine ve topluma olan faydasıdır. “İslâm inkılâbınının cemiyetinde, içtimaî faaliyet mefhumu, ferdin kendi nefs hayrına zıt olarak, fakat, herhalde ve daima cemiyet hayrına görmeye memur olduğu iştir. Cemiyet bilânçosunda (1) vâhidlik bir (pasif) kıymet teşkil ederken öbür taraftan (1) den fazla bir (aktif) değer belirtmekle mükellef olan fert, daima, cemiyete kaça mal olduğunu, cemiyete kazandırdığından ne tarh edebileceğini ve elde müsbet bir bakiye kalıp kalmadığını vicdanına soracaktır. Böyle yapmıyan ferde, huzur yoktur; ve devlet reisinden çobana kadar ölçü budur.”(3) Müslümanlar bu şuura erişmediği müddetçe de “kurtuluş yolu” kapalıdır. Bu şuura erişmek ise şahsiyet sahibi olmaktan geçerken şahsiyet sahibi olmak için de ne gerektiğini yazımızda anlatmaya çalıştık.
Şahsiyet Sahibi Olmanın Sahte Yolları
Bugün “Şahsiyet sahibi olmak”, toplum içerisinde bir statü sahibi olmak mânâsını beraberinde getirirken, toplumda fert fert statü sahibi olmak adına atılan adımlar bireye şahsiyet kazandırmaktan çok “şahsiyetsizliği” temsil noktasına varmıştır.
Şahsiyetin ne olduğu ve nasıl kazanılacağı anlaşılamadığı için ve hatta bu yönde bir kaygı ve rahatsızlık hissedilmediği için bir çok ferdin yahud topluma yön vermesi gereken bir çok hareketin bir fikre ya da şahsa topyekûn karşı olarak-“anticilik” yaparak şahsiyet bulma yolunu seçtiğini görmekteyiz. Maalesef ortaya çıkan bu reaksiyoner tavır neticesinde cemiyet meydanına orjinal bir fikir atılamamaktadır. Bir fikrin ıztırabını çekmeden, karşı olunan fikrin söylediğinin tam zıttını söyleyerek, yani tersten taklit ile o fikrin üstüne basarak şahsiyet kazanma çabası... “Oysa en iyi taklit bile en kötü orjinden daha kötüdür; kaldı ki her insan kendine has keyfiyetiyle dünyaya gelir ve insan memuriyeti olarak herkesin ‘misyon’u vardır…”(4) “Zıttını Düşünmek” bahsi üzerine geçen ay kaleme aldığımız yazı içerisinde vurguladığımız üzere bu tavır ile ortaya çıkan, karşı olunanı tersten yaşan fikir, dâima hiçliğe mahkûm olmak zorundadır. Tam da burada bir “aydın-münevver” problemiyle karşı karşıya kalıyoruz ki, şiddetle irdelenmesi ve üzerine münazara edilmesi gereken bir mevzu… Mevzumuzu çok fazla dallandırıp budaklandırmamak adına aydınların karşı oldukları fikrin üzerine etraflıca düşünmesi sonrasında muhakeme etmesi akabinde şuur süzgecinden geçirip bünyesine tahvil ederek cemiyet meydanına orjinal önermeler atması gerekirken, bu yönde bir tavrı veya çabayı göremiyoruz diyerek bu meseleye değinmiş olalım.
Diğer taraftan başta gençlerin, olmak isteyip de olamadıkları şahsiyetleri sanal alemlerde (facebook, twitter vs.) bulmaya çalışmalarına ve bu platformlarda popüler olma çabasına da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Bu tür sanal ortamlar kazanılacak şahsiyetin önüne engel olarak çıkarken gençlerimizin sosyallleşmesine de mâni olmaktadır.
***
Soma Hadisesi Hakkında
Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde Manisa’nın Soma ilçesinde bir maden kazası meydana geldi… Bu kazada 301 masûm insanımızı kaybettik ve yine bu mevzu etrafında insanların birbirini suçlamak kaydıyla siyasî kavgalara giriştiğine şahitlik ettik. Kimileri bu elîm vakayı bile kendi faydasına tahvil etmek adına “şahsiyetsizlik”lerini ortaya koyarcasına ucuz muhalefet yolunu tuttu... Kim bir vicdan muhasebesine girişti? Kim rejimin ve sistemin kendisi etrafına ördüğü duvarları yıkarak sistemin ferde verdiği değeri eleştirdi ve olması gerekene dâir bir vicdan muhasebesine girişti?
MÜJDE
O gün bir kanlı şafak, gökten üflenen ateş;
Birden, dağın sırtında atlılar belirecek.
Atlılar put şehrine gediklerden girecek;
Bir şehir ki, orada insan ayak üstü leş.
Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş;
Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek.
Ve bir devrim, evvelâ devrimi devirecek.
Her şey birbirine denk, her şey birbirine eş.
Fertle toplum arası kalkacak artık güreş;
Herkes tek tek sırtına toplumu bindirecek.
Gökler iki şakkolmuş haberi bildirecek.
Müjdeler olsun size; doğdu batmayan güneş!
N.F.K.
Kaynakça:
1- Salih Mirzabeyoğlu, Bütün Fikrin Gerekliliği, İBDA Yayınları, 2. Basım-1990, Sf. 46
2- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, 3. Basım-1993, Sf. 40, 41
3- Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 19. Basım-2012 Sf. 220
4- Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız, İBDA Yayınları, 3. Basım-1993, Sf. 43
Aylık Dergisi 117. Sayı Haziran 2014