Kâinat insanda düğümlü, insan ise Allah’ta. Nereye bakarsa baksın, o manayı görmek ve göstermek, büyük fikir adamlarının, soylu kafaların işi. Mütefekkir Mirzabeyoğlu, kainat, insan ve maddenin köklerine iniyor, en ince tahlillerle Allah’ı birliyor.
Sefine adlı eserinde madde- insan ilişkisini kuantum, hologram vesair mevzular içinde inceler, Telegram eserinde daha özele inerken, Büyük Muzdaribler 1. 2. 3 ve 4. ciltlerinde düşünce tarihine sentezci bir kafayla bakarken, bu arada Elif’le soluklanırken, Furkan’la büyük ve orijinal lûgatcesini serdederken, Berzah’ta insanın ve evrimin köklerini en müşahhas verilerle, âdeta bir ilim adamı bir biyolog hüviyetiyle, lisanın birliğinden maddenin manaya kıvrılışına kadar dillendirirken, son eseri Erkam’da da sayıların, kitabet- lisaniyat birlikteliği içinde matematiği günlük hayatın görülebilir zevki haline getirirken bize düşen vazife ise, bu “terkibî hükümler”le imanımızı tahkim edip küfrün üzerine daha bir şevkle yürümek olmalı.
Mütefekkir, aksiyoncu ve sanatçı Salih Mirzabeyoğlu’nun 50.eseri olarak sevenleriyle buluşan Erkam vesilesiyle günlük hayattan ruhî hayata, kozmolojiden ontolojiye, matematikten astronomiye, sayılardan harflere, müceretten müşahhasa birçok mevzuya değineceğiz.
“Sevenleriyle buluşan 50. eseri” dedik ya, İngilizce “seven” 7 demek. Yedi ise eserde “Bilgeliğin Sütunları” başlığıyla verilmiş. Erkam’dan Berzah eserine gidip geliyoruz ya, Berzah’ta ise, “İnsanî Hakikatin 7 Perdesi”nden bahsediliyor.
Rakamlarla- sayılarla şöyle böyle hepimizin ilgisi var. Fikrî, ruhî, sosyal ve ferdi hayatımızda sayıların bir yeri var. Kimimiz bunu düşünürüz, kimimiz düşünmeyiz. “Allah tektir, teki sever”den “Allahın hakkı üçtür”e, “üçler, yediler, kırklar” dan “bin yaşa” ya, “biri bilmeyen bini hiç bilmez”den (Araplarda son sayı bindir), “bir kötünün 7 mahalleye zararı var”a, “bir baba dokuz çocuğu besler” den, “1001 gece masalları”na (1001 şey, pek çok demek) kadar; matematiği hayatın bir zevki olarak görüyoruz.Bu yazımızda ise tedailerle gideceğiz.
Genç bir arkadaşa (Meslek lisesi mezunu- inşaatçı) sordum:
-En sevdiğin sayı?
-7
-Neden?
-Bilmem, uğurlu sayımdır.
-7 gök, 7 renk, 7 ses. “Seven”... Peki en sevdiğin şekil?
-Bilmem, pek düşünmedim.
-Düşün öyleyse!
-Prizma, üçgen prizma.
-Evet, ben de prizmayı severim. Yere sağlam basmasından ve göğe yükselen sivri ucundan olsa gerek!
Ateşin piramid şekli... Michalengelo’nun bir öğrencisine, “bir şekli her zaman, pramid biçiminde, yılankavî yapması gerektiğini” öğrettiğini Erkam’dan okuyoruz. Yılankavî çizgilerin, en muhteşem örneklerinin ise bizim hat sanatında olduğunu biliyoruz.
Erkam’ın alt başlığı: “Hayat- Sayı- Matematik”… Matematiğin ve sayıların hayatla, hayatımızla yakın ilgisi. Tabiat baştan sona sayılar ve şekillerden ibaret. İnsan ise Mutlak Bir’ den gelen bir…
Erkam, hayat- sayı ve matematikle ilgili; Salih Mirzabeyoğlu’nun bundan önceki eseri Berzah ise, kozmolojiden biyolojiye, şuurdan maddeye “ontolojik- varlık bilim”, ve “epistemolojik- bilgi teorisi” mevzuları içiçe, insanın ruhî aksiyonuna ait bütün vahitlerin irca edileceği, bütün dalların birleşeceği kök’e bağlanıyor. Erkam da bu dallardan biri ve ilm-i ledün sahibi tahkikî iman ehli muvahhid Salih Mirzabeyoğlu tarafından aynı köke bağlanıyor.
“Tedailerle gideceğiz!” demiştik... “ Erkam, 50. eseri” demiştik… 50 deyince Üstad Necip Fazıl tarafından “ 500 yıldır beklenen mütefekkir” diye karşılanan Salih Mirzabeyoğlu’nun misyonunu hatırlıyoruz ve mevzuumuz matematikle alakalı şu haberi okumak istiyoruz: “İslâm sanatı 500 yıl ileri. ABD’li araştırmacılar, Batı’nın 30 yıl önce keşfettiği geometrik bir sistemin, İslâm bilim adamları tarafından Bursa Yeşil Camii gibi pek çok camii ve medresede, 500 yıl önce kullanıldığını ortaya çıkardı.”
Sayılar o kadar mühim hayatımızda; sayısız hayat olmuyor. Şu yazdığım sayfaları numaralamasam ortaya yazı çıkmaz ve sizlere ulaşmaz.
Matematiğin doğuşu ve sayıların kaynağı hakkında Araplara ve Hintlere kadar gidiliyor ve lisanların kaynağında iş düğümleniyor. Sayıların kaynağı şöyle izah ediliyor Erkam’da: “Neticede ilk insana kadar giden bir derinlikte ve ilk dilin Süryanice olmasına nisbetle, İslâmındır; Süryanice’den türeyen ilk diller de, Arapça ve Hindçe.”
Üstad Necip Fazıl’dan.
“1 var, 1... Ne 2, ne 3 ne 5... Git gidebildiğin kadar... Olan yalnız bir... Öbürleri 1’in kendi üzerinde katlanışından ibaret... 2, 3, 5 ki, mahiyetini 1’in 2, 3, 5 lere kendi üzerinde katlanışından alıyor, demek kendisiyle yok... Ve 1 ki, 1 elma, 1 yıldız, 1 insan gibi, 2, 3, 5 olabiliyor, o da kendisiyle yok... Ve herşey ideal 1’ den nişane... Evet, dava 1’de 2, 3, 5 olan mutlak 1’de.”
Büyük Doğu’nun açılımı- tafsili olan İBDA, Erkam vesilesiyle, hayattaki 1’in vazgeçilmezliğini, ideal 1’e nişane oluşunu gösteriyor. Herşeyin başı bir, “Bir” siz hayat olmuyor... Mutlak Bir ve Başlangıca Aid Varlığın Sayısı Bir. “Vahid” kavramı... İmam-ı Azam Hazretlerinin, Allah için, sayıya ve sınıra gelmeme manasına “Şiddetle Bir” tavsifini anlayalım.
Sıfır etrafındaki değerlendirmeler çok enteresan. Sıfırın keşfi, “hiçbir insan eseri, düşüncenin gelişmesi üzerinde onun gibi etkili olamayacaktır” dendiği kadar var. Sıfırın, yokluk, boşluk, anlamsızlık gibi anlamları var; varlığı bilmek için gereken bir şey, yürümek için gereken bir şey.
“Bir- Sıfır- Bir” bahsinden: “Öyle anlaşıyor ki, sayılar, 1,0,1 şeklinde görünüyor... Burada sıfır, “berzah” sırrı şeklinde; şuurun birbirine bitişik iki ucundaki vahid meselesi. Vahidler, Allah ve kul plânında Sevgilisi... Berzah da, Emr âlemine âit, “kün” emrine dair işlerin gerçekleşmesine âit olan âlem; mânâlar âleminin merkezi olmak gereken ruh.”
Sıfırı bulup Batıya ulaştıran Araplar; Hind’den alıp geliştirmişler. Sanskritçe kelimeler arasında sıfırın manaları; gök, fezâ, atmosfer, gökyüzü... Gök kubbedeki sıfır veya daire. Osmanlı mimarisinin vazgeçilmez stili kubbe ve minare, 1-0-1’e mi denk geliyor? Kubbeyi bunun için mi seviyoruz? Sıfırın “sırdaş” manası mı?
Size şu hikayeyi anlatayım: Zamanın birinde Kral, “beni ne kadar seviyorsunuz?” diye sorduğu kızlarından üçüncüsü “tuz kadar” deyince onu sürgüne göndermişti. Daha sonra gelişen hadiseler sofradaki tuzun ve üçüncü kızın kıymetini gün yüzüne çıkarmış, ve üçüncü kız geriye çağırılmıştı... Sıfırı, sofradaki tuz gibi vazgeçilmez görebiliriz herhalde.
Üç deyince yaratılış. Hakikat-i Ferdiyye eserinden: “Tek sayıların başlangıcı 3’tür ve daha sonraki tek sayılar, üçün teferruatındandır. Şu hâle göre Allah Sevgilisi, Rabbine olan delilin ilkidir ve bundan dolayı ona “cevâmi-ül kelim; kelam ve mânâ toplayıcılığı” verildi; yani “bütün mahlukların özü ve hülâsası oldu” ki, bu da Âdem’in bildiği âlem isimleriyle anılan varlıkların adıdır.” Hakikat-i Ferdiyye eserinde de, sayı-harf-lisan birlikteliğini görebiliyoruz.
“Üç günlük ömür” deniliyor; bir de “üç buçuk” deyimi var, iş kesirli sayılara gdiyor.
Dört deyince, dert mi anlamalı, “dünyanın kaç köşe olduğunu” mu anlamalı? Erkam’da “4, maddî düzenin sayısı” olarak geçiyor. Ve Hadiste tasvir edilen, dünyayı temsilen kare ve onun içindeki insan... “Dört başı mamur”, “dört dörtlük”, “yedi iklim, dört bucak” deyimleri de dünya ile alakalı.
Eukleides’in “Beşincideki Problem’i bahsi çerçevesinde, kaos ve izafiyet teorisine (mekandaki eğrilik) göndermeler var, “Suver-i Hayal Alemi’nde gezintiler var. Matematik kesinlikle bu nasıl bağdaşıyor? Feza-Mekan Serüvencisi bunu Erkam’dan cevaplıyor: “Matematikte ve ilimde, sezgi güçlü bir araçtır, ancak ona her zaman güvenilemez. Kainatın yapısı, teorik matematiğin kendisi gibi, en büyük matematikçilerin ve bilimcilerin düşünebildiklerinden bile çok daha tuhaf olma eğilimindedir.”.. “Her tamlıkta bir eksiklik var; bu manada hatâ, matematikte de...
Tanıdık bir gence (Fizik mezunu-reklamcı. 23 yaşında) soruyorum:
- Matematiği sever misin?
- Severim!
- Hayatla matematiğin ilişkisi?
- Dakikalara takılıyorum. Takıntılarım var.. Sayılara bir mana vermişliğim yok.
- Şekil, sevdiğin şekil?
- Şekilsiz şeyleri severim.. Üçgen-kare falan olmayacak!
Erkam’dan “fraktallar” bahsi ve bir alıntı: “Fraktallar ve bakış açısını daraltıp genişlettikçe gördüğünüz tabiattaki sayısız desenler ilgisi gibi hayalinizde tertiplediğiniz zaman, bir nevi eserde müessiri sezmek gibi bir zevke kapılıyorsunuz. Bu zevke dair fikir ipuçları hâlinde, ebced ve istikak tevafukları:” Bu alıntıyı Erkam’da Ata Senfoni-Godolfin Arabyan’dan yaptık. Bu bahsin bu eserde yer almasının sebebi, “pek çok” anlamında sayısız içinde bir ihtimâlin, “yapmacıksız ve zorlamasız” görünüvermesine misâl olması” bakımından. Akustik ve mayonezin tutması, ihtimal hesabına dair...
Altı.. Başka bir gence soruyorum… Şekiller içinde altıgeni sevdiğini ve sağlam bir temel olarak gördüğünü söyledi. Arı ve altıgen petek. Üstadın şekil davasını çerçevelediği, şu meşhur sözleri:
“Olukta olgunlaşan damla, kopacak hale gelmeden tam bir şekil ve kalıp doldururken; arı, o harikulâde verimini mumdan altı köşeli duvarlar içinde istif ederken; örümcek, zikzaklı şarkısını lif lif örgüleştirirken; yemişin her nevi, lezzetine göre bir renk ve çizgi plânını işaret ederken, şekil ve kalıptaki derin sırrı hissedememek, sadece ahmaklıktır!...”
Yediden bahsetmiştik yukarıda... “Dünyanın 7 harikası”nı ilave edelim.
Sekiz: “S” veya “8” biçimli işaretler- hayaller. 8 Rakamı. Yılan sembolü.sonsuz
Dokuz: Üstad 9’u niye severdi? Bunu söylemeyeceğim, Erkam’da Vahid(1) bahsinde görebilirsiniz.
İkiyi niye adam yerine koymadık bilmiyorum, eserde de ayrı bahsi yok.
Erkam’da “12” üzerinde durulduktan sonra “Fetih Sayısı: 17” bahsi var. “Kendinden zuhur” ile “fetih” hikmetini, üç sayısı ile ilgisini de göstermiş olarak gelelim 17 sayısına denilerek, Nuh Aleyhisselem ve Tufan’ın din ve mitolojîk ilgisine, Gazne’li Mahmud’un sefer sayılarına, şiirden simyaya, 17 savaş, 17 kahraman ve 17 yara’ya, Tilki Günlüğü’nün 17 Ağustos’da başlamasına, ve “Ramazanın 17. Pazartesi Günü...”. “Mesud tevafuk”lar, “fütuhî hikmet-kendinden zuhur”, “hatâ” kelimesi ve “madde nedir?” suali.
Vücub: Vâcib olmak. Sabit olmak. Muztarib olmak. 17.
“Fetih sayısı: 17” bahsi ve matematik üzerindeyiz madem, “devrim ne zaman olacak ?” sualine de matemetikî kesinlikle, bir gönüldaşın (Nazif Keskin) yazısından cevap verelim:
“Kumandan, “Yeni bir Dünya Düzeni” için 99’u başlangıç milâdı olarak ilan etmiştir. Nihaî zafere ulaşmanın zamanı ise, “Aydınlık Savaşçıları’nın kabiliyet ve yiğitlikleri belirleyecektir.”
İştikak ilmi, bütün ilimlerin temeli, ilim kapısının eşiği... Hadiste bildirildiği üzere ilim beldesinin kapısı ise Hz. Ali’dir, gramer ilminin de kurucusu... İştikak-ebced ve matematik; ruhun lisandaki vahdetinden, onun sayılardaki tevafukundan, akıl ve maddeye tasarrufu, Erkam bu.. İlm-i ledün sahibi mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan bir tesbit:
“Şu var ki, harfler ilmi ve ebced bahsi içinde, onu “ledün ilmi’nin bir şubesi, esaslı bir şubesi olarak görmeye kadar giden önemli bir yönü var.”
Dildeki sistem birliğine, diğer bazı eserlerinde olduğu gibi Erkam’da da vurgu yapıyor İBDA Mimarı. Ebced ve İştikaklardan ibaret bir levha da veriyor, ilgili ve meraklılarına ve kitaplık lere yürüyeceklere “Furkan lügatı”ndan istifade edeceklerini belirtiyor. Böyle bir istifadeden uzak olduğumu ve bunu size yansıtamadığımı itiraf edeyim. İnşallah ilgililerin ufuk açıcı çalışmalarını yakında görürüz.
Hurufiliğe düşme tehlikesinden de bahsediyor Salih Mirzabeyoğlu, Erkam’ın birkaç yerinde uyarıyor. Dünya görüşüne nisbeti kaybedip, işi harf ve sayıların tesadüfüne bağlama ve çizgiden çıkma olarak tanımlayabiliriz bu tehlikeyi.
İştikak ve ebcedin matematik ve sayılar ilmiyle ilişkisi. Rakamlar boyunca ortaya çıkan gerçeklerin mücerred düşünceyi ne kadar beslediği de gösteriliyor Erkam’da.
Erkam’ın çıkacağını duyunca bir ön hazırlık niyetine matematikle ilgili birkaç kitap karıştırdım; evet matematiği sevdirmeye çalışıyorlar. Fakat Erkam gibi, matematiği ve sayıları tefekkürî boyutta ele alan ve kainat görüşüyle ilişkisini kuran, küllî bir bakış açısı sunan böyle bir eser bulmak zor. Hem de matematiği “günlük hayatın görülebilen bir zevki” olarak sunuyor. Eseri, tercümeden mi benden mi kaynaklandığını bilmediğim “Aritmetiğin Temelleri” başlıklı 12 sayfalık hariç zevkle okudum. “Matematiğin sanata bakan yönü var” hesabı mütefekkir-sanatçı Salih Mirzabeyoğlu’nun işleyişi de bu minvalde zaten.
Dünya irfan yemişlerine en açık fikir, İBDA Külliyatı... İnsanlar (grup ve cemaatler) genelde kendi kısır dünyaları ve şablon izahları içinde günübirlik yaşamayı tercih ediyorlar; etrafındaki fikirlerden ya habersizler ya da okumadan- tanımadan reddetmeye meyiller. Küllî (bütüncül) bir bakış açıları olmadığı için her fikre el atma cesaretleri yok. Yalandan ve kartondan dünyalarının veya kum şatolarının yıkılmasından korkuyorlar. Fakat İBDA Külliyatı öyle değil. El atamayacağı mevzu ve mesele yok. İBDA Külliyatındaki sistem bütünlüğünden bahsediyoruz. İBDA’ya muhatap olanlar ise kendi çaplarınca hükme getirici olabilirler ancak, hüküm koyan ise İBDA’dır.
Demek ki, hakikat yolunda özgür ve eleştirici ruh İBDA fikriyatında vardır. Batıda felsefe “birbirinin yanlışını çıkarma” olmuştur devamlı; “Başıboş arayış müessesesi” olmuştur. Bütün felsefeler için “mihraksız tümevarımın zaafiyetiyle malûl” diyor İBDA fikriyatı, bunun için “felsefe” kavramını değil de “hikemiyat” kavramını tercih ediyor.
Gaye hakikati bulmak olduğuna göre, bir yere bağlanmayıp “mihraksız tümevarımın zaafiyetiyle malûl” mütemadiyen aramak bir mânâ ifade etmez. Gaye, başıboş arayış ve boşlukta uçurtma uçurtmak değil; kakofoni değil, senfonidir.. Şu unutulmamalıdır ki, insan, ne aradığını bilmezse, ne bulduğunu da bilmez. Esasa vardıran bu usul mevzuu halledilmedikçe de, hiçbir zaman hakikate ulaşılamaz.
Aslında bizim inanç sistemimizde olmayan “din-bilim çatışmasını” da, hem tefekkürî, hem ilmî boyuttan bakmasını bilen bir düşünce adamı olarak güzel bir şekilde ortadan kaldırıyor mütefekkir Mirzabeyoğlu. Fizikçiler kadar maddeyi,biyologlar kadar canlıları, matematikçiler kadar sayıları, iktisatçılar kadar parayı inceleyerek ve “madde nedir?” eserinin müjdesini vererek.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “her dünya görüşü yeni bir dildir ve dili belirler” ilkesince hem kendi dilini oluşturur, hem de ilim dilini oluşturur. Dil, çok mühim bir hadise, insan dil ile eşyalara hakim oluyor. Dil ile düşünüyorsun, kavramlaştıramadığın şeyi anlaman ve de hakim olman mümkün değil. Kendi dilini ve diyalektiğini oluşturmak; İBDA’nın fârık vasfı budur. İlm-i ledün sahibi hakîm Mirzabeyoğlu, tefekkürden hareketle bir ilim dili de veriyor bize; bilimin temel meselelerini asla nisbetle çözerken ve hakikatin hakikatine bağlarken dilinin mevzularda billurlaşması.
Seküler bir anlayışın hakim olduğu ve dindarların kendi dilini oluşturamadığı ilim camiasında İBDA’nın Allahçı dili çok önemli; kendine güvenin ve Allahın varlığının ispatıdır bu.
“Bilime dini karıştırmayalım!” diyerek-aslında bu da peşin kabul- sanki din ile ilim çatışıyormuş gibi (Hıristiyanlıkta olabilir ama İslâm’da olmaz) bir hava vererek dinsizliği dayatanlara karşı işin hakikatinin fikir ve ilim adamı hüviyetiyle İBDA Mimarı tarafından gösterilmesi. Dindar ilim adamları bunu yapamazdı; çünkü yeni bir dil oluşturan mütefekkirlerin işidir bu, temeli onlar atar. Bu temel üzerinde dindar ilim adamları çalışmalarını kat kat çıkarabilirler ancak.
Max Plank demiş: “Hiçbir bilim adamı, inanç ve ideolojisini iştigal ettiği bilimden soyutlayamaz”.
Dünyada insan için sevindirici olan şey, varolmanın sevincidir. Vardıkça varılacak gizli hakikati aramanın heyecanı, asıl heyecandır... Kadında, futbolda, kumarda, içkide, teknolojide bulamayacağı gerçek yaşam sevincini arayanlar geç kalmadı, Erkam’dan başlayabilirler. Yaşam sevincini kaybeden eskilere de taze bir heyecan olarak sunuluyor Erkam. Heyecanını yitirmişlere ve hâlâ görmeyen gözlere “ölüm” hatırlatılır...
Rüzgarımızı yitirmeyelim! Erkam, “suyu ağacın içinde yürüten rüzgar misali” zaten.
İBDA suyuyla inşacı olalım!
Baran Dergisi 11. Sayı
22.03.2007