Dünya ekonomisinin çalkantılı bir süreçten geçtiğinden bahsedilen bu demlerde, piyasalar, kurlar, faiz verileri vs. kıyısından köşesinden de olsa herkesin dilinde … Televizyonlarda her an ekonomi ile alakalı istatistiki verilerin paylaşıldığı programlara, “dolar şu kadar yükseldi, faiz şu kadar indi” kabilinden alt yazılara rastlamak mümkün. İşin ilginci ise insan zihnini allak bullak eden bu verilerin-rakamların karşılığı olmayan itibarî ölçülere dayalı olması…
Bretton Woods’ta kurulan sistem bugün de işlerliğini sürdürüyor. Neydi bu sistemin temelindeki fikir diye sorarsak şu cevabı verebiliriz: Tüketim toplumu olarak dizayn edilen ABD halkı tükettikçe ABD’nin dış ticaret açığı artacak, FED (Amerikan Merkez Bankası) dünyada “geçer akçe” olan Amerikan Doları’nı basıp piyasaya sürecek ve dünya ekonomisi genişleyecek; bu vasıta ile dünyada iktasaden TEK BİR MERKEZİN hakimiyeti tesis edilecek. Bu sistem devletlerarası ilişkilere ve dünya ekonomisine yön verse de devletlerüstü bir aklın ürünüdür ve devletler bu sistemin sadece figüranlarıdır. Dünyaya yön veren sermayedarların-oligarkların arzusu dışında böyle bir sistemin kurulmuş olması imkân dahilinde değildir.
Bugün en çok konuşulan mesele doların dünya genelinde, dolayısıyla Türkiye’de hızlı bir şekilde değer kazanması… Basit düşünürsek bir şeyin değer kazanması o şeyin miktar olarak azalıp daha zor ulaşılabilir duruma gelmesi yahut görece ele alınan diğer bir şeyin miktarının artması ile mümkündür. Müşahhaslaştırırsak piyasadaki dolar miktarının azalması ve dolara olan talebin artması doların Türk lirasına karşı değer kazanmasına sebep olur. Ayrıca para biriminin değeri üzerinde emek piyasası, mal piyasası gibi unsurların hâli hazırdaki ve gelecekteki beklenti düzeyleri de tesirlidir. Bu çerçevede doların dünya genelindeki yükselişini, ABD ekonomisinin 2008 krizinin getirdiği etkilerden sıyrılmaya başlayıp doların değer kazanacağı beklentisinin kuvvetlenmesi ve dolara olan talebin artması şeklinde yorumlayabiliriz.
ABD, 2008 sonrasında yaşadığı krizi dünya geneline yayarak omuzundaki yükü hafifletmiştir. Palyatif sayılabilecek tedbirler ile ekonomisini kısa vadede iyileştirme yolunu seçmiş ve bunda kısmen de başarılı olmuştur. İstihdam verilerindeki artış bunu ortaya koyuyor. FED’in 2015 senesinde faiz artırımı yapacağı beklentisinin(!) de tuz biber olması ile dolar iyice değerlenmiştir.
ABD’nin krizin yükünü büyük ölçüde devrettiği Avrupa Birliği’ne gelince; krizin tesirlerinden hâlâ sıyrılamadıkları gün gibi ortadadır. AB ülkelerinin bir kısmı dibi boyladı, bir kısmı da Almanya tarafından zoraki ayakta tutulmakta; çünkü her bir AB ülkesinin çektiği iktisadî sıkıntı topyekûn Euro bölgesi ülkelerine yansımaktadır. Bu da Avrupa’nın ticarette dolar yerine kullanmak adına oluşturduğu sunî para birimi Euro’nun AB ülkeleri tarafından daha fazla taşınamayacağını göstermekte. Avrupa Merkez Bankası’nın son bir çırpınış ile ekonomik durgunluğun önünü kesmek adına aldığı ekonomik genişleme ve enflasyon artışı kararı da çare olmayacak gibi… İşgücü kapasitesi düşük olan Avrupa Birliği’nde Euro’nun değer kaybı ile daha sıkıntılı günler yaşanacaktır. Ayrıca bu ekonomik genişleme kararı sonrası gelecek günlerde Euro’nun Amerikan Doları’na göre daha değersiz bir konuma geleceğini de not olarak ekleyelim.
Doların bu yükselişi en çok gelişmekte olan ülkeleri zor duruma sokmuştur. 2015’in ilk iki ayında dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimleri arasında Brezilya Reali (%-13.14), Türk Lirası (%-11.43), Endonezya Rupisi (%-4.53), Malezya Ringiti bulunmaktadır. Dolar karşısında değer kazananlar arasında ise Hindistan Rupisi (1.40) ve Rus Rublesi (0.43) yer almaktadır. Bu dalgalanmanın tesirini en çok kendi adlarına politikalar üretme çabasında olan ülkelerden Brezilya ve Türkiye’nin hissettiğini görüyoruz. Bu ülkelerde son günlerin değişmez gündemi haline gelmiş durumda kurdaki dalgalanma…
Doların özellikle Türkiye ve Brezilya para birimleri karşısında yükselmesiyle akıllarda bazı soru işaretleri de oluşmuyor değil. Kendi adına politikalar üretmeye, iktisadî prangalardan kurtulmaya çalışan bu iki ülke üzerinde bir takım senaryoların hayata geçirilmeye çalışıldığı herkesin malûmu… Yakın tarihte iki ülkede de emperyalistler tarafından desteklenen sosyal hareketler yaşandı ve devlet içerisinde siyasî krizler baş gösterdi. Her ne kadar komplo-teorisi gibi görünse de gerçekleştirilecek yeni saldırının tesiri en yüksek sahada, yani ekonomi cephesinde yapılacağı zaten konuşulan bir durumdu. Belki de şu anda bahsi geçen operasyona maruz kalmaktayız. Nitekim bu operasyonların muhtelif ülkelerde yapıldığını biliyoruz. Önümüzde somut bir şekilde duran Rusya örneği bulunuyor. Ukrayna krizi ile beraber sadece Rusya’ya yönelik yaptırımlarla yetinilmemiş, Suudların üretimi artırması yoluyla petrol fiyatlarının düşmesi sağlanarak Rusya'nın mali dengesi bozulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Rubleyi zayıflatmaya ve Rus ekonomisinin güvenilirliğini sarsmaya yönelik spekülatif oyunları da tüm bunlara eklememiz gerekiyor.
Bugün herkes doların yükselişini, faizin düşüşünü vesaire konuşa dursun, ekonomi, müesses nizamın kudret sahibi oligarkları tarafından bir silah olarak kullanılmaya devam etmekte. Dünyayı iliklerine kadar sömüren ve artık sömürecek bir şey bırakmayan bu yapı, daha önce sömürmek için yaptığını artık dünya hâkimiyetini korumak adına sürdürmekte ve belli bazı ülkelerdeki ekonomik dengeyi-yapıyı bozmayı hedeflemektedir. Reel karşılığı olmayan, suni ve itibarî ölçüler üzerine kurulan sistem ayak oyunlarına izin vermekte, bu da sağlam iktisadî yapılara sahip olmayan ülkeleri derinden etkilemektedir.
Tüm bunlar “Neden Türkiye, Rusya’ya ve geçmişte muhtelif ülkelere yapılanlar gibi iktisadî bir operasyona muhatap olmasın?” sualini sormamıza yetiyor. Baran Dergisi 426. Sayı