13 Kasım Pazar günü Taksim İstiklâl Caddesi’nde patlatılan bomba birçok soru işaretine sebep oldu. İlk akla gelen, en mantıklı açıklama, Irak’ın kuzeyinde TSK’nın ve MİT’in nokta atışı operasyonlarına bir misilleme olabileceğiydi bu saldırının…
Elbette Kürt halkının haklarını müdafaa iddiasıyla yola çıkan sözde antiemperyalist PKK ve uzantılarının dönüp dolaşıp ABD’nin kucağına oturduğunu da unutmamak lazım. Zira saldırının ardından açıklama yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da eylemin arkasında ABD’nin olduğunu, eylemcinin PKK ile bağlantısı bulunduğunu işaret ederek gereğinin yapılacağını söyledi.
Daha önceki benzer vakalarda olmayan bir şekilde saldırganın çok hızlı bir şekilde yakalanmasıyla bazı tartışmalar da hızla alevlendi. Onlarca kamerayla takip edilen İstiklâl Caddesi’nde, âdeta göstere göstere yapılan eylem, gerek saldırıyı yaptığı iddia edilen kadının kimliği gerekse de öncesi ve sonrasındaki görüntüler üzerinden fazlasıyla tartışıldı. Azerbaycan ve Türk devletleri meselesinden İran’a, saldırganın eylem öncesinde İsrailli birkaç kişiyle görünmesi üzerinden İsrail’e bağlayanlar da çıktı. Elbette bunu seçim yatırımı olarak hükümetin yaptığını söyleyenler de…
Saldırının hemen ardından IŞİD isminin telaffuz edilmesi ve meselenin tekrar “Suriyeliler” mevzusuna dönüştürülmesi ve bunun üzerine gelen internet ve sosyal medya kısıntıları da dikkatlerden kaçmadı. Malûm olduğu üzere mülteci meselesinde mikserlik vazifesi icra eden bir siyasî lider ve partisi zaten mevcut. Hatırlarsınız bir şeyh taslağı aylarca kanal kanal gezip “Selefiler Türkiye’de iç savaş çıkararak” diye bas bas bağırmıştı. Ardından bu taslağın kankası olan tetikçi bir gazeteci de, “ben bir bilgi aldım, IŞİD’çiler Türkiye’nin her yerine silah getirmiş, iç savaş çıkaracaklar” diye bir yazı döşemiş ve bunu yaparken de ABD’nin Türkiye’yi kuşatmasını bu bakımdan haklı çıkarma peşine düşmüştü. Anlayacağınız bir şeyler hızla pişirilirken gelen bu bombalı eylemin arkasında bir takım istihbarat faaliyetleri olduğunu söylemek için ipuçları aramaya da pek gerek yok. Böyle bir durum söz konusu olduğunda ise 1940’lardan beri Türkiye’yi çiftliği hâline getiren ABD’nin varlığını zikretmemek absürtlük olur herhalde. Zira devletin açıklaması da -hem de “taziyelerini kabul etmiyoruz” tonunda- bu yönde…
Bu peşin kabulle, mevzu eylem ABD’nin memleketimizde işlediği ne ilk ne de son cürüm… Sözde müttefiklik palavrasıyla Türkiye’nin boynuna prangayı geçiren ABD memleketimizde darbeler mi tertiplemedi, askerleri “kazayla” Türk askerlerini mi öldürmedi, tatbikat esnasında bile isteye gemilerimizi mi vurmadı, Kuzey Irak’ta Türk askerinin kafasına çuval mı geçirmedi, 15 Temmuz öncesinde onlarca bombalı saldırı mı yapmadı, 15 Temmuz’da milletimizin üzerine kurşun mu yağdırmadı? Tüm bunlarda failler değişse de azmettirici hiç değişmedi. Her biri, bu memleketin boynuna geçirdiği prangayı esnetmek istemeyen ABD’nin emirleriyle gerçekleşti ve 13 Kasım’da bu cürümlere sadece bir yenisi daha eklendi.
Özellikle Suriye’de iç savaşın başlamasının ardından ise bu cürümlerin kaynağı Suriye’nin kuzeyi oldu. Bilhassa ABD’nin eğitip donattığı YPG-PKK Türkiye’nin bir numaralı millî güvenlik problemi hâline dönüştü. Biz de her fırsatta bu bölge tamamıyla kontrol altına alınmadan bu tehdidin bertaraf edilmeyeceğini dile getirdik. Bazı operasyonlar yapılsa da bunlar maalesef yeterli olmadı ve Fırat’ın doğusundaki bataklık hâlâ yerli yerinde duruyor. Üstelik ABD, başta Yunanistan olmak üzere Türkiye’nin komşularına, Türkiye’ye karşı olduğu bariz bir şekilde askerî yığınak yapmayı, Anadolu’yu dört bir yandan kuşatmayı da sürdürüyor.
“Bir gece ansızın gelebiliriz” mesajlarına rağmen Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açmasıyla doğan fırsat, uluslararası şartlar son derece müsaitken layıkıyla değerlendiremedi ve Fırat’ın doğusuna yapılması plânlanan operasyon ertelendi. Zamanında alınmayan bu tedbirin ceremesi ise gerek kaynatılan kazanla mülteci meselesi üzerinden gerekse de 13 Kasım’daki saldırıyla çekiliyor.
Sadece İçişleri Bakanı değil, Adalet Bakanı ve Cumhurbaşkanı yardımcılarının dile getirdiği gibi saldırının arkasında ABD var ise, gerekenin ivedilikle yapılası ve Fırat’ın doğusunun tamamen temizlenmesi şart… Daha neyi bekliyorsunuz?