“Bronte Kardeşler” olarak bilinen, İngiliz edebiyatının ilginç yazarlarından üç kadın: Charlotte Bronte, Emily Bronte, Anne Bronte. Üçü de genç yaşta ölmüş, fakat üçü de eserleri ile klasik İngiliz edebiyatında yerini almıştır. Hepi topu birer ikişer romanları olan, birkaç şiirleri bulunan bu yazarları bugüne taşıyan hususiyetleri neydi? Hiç şüphesiz İngiltere tarihinde “Viktoryen” denilen bir dönemde bu kitapları kaleme almaları idi onları farklılaştıran.
Viktoryen Çağı, edebiyatta, sanatta, mimaride, toplumda, ahlakta baskıcı ve ikiyüzlü bir anlayışın hâkim olduğu bir dönem olarak tanımlanır. Kraliçe Viktorya’nın uzun dönem İngiltere’de hüküm sürdüğü dönemi tanımlar. Toplumun ekonomide, siyasette ve ailevi ilişkilerde hem ahlâkçı bir anlayışa sahip olduğunu iddia ettiği, hem de her türlü ahlaksızlığa göz yumduğu bir dönemdir. Üstelik bu durum, toplum tarafından sorgulanmaz ve olduğu gibi kabul edilir. Rüşvet, adam kayırma, bürokrasinin işleyişinin bir parçasıdır. Sanat ve edebiyat sadece eğlenceliktir. Kadın, elbette belli görevleri olan, belli kurallara uyması gerekendir; erkekler için geçerli olmayan her türlü kaide, kadınlara toplum tarafından yazılı olmayan bir anlaşma gereği uygulanmaktadır, vesaire… Romantizm ve Modernizm arasında bir geçiş dönemidir; geçiş dönemi olmasından mütevellit, baskıcı, ikiyüzlü ve ne kadar “ahlâk” dese de o kadar ahlâksız bir dönem…
İşte böyle bir dönemde yaşamış ve yazmıştır bu üç kardeş. Bu dönemin şartları gereği, kadınların yazması “yasak” olmasa bile kitabını “yayınlaması” oldukça zordu. Önyargılar sebebiyle kadın yazarın ciddiye alınmayacağını düşünmüşlerdi. Bu sebeple, Bronte kardeşler de “erkek” mahlasları ile yayınladılar eserlerini: Charlotte için Currer Bell, Emily icin Ellis Bell ve Anne için Acton Bell.
Emily Bronte, Romantizm akımının en güçlü temsilcilerinden biri sayılmaktadır İngiliz edebiyatında. Oysa yalnızca bir romanı vardır: “Uğultulu Tepeler”. Fakat o tek roman, onun adını İngiliz Edebiyatı’nın tarihine altın harflerle yazdırmaya yetmiştir. 1841-1848 yılları arasında 37 yıl yaşamış bir yazardan bahsediyoruz. Kısacık bir ömrün kısacık hikâyesinde, bugün hâlâ okunan tek romanından ve birkaç şiirinden başka bir şey yoktur.
Emily Bronte, “Bronte Kardeşler” denilen üç kız kardeşin ortancasıdır. En yeteneklisidir aynı zamanda. Kızkardeşi Anne veya ablası Charlotte’un aksine, narin ve nazenin bir bakış açısı yoktur; yaşadığı sert hayat şartları, mizacındaki sertliği de beslemiştir. İçine kapanık ve sessizdir. Ablası Charlotte Bronte “Jane Eyre” romanı ile ünlenmiş bir yazardır. Dışa dönük cıvıl cıvıl bir kadındır. Anne Bronte ise, “Şatodaki Kadın” romanıyla bilinir ve henüz 29 yaşındayken veremden ölmüştür.
Altı çocuklu Bronte ailesi, şehir merkezinden uzakta, ıssız Haworth köyünde yaşamıştır. Çocuklar daha küçük yaşta annelerini kaybetmişlerdir. Papaz babaları, hala veya teyzeleri tarafından yetiştirilen kızlar, oldukça muhafazakâr ve geleneksel şartlarda yaşamalarına rağmen, kendilerini ifade etmenin yolunu yazarlıkta bulmuşlardır. Okuma-yazma oranının çok düşük olduğu bir dönemde, evde ders alarak eğitimlerini tamamlamışlardır. Emily, 1838'de, Halifax yakınlarındaki Miss Patchett'in Kızlar Akademisinde (Miss Patchett's Ladies Academy) öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel'deki özel bir okulda öğretmenlik yapmaya devam etmiştir. Charlotte dışında hiçbiri evlenmemiş veya evlenecek kadar yaşamamış.
Charlotte’un “Jane Eyre” isimli romanı, yayınlandığı ânda büyük başarı yakalamasına rağmen, Emily’nin “Uğultulu Tepeler” isimli romanı oldukça olumsuz eleştiri almış, beğenilmemişti. Fakat sonraları İngiliz Edebiyatı’nın en iyi romanlarından biri olarak kabul gördü.
En küçük kardeş Anne ise, Emily ve Charlotte’in gölgesinde kalmış, romanları yayınlandıkları dönemde ilgi görmesine karşın, bu ilgi bugüne kadar sürmemiştir.
Viktoryan dönemin şartlarında, küçük bir köyden, çok iyi eğitim almamış, asil bir aileden gelmeyen, çok iyi okullarda okumamış bu genç kızların kalemlerinin gücü nereden geliyordu? Fakir bir hayatın içinde, pek de arkadaşları olmadan, etrafları ile fazla iletişime geçmeden, okuyan, hayal kuran ve yazan kadınlardı. Romanlarında işledikleri konuların, hisler ve hadiseler arasında kurdukları bağın, dönemin anlayışından farklı bir ruh ihtiva etmesi onları bugüne taşımıştı. Bugün okuduğumuzda “yavan” gelen, fakat dönemini ve dönemin hayat biçimini tenkidî bir bakışla ele aldığı için “değerlenen” romanları, bugün birkaç kez sinemaya uyarlandı, klasikler içinde baskı üstüne baskı yaptı.
Aşk, evlilik, ihanet etrafında kadın-erkek ilişkilerini kaleme alan Bronte Kardeşler’in bize eserlerinden ziyade örneklik teşkil edecek olan şeyleri, eser verme azimleri olsa gerektir.
“Dehanın onda biri yetenek, onda dokuzu çalışmaktır” denmiştir. Bronte kardeşlerin, hastalık, fakirlik, cehalet ve toplumsal baskı gibi zor şartlar içinde başarılı olmalarındaki sır da burada...
Baran Dergisi 397. Sayı...