Esselâmü aleyküm.
Sizi dün arayamadığım için kusura bakmayın. Öğleden itibaren bir ziyaretçim vardı, sizi arayacak hiç vaktim olmadı bu yüzden. Şimdi konuşabiliriz, değil mi?
(Av. Güven Yılmaz, müsait olduğunu ve konuşabileceklerini söylüyor.)
Önemli bir mevzu hakkında konuşacağım bugün.
1 Temmuz 1973’te İsrailli bir hava albayı, ABD’de, Washington’un güneyinde, Maryland’da infaz edildi. Washington’daki İsrail elçiliğinde hava ataşesiydi kendisi. Kimsenin ne olup bittiğini bilmediği o demde, Muhammed Budiya yoldaşın 28 Haziran 1973’te Mossad tarafından Paris’te katledilmesiyle bu infaz arasında bir ilişki kuran Kahire [merkezli “Filistin’in Sesi”] Radyosu, Albay Yosef Alon’un öldürülmesinin sözkonusu Mossad suikastine bir cevab olduğu şeklinde bir duyuru yaptı. Oysa propagandadan öteye geçmiyordu bu. Çünkü mezkûr iki hâdisenin birbiriyle hiçbir alâkası yoktu. Üstelik, profesyonel bir operasyondan ziyâde, basbayağı bir infaz olan Washington’daki o eylemi kimin gerçekleştirdiğini de hiç kimse bilmiyordu. Ben de hiç birşey bilmiyordum aynı şekilde.
Böyle olunca, [FHKC lideri] Vedî Haddad beni aradı ve Yosef Alon’u öldüren [Amerikalı siyahîlerin kurduğu] “Kara Panterler” örgütü mensubu askerleri araştırmamı söyledi bana. Yosef Alon’u Amerikalı askerler mi öldürmüştü gerçekten?..
Aynı gün Kemal Herbek’le konuştum ben de. Kemal Herbek, “Kara Eylül” örgütünün kurucularından, örgütün iki numarası olan isimdi. Onunla konuştum, zira Yosef Alon’un öldürülmesinden üç ay kadar önce, Paris’teki Filistin Kütübhânesi’nde, sözkonusu kütübhânenin sahibi ve kurucusu olan Mahmud Salah’a “Kara Eylül’den birileriyle görüşmek istiyoruz!” diyen ve kendilerini “Kara Panterler” mensubu olarak takdim eden iki Amerikalı askere Alon’un öldürülmesi emrini vermiş kişiydi Kemal Herbek.
Mahmud Salah’a gelince; el-Fetih mensubu bir insandı ve askerî bir hüviyeti olmasa bile, politika çerçevesinde faaliyet gösteren, iyi, dürüst, milliyetçi bir Filistinliydi. Dediğim gibi, askerî bir hüviyeti ve eylemlere iştirak etmişliği de yoktu.
(Carlos, birkaç günlüğüne Paris’e uğradığı demde, Kemal Herbek’le işin içyüzünü konuştuğunu; onun da kendisine, “neden olmasın?” düşüncesiyle Filistin Kütübhânesi’nde sözkonusu iki Amerikalıyla görüştüğünü belirttiğini; sözkonusu iki Amerikalının, kendisine, Mahmud Salah’ın önünde, Vietnam’da savaşıp askerlik görevlerini tamamladıklarını, Vietnam’da Amerikan ordusunda savaşmış kendileri gibi “beyaz” başka askerlerle birlikte bir araya geldiklerini ve Filistin davasıyla dayanışma içerisine girmeye karar verdiklerini söylediğini; Kemal Herbek’in de, “tamamdır, o hâlde ABD’ye gidince, Albay Yosef Alon’u öldürebilirsiniz!” dediğini; Albay Yosef Alon’un 1970’den beri ABD’de yaşayan ve İsrail Hava Kuvvetleri’nin kurucularından olan bir subay olarak, mültecî kampları başta olmak üzere birçok bombardımandan ve sivil katliamından sorumlu olduğunu; ancak Alon’un başka marifetleri olsa da kendisinin bilgisi dahilinde olmadığını, çünkü örgütündeki başka birimlerin bundan sorumlu olduğunu; sonuçta, Kemal Herbek’in, bu iki askeri o kadar ciddiye almasa da böyle bir direktif verdiğini ifâde ediyor…
Yosef Alon’a karşı operasyon gerçekleştirildiğinde, Vedî Haddad ve kendisinin Beyrut’ta olduğunu ve hiçbirinin, hattâ Arafat dahil, kimsenin ne olup bittiğini bilmediğini söyleyen Carlos, herkesin işin içyüzünü öğrenmek istediğini; çünkü bunun çok önemli bir operasyon olduğunu; hattâ o tarihe kadar İsrailli sorumlulara karşı gerçekleştirilmiş en önemli operasyon niteliğini taşıdığını; ondan sonraki en önemli operasyonun ise, İsrailli bir bakan ve -hafızası yanıltmıyorsa- İsrailli askerî istihbarat yetkilisi bir generalin de bulunduğu İsrail uçağına Fransa’nın Orly Havaalanı’nda düzenlenen ama başarısızlıkla sonuçlanan saldırı [20 Mayıs 1978] olduğunu söylüyor…
Tüm Arabların dinlediği Kahire’deki radyonun yaptığı açıklamanın bir saçmalık olduğunu belirten Carlos; sözkonusu radyonun Bin Bella taraftarı, Cezayir Millî Kurtuluş Cebhesi mensubu ve Kara Eylül’ün ikinci adamı Kemal Herbek’le de irtibatlı Cezayirli Muhammed Budiya’nın Paris’te katledilmesiyle Yosef Alon’un öldürülmesi arasında kurduğu alâkanın doğru olmadığını vurguluyor; peşinden, Muhammed Budiya’nın katline karışan, Mossad’ın Budiya’nın arabasına bomba koymasına yardım eden bir Arab haini sonradan ve bizzat kendi elleriyle öldürdüğünü ekliyor…
Sonuçta, Vedî Haddad’ın, “Kara Panterler”le temas kurmaya çalışması için kendisini vazifelendirdiğini; sözkonusu örgütle doğrudan herhangi bir bağlantısı olmadığı için, çoğu asker kaçağı ve bir kısmı mültecî bir kısmı da yeraltında olan mensubları Almanya’da üslenmiş olan “Kara Panterler”le, Vedî Haddad’ın talimatı istikametinde, Alman yoldaşları kanalıyla irtibat kurmaya çalıştığını; bu çerçevede, daha sonra Entebbe Baskını’nda şehid düşen yoldaşı ve Alman Devrimci Hücreleri’nin lideri Wilfried Böse’yle görüştüğünü; zaten Böse’nin o dönem Almanya’daki tüm silâhlı direniş örgütlerinin liderleriyle koordinasyon hâlinde bulunduğunu; ona Vedî Haddad’ın talebini ilettiğini; onun da “Kara Panterler” yetkilileriyle –muhtemelen Frankfurt’ta- görüştüğünü; ne var ki onların da sözü edilen “beyaz” askerlerle herhangi bir irtibatlarının bulunmadığını söylediğini belirtiyor ve böylece işin aslını öğrenme çabalarının sonuçsuz kaldığını ifâde ediyor…
Carlos’un bilâhare öldürdüğü Lübnan doğumlu Arab ajan Michel Moukharbal’ın da bilâhare Amerikalı askerlerden haberi olduğunu ve Mossad’la çalışan bu ajanın Yosef Alon’la ilgili bu durumu Mossad’a da bildirdiğini; neticede, İsrailli albayı öldürenlerin Amerikalı askerler olduğunu veya olabileceğini Mossad’ın da öğrendiğini ifâde ediyor. Şayet o Amerikalı askerler öldürmediyse, başka kimin öldürdüğü sorusunun açıkta kalacağını; zira direniş örgütlerinin yaptığı bir eylemin, kendileri tarafından hemen bilineceğini ekliyor…
Bu muammanın bugüne kadar çözülmeden geldiğini belirten Carlos, kendisini ilgilendiren ve ilginç olan gelişmenin ise, 2008’de yaşandığını ve yahudi ismi taşıyan Amerikalı –güya- bir gazetecinin, eşi Isabelle Coutant-Peyre ile irtibata geçtiğini ve ona Yosef Alon’un öldürülmesiyle ilgili olarak sorular sorduğunu; fakat Isabelle’in bu konuda elbette herhangi bir fikri olmadığını; derken o “gazeteci”nin kendisiyle de görüşmek istediğini söylüyor…
Derken, 27 Şubat 2014’de, ABD’nin uluslararası soruşturma komisyonuna bağlı olarak çalışan –çoğu polis- bazı kişilerin kendisini görmeye geldiklerini ve yine bu konuda onların sorularıyla karşı karşıya kaldığını belirten Carlos, kendisinin de bildiklerini bu çerçevede anlattığını ifâde ediyor…
Amerikalı polis, ajan ve memurlara, 1979 veya 1980’de Beyrut’ta öldürülen Kemal Herbek’in, 1976 veya 1977’de Ebû Nidal militanlarınca Paris’te öldürülen Mahmud Salah’ın ve Yosef Alon’dan hemen önce Paris’te öldürülen Muhammed Budiya’nın ismini verdiğini ve hepsinin de zaten öldürülmüş olduğunu söyleyen Carlos, emri veren ve zaten Amerikalı askerleri çok da ciddiye almayan Kemal Herbek dışında, ne kendisinin ne de bildiği tanıdığı herhangi birinin sözkonusu albayın öldürülmesi eylemine iştirak etmediğini vurguluyor. Kaldı ki, hem Mossad’ın hem de Batılı servislerin bundan ve Amerikalı askerlerden haberdar olduğunu ekliyor…
Kibarca gerçekleştirdikleri bu görüşmeden on ay sonra, 10 Aralık 2014’te, aynı kişilerin kendisini yine görmeye geldiğini, bu sefer kendisine “Alman Devrimci Hücreleri” ve “Kara Panterler”le irtibatlı ancak İsrailli albayın öldürülmesinden önce zaten ölmüş bulunan bir başka yoldaşını sorduklarını; kısacası, bu ve benzeri tuhaf sorularla karşılaştığını belirtiyor…
Yetmiyormuş gibi, 1 Temmuz’da, yâni henüz dört gün önce, Yosef Alon’la ilgili olarak kendisine soru sormaya gelen Amerikan komisyonu görevlileriyle tekrar muhatab olduğunu söyleyen Carlos, hernekadar diyaloglar kibarca geçse de, bu durumdan artık kuşkulandığını söylüyor ve konuşmanın belli bir yerinde, küçükken ailesiyle birlikte üç kez gittiği ABD’ye “sahte pasaport”la gitmiş olup olmadığı tarzında saçmasapan soruların gündeme geldiğini; o vakitten sonra hâdisenin hiç şakasının olmadığını farkettiğini; bu suikast bahanesiyle açılacak yeni bir dava çerçevesinde, kendisini ABD’ye götürmek, avukatlarından ve ABD’nin diplomatik ilişkisinin olmadığı Venezüella’dan uzak tutmak ve zor şartlarda hapsetmek şeklinde bir komployla karşı karşıya kalabileceğini vurguluyor…
Nasıl Fransa’da şâhidsiz ve delilsiz biçimde ceza aldıysa, orada da benzer bir durumun yaşanabileceğini belirten Carlos, düşmanın, ABD’deki güçlerin, şahsen ABD’ye karşı hiçbir eyleme karışmamış olsa bile, kendisine karşı böyle bir hamleden medet umabileceğine dair kaygısını belirterek, savunma avukatlarının bu konuda harekete geçmeye hazır olmaları gerektiğini söylüyor ve “Allaha güveniyorum; lâ ilâhe illâllah, Muhammedun Rasûlullah” diyor…
Kendi koydukları kanun ve düzene bile saygı göstermeyen düşmanın “tek bir dilden” anladığını söyleyen Carlos, her ne yaparlarsa yapsınlar, zaferin bizim olduğunu; çünkü “korku”nun onların tarafında, haklılığın da bizim tarafımızda olduğunu vurgulayarak, tekbir getiriyor…
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun da bu konuyu bilmesini arzu ettiğini, zira Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tavsiyelerinin faydalı olabileceğini söylüyor…)
 
5 Temmuz 2015
 Baran Dergisi 445. Sayı