Ziraat Müsteşarlığı
İmkânlar, Başlıca Meseleler ve Kalkınma Politikası
Türkiye’nin ekonomik vizyonuna bakacak olursak, bilhassa içinde bulunduğumuz seçim sath-ı mailinde geleceğe yönelik ortaya konan ekonomi vizyonlarına, iktidarın ve muhalefetin Türkiye’nin mânâsından bihaber olmasından dolayısıyla, bu mânâsının gereği olan ekonomik ufukla da zerre alâkası olamadığını rahatlıkla görebilir, söyleyebiliriz. Türkiye’nin mânâsından, misyonundan o kadar çok bahsettik ki, yeniden böyle bir tanımlama yaparak tekrara düşmeye lüzum yoktur herhâlde…
CHP’nin “Yüzyılın Projesi” diye tanıtımını yaptığı ekonomi vizyonuna bakarak başlayalım. CHP, Türkiye’nin millî üretimiyle alâkalı hiç kafa yormamış, eldeki mevcut imkânları zayıf ve güçlü yönleriyle değerlendirerek ötesine hiç bakmamış, millî bir sanayinin nasıl kurulacağı ve o sanayide imâl edilecek olana bizim kendi şahsiyetimizi nasıl katacağımızı düşünmemiş, öyle veya böyle iktisadî bilimlerin en temel mevzusu olan ziraat ile alâkalı ortaya hiçbir şey teklif etmemiş ve son olarak da ticareti yeniden şekillendirecek herhangi bir ufuk belirlememiş… Tüm bunların hazırlanacağı ve konuşulacağı yerde, yabancı ülkelerde üretilen malların Türkiye’de depolanması, ambalajlanması ve diğer ülkelere satılmasını ve bunun için gerekli olan lojistik altyapının kurulmasını, “Yüzyılın Projesi” diye pazarlıyor. İktidarda olan Ak Parti’nin Maliye Bakanı’ysa, “biz bunu zaten yapıyoruz, onların dediği gibi 2035 değil, 2019 senesinde de hazır olacak” diye çıkıp sanki marifetmiş gibi açıklama yapıyor.
İçinde bulunduğumuz şartlarda, Türkiye’nin böylesine kıt ufuklarla yürüme imkânı kalmamıştır. Globalleşen dünyanın müsbet imkânlarının istismarının sonuna kadar açık olduğu, buna mukabil istismar etmenin yolunun da en başta kendi başına şahsiyet olabilmekten geçtiği zamanımızda, “siz üretin, ne de güzel üretiyorsunuz, biz de montaj, paketleme ve nakliye gibi işleriyle uğraşalım” diyecek kadar kısır bir zihniyet, bu büyük milletin hâkimiyetini nasıl olur da temsil edebilir? Mevzuun vahametini misal vererek izah etmek istiyoruz da, bu manzarayı tasvir edecek misâllerin hepsi belden aşağı gidiyor. En azından bunu söyleyelim ki, bahse konu muhalefet ufkunun ne kadar da dar olduğu anlaşılsın.
***
Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz sayı, Büyük Doğu-İbda’nın İktisadî dünya görüşünün temel prensiblerini ortaya koymuştuk. Bu prensibler ışığında, bu sayımızda ziraatten başlayarak, iktisadî dünya görüşümüzü pratik iktisadî hayatta işleterek donukluktan kurtarmak, canlandırmak ve birilerinin “ütopik” diye etiketlemelerinin mânâsız olduğunu ve aksine ne kadar da hakikat olduğunu ortaya koymak ümidindeyiz.
İktidar partisinin, fikir-proje planında kısırlaştığı, bugüne kadar olduğu gibi diyalektik zıtlıklar üzerinden yükselme imkânının da pek kalmadığı şu vakitte; öyle ümit ediyoruz ki, onlar için de ufuk açıcı ve gerçekten “derdi” olanlara ufka giden yolu işaret edici bir iş üzerinde bulunuyoruz.
Ziraat bahsine girmeden evvel, şu hususun da altını çizelim ki bundan sonra söyleyeceklerimiz bu sözün etrafında değerlendirilerek anlaşılsın; dünya görüşü, devlet ve millet ancak yekpare bir bütün olduğu taktirde gerçekten anlam kazanır ve ancak o zaman bir maksada hizmet edebilir. Ne demek istediğimizi açacak olursak; devleti temsil eden devlet adamlarının -ki bunlar Başyücelik Devleti’nde “Yüceler Kurultayı”dır- şefliğinde, bütün bir millet orkestrası tarafından, tek bir dünya görüşünün notalarının, tüm eşya ve hadiseler enstrüman bilinerek ahenk içinde icra edilmesi işi… İşte, bizim idealimiz, tutturmak istediğimiz kıvam budur ve bu saydıklarımızı bir “bütün” olarak ele alınmaksızın girişilen işlerin nihaî neticesi, bugün dünya çapında kendisini en iyi şekilde ifâde etmektedir.
Gelelim ziraat bahsine… Bugün ziraî faaliyetlerin ekonomik değeri toplam ekonomi içinde küçük bir dilimi ifâde ediyor olsa da, son derece hayatî bir faaliyet biçimi olmasından dolayı göz ardı edilmesi mümkün değildir. Bugünün dünyasında insanî faaliyetlere kârlılığı nisbetinde kıymet veriliyor olsa da, insan memuriyetinin başlıca gereği cemiyete faydalı olabilmektir. Ziraatın kârlılık bahsine gelecek olursak; global dünyanın en kârlı ticarî kalemi bugün hiç şüphe yok ki hızlı tüketim sektörüdür. Fiyatlar düşük olsa da, toplam sürümden elde edilen gelir, birçok sanayi ve teknoloji şirketini yaya bırakacak seviyededir. Global dünyanın dev ziraat ve gıda şirketlerinden olan “Cargill”in 115, Nestle’nin 70 milyar dolar civarındaki yıllık cirosu ne demek istediğimizi izah edecektir herhâlde. (Türkiye’nin 2013 senesi Gayrısafî Yurtiçi Millî Hasılası 813 milyar dolardır.)
Lâfı daha fazla uzatmadan, Başyücelik Devleti, Başyücelik Hükümeti, İktisat Vekâleti, Ziraat Müsteşarlığı’nın, Türkiye’nin ziraî meselelerine getirdiği pratik çözümlere geçebiliriz. Pek tabiî ki bundan evvel Türkiye’nin ziraî manzarasına da bakmamız gerekir ki, teşhislerimizi bunlar üzerinden koyalım ki çözüm tekliflerimiz havada kalmasın…
ANADOLU’NUN ZİRAÎ MANZARASI
– İmkânlar –
Ziraat, insanlara gerekli olan giyecek ve yiyecek maddelerini temin için toprağı işleme, bitki ve hayvan yetiştirmenin kadîm sanatıdır. Hazret-i Adem başta olmak üzere birçok peygamber ziraî faaliyetler içinde yer almıştır.
Anadolu’nun ziraî meseleleri ve bu meselelerin çözümleri hakkında konuşmaya başlamadan evvel, manzarayı, yani Türkiye’nin ziraî planda neler ürettiğini, neler üretmeye müsait olduğunu konuşarak yazımıza başlayalım ve ardından çözüm bekleyen meseleleri, kendi dünya görüşümüz ışığında aydınlatalım.
1- Demografi, İklim ve Coğrafî Nitelikleri Bakımından Anadolu
Türkiye ekonomisi, tarıma dayalı ekonomi olmaktan çıkıp sınaiye dayalı ekonomi olmaya başladığı yıllardan beri, köylü şehre göç ediyor. Bunun tabiî neticesi olarak da tarım nüfusu bir yandan düşerken, bilhassa gençlerin şehir hayatına olan alâkaları dolayısıyla bir yandan da yaşlanıyor. Bugün eldeki verilere göre Türkiye nüfusunun 22’lik bir kesimi tarım sektöründe istihdam edilmiş vaziyette. Bu nüfusun da her geçen sene yaşlandığının altını bir kez daha çizmekte yarar var. Dünya genelinde tarım nüfusunun 2 oranında arttığı son yıllarda, Türkiye’deki tarım nüfusunun 15 oranında azalması tedbir alınması gerektiğini açıkça ihtar etmektedir.
Anadolu’da genel olarak üç iklim çeşidi hâkimdir; Akdeniz İklimi, Karadeniz İklimi ve Kara İklimi. Bu üç iklim kuşağının çeşitli kesişme noktalarında, meselâ Marmara Bölgesi’nde birden fazla iklimin birbirine karıştığı ve farklı iklim koşullarının doğduğunu da söyleyebiliriz. Mevcut iklim çeşitliliği, Anadolu’da farklı iklim koşulları isteyen tarım ürünlerinin üretilmesine vesile olmaktadır.
Anadolu topraklarının 24,5’i birinci, ikinci ve üçüncü sınıf topraklardan oluşur. Tarım topraklarının 90’ı bu nitelikli topraklardan meydana gelir. 77,9 milyon hektar Anadolu arazisinin 26,3 milyon hektarı tarımda kullanılır. Miras ve arazi hukuku nedeniyle sürekli parçalanarak küçülen tarla büyüklüğü ortalama 60 hektara inmiştir.
Anadolu, genel olarak dağlık bir arazi yapısına sahiptir. Anadolu’daki arazilerin 55,9’u 1.000 m’nin üstünde yükseltiye ve 62,5’i 15’ten daha fazla eğime sahiptir. Hâkim rüzgârların ve bunların getirdiği deniz etkisinin altında olsa da kuzeydeki ve güneydeki sıradağlar nedeniyle Aadolu’nun iklim özellikleri ile yeryüzü̈ şekli özellikleri arasında sıkı bir bağ̆ vardır. Anadolu’nun arazi yapısı ile buna bağlı olarak değişen iklim özellikleri farklı coğrafi bölgelerin, bunların içinde de mikro klimaların oluşumunu mümkün kılmıştır.
Anadolu, Akdeniz, Ege, Karadeniz ve bir iç deniz olan Marmara Denizi ile beraber balıkçılık sektörünün gelişmesine de son derece müsaittir.
Tüm bunların yanı sıra, her ne kadar yeterince istifade edilmiyor olsa da, Anadolu, akarsu bakımından son derece zengindir.
2- Tarım
Tarım, nebatî ürünlerin üretilmesi, bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan ilmî şubedir. Diğer bir ifadeyle, insan besini olabilecek ve ekonomik değeri olan her türlü nebatî ürünün bakım, yetiştirme, koruma ve mekanizasyon faaliyetlerinin tümüdür.
Bu ilim şubesi nazarî bilginin yanı sıra özel yetenek ve önsezi gerektirir. Uygulamalı bir ilim şubesi olup, maksadı cemiyetin yararına ziraî değerler elde etmektir.
A- Anadolu’da Yetişen Tarım Mahsulleri
Anadolu’da hububat yahut tahıl olarak buğday, arpa, mısır, çavdar, pirinç üretimi gerçekleştirilmektedir. Hububat, nüfusun beslenmesinde temel besin kaynağı olmasından dolayı son derece stratejik bir mahsuldür.
Sanayi bitkisi olarak pamuk, tütün, şekerpancarı, zeytin, çay, haşhaş, keten, kenevir üretim, gerçekleştirilmektedir. Tahıllardan sonra en çok yetiştirilen tarım ürünleri sanayi bitkileridir. Türkiye’deki üretimi son yıllarda büyük oranda artış göstermiştir. Fabrika ve atölyelerde işlendiğinde çeşitli ürünler elde edilen ve bir sanayi dalı için ham madde oluşturan bitkilere denir. Örneğin; pamuk tekstil sanayisinin, tütün sigara sanayisinin ham maddesidir
Yağ bitkisi olarak zeytin, ayçiçeği, soya fasulyesi, susam, yer fıstığı ve son yıllarda yüksek verimi ve sanayi talebi dolayısıyla aspir ve kanola üretimi gerçekleştirilmektedir.
Anadolu’da üretimi yapılan bakliyatlar ise mercimek, nohut, fasulyedir. Bu üretim kalemi
dış ticaret bakımından da önemlidir.
Meyve olarak fındık, turunçgiller, incir, üzüm, elma, muz, antepfıstığı, kayısı, şeftali, erik, vişne üretimi ön plana çıkan ürünlerdir.
Sebze üretimine gelecek olursak, Türkiye’de hemen her türlü sebze yetiştirilmektedir. Sebzecilik, tahıl üretiminden farklı olarak sulama gerektirir ve yoğun emek harcanarak yapılır. Sebze üretimi Akdeniz, Ege, Marmara, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgeleri’nde sulama yapılabilen yerlerde yapılır. Doğu Anadolu’nun yüksek yerlerinde ve Karadeniz’in aşırı yağış alan yerlerinde sebze tarımı yapılamaz. Sebzeler en erken Akdeniz kıyılarında en geç Doğu Anadolu’da olgunlaşır ve farklı zamanlarda toplanan mahsul, daha uzun bir zaman diliminde taze sebzenin pazara sunulması imkânını doğurur.
Yem bitkisi olmadan ot obur küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmak imkansızdır. Kazançlı ve ucuz hayvan beslemenin yegâne yolu tarlaya yem bitkisi ekerek hayvanları kaba yemle beslemektir. Hayvancılıkta gelişmişliğin ölçüsü yem bitkisi ekiliş oranlarıyla doğrudan ilişkilidir. Avusturalya’da ekilen arazilerin 50’sini yem bitkisi oluştururken bu oran Avrupa’da 25 – 35’ler arasındadır. Ülkemizde ise yem bitkisi ekimi 10’un altında kalmaktadır.
***
Ekvatoral iklim şartları arayan çay ve muzun bile yetiştirilmesi için uygun şartlara sahib olan Anadolu, bereketli topraklarıyla neredeyse tüm tarım mahsullerinin yetiştirilmesi için imkân sağlamaktadır.
B- Tarım Metotları
a) İntansif (Yoğun) Tarım: Modern tarım metodudur. Bu metodla birim alandan en yüksek verim elde etmek amaçlanır. Sulama, gübreleme, tohum ıslahı, makineleşme gibi verimi artıran yöntemler kullanılır. Üretimde yıllar arasında çok farklılık olmaz. Hollanda, Japonya, Almanya, İsrail gibi ülkelerde uygulanır. Ülkemizde Adana, Antalya ve Kıyı Ege ovalarında yapılır.
b) Ekstensif (Yaygın) Tarım: Tarım alanlarının geniş, nüfusun az olduğu yerlerde uygulanır. Bu metod uygulanırken toprak yoğun bir şekilde işlenmez. Üretim iklim şartlarına göre değişebilir. Daha çok tahıl ürünleri ekilir. Arjantin, Kanada, Brezilya, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerde uygulanır. Türkiye’de İç Anadolu, Doğu Anadolu, G. Doğu Anadolu ve İç Ege’de yaygındır.
c) Nadas (Kuru) Tarım: Buna ilkel tarım da denir. Yağışların ve sulamanın yetersiz olduğu sahalarda uygulanır. Topraktan iki yılda bir ürün alınır. Ülkemizde İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uygulanır. Sulama yaygınlaşırsa ortadan kalkar.
d) Nöbetleşe Ekim (münavebeli tarım): Toprağa her yıl aynı ürünü ekmek yerine dönüşümlü olarak farklı ürünler ekilir. Nöbetleşe ekimdeki amaç toprak içindeki mineral dengesinin sağlanması ve toprağın erozyona karşı korunmasıdır.
e) Plantasyon: Tropikal kuşakta ticari amaçla çok geniş alanlarda bir veya bir kaç çeşit ürün yetiştirmeye dayalı tarım metodudur. Ör: Brezilya’da; çay, kahve ve muz, Seylan (Srilenka)’da; çay , Malezya’da; kauçuk gibi
f) Seracılık: Ülkemizde sera sebzeciliği başlangıcı 30 35 yıl evveline dayanır. Sera işletmelerinin kurulması iklim yönünden en uygun olan Antalya ve Mersin illerinde başlamıştır. Sera işletmeciliğini kısıtlayıcı en büyük faktör, sera içinde bitki gelişmesi için en uygun sıcaklığı sağlamada kullanılan yakıt ile ısıtma sisteminin bakım maliyetleridir. Bu nedenle ülkemizde sera işletmeciliği kurulabilecek bölgeler Akdeniz, Ege, Marmara, Karadeniz Bölgeleri ile uygun mikro kliması olan yörelerdir.
g) Organik Tarım: Bitki nöbetleşmesi, yeşil gübre, kompost, “biyolojik zararlı kontrolü”nü içeren ve toprak üretkenliğini sağlamada mekanik işlemeye dayanan; sentetik gübre, pestisit, hormon, hayvan yem katkıları ve genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanımını reddeden veya sınırlayan tarım yöntemidir. Organik tarımda toprak ve su gibi doğal çevrenin tarım eliyle kirletilmesini engellemek, temiz malzeme ve teknikler kullanılarak üretilen tarım ürünleri ile insan, hayvan ve çevrenin sağlığı üzerinde olumlu katkı sağlamak amaçlanır.
C- Tarımı Etkileyen Faktörler
Tarımdan elde edilen verimi etkileyen başlıca faktörler; sulama, toprak ve bakım, tohum ıslahı, gübreleme, ilaçlamadır.
3- Anadolu’da Tarım Üretiminin ve Üreticinin Başlıca Sorunları
Mülkiyet: Bugün dünyada tarım üretimi gerçekleştiren devletlerin tamamı tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesine karşı tedbir almış yahut alırken, Cumhuriyetin, kuruluşu esnasında ne olduğuna bile vâkıf olmaksızın kopyalayıp yapıştırmış olduğu “Medenî Kanun” dolayısıyla, tarım arazileri bölünmekte ve bu bölünme neticesinde ekonomik değerini yitiren araziler, ziraî üretiminden elde edilmesi planlanan verimin alınması önünde engel teşkil etmektedir.
Tarım arazilerinin mülkiyeti meselesi çözüme kavuşturulmaksızın, tarımın diğer meseleleri hakkında bize göre konuşmaya bile lüzum yoktur.
Eğitim: İnsanî faaliyet şubeleri hakkındaki ilmî müfredatımız, baştan aşağı Batı müfredatının kopyasından ibaret ve bununla beraber kendi başına tez-tezler ortaya koymuş olması gereken akademisyenlerimizse, intihalci-kopyacı hırsızlar maalesef… Batıdan kopya edilen müfredattan doğan ezberci zihniyet ve intihalci akademisyen kadro, hem tekâmüle mâni, hem de meselelerin hâl ve fasl edilmesi önünde yıkılmaz set olarak karşımıza dikiliyor. Batı’da görmediği usulü ve tekniği ne olduğu ve faydası hakkında üzerinde kafa patlatmaya lüzum görmeksizin peşinen reddeden ve önüne çıkan meselelerde, taklit ettiği müfredatta emsali bulunmayanlar için asla çözüm getiremeyen; ve ayrıca kendi zihniyetini benimsemeyeni de içinde bulunduğu organizasyonda bir dakika bile barındırmayan bir kafa, tam da Cumhuriyetin istediği insan tipinin prototipi… Akademik kadro ve müfredattaki bu sıkıntılar giderilmeksizin, yalnız ziraat değil, diğer insanî faaliyet şubelerinin meselelerini çözüme kavuşturmak mümkün değildir.
Eğitimin ve fakültenin meselesi olması gereken toprak veriminin arttırılması, tohum ıslahı, ekim ve toplama teknikleri, ilaçlama ve bakım, araştırma ve geliştirme, kurutma ve saklama teknikleri gibi meseleler, Türkiye’de hâkim olan zihniyet değişmediği sürece tartışılsa ne olur, tartışılmasa ne?
Batılı devletler bu gibi meselelerden tamamen çekilmiş ve çözümü, işleri topyekûn sermaye hâkimiyetine terk etmekte bulmuştur. Sermaye, daha fazla kârlılık için gerekli yatırımları yapmaktan çekinmiyor; fakat burada da şöyle bir mesele doğuyor, sermaye için esas olan kârlılıkken, tarım gibi içtimâî faydaya nisbetle çalışması gereken bir sektörün sermaye inisiyatifine terk edilmesi, hiç bir şey olmasa tohumların genetiğiyle oynanmasından dolayı envaî çeşit sağlık sorununa sebeb oluyor.
Hâsılı kelâm, tarım stratejik olduğu kadar nazikte bir faaliyet şubesidir ve dolayısıyla daha fazla kârlıklıktan başka ölçütü olmayan sermayenin inisiyatifine terk edilemez. Devletin tarım ile alâkalı eğitim bahsini çözüme kavuşturması ve en başta kendi tarım tarihini yeniden gözden geçirerek, cemiyetimizin besin kaynağı olan tarım mahsulleri üzerinde hassasiyetle durması son derece hayatîdir..
Göç
Türkiye’deki nüfusun yabancı şirketler tarafından ucuz iş gücü fırsatı olarak görülmesi dolayısıyla güya senelerdir Türkiye’ye güya yatırım yapılıyor ve siyasî iktidarlar da bu yatırımları sanki Türkiye’nin sanayi devrimi gerçekleşiyormuş gibi sunuyorlar.
Batılı şirketlerin ürünleri ucuza monte edilsin, iş gücü maliyeti daha da ucuzlasın diye yabancıların da destek ve müdahaleleriyle köylü, dolaylı yollarla da olsa şehre göç etmeye zorlandı. Cumhuriyetin ilk 70-80 senesinde Anadolu’nun köylerine hiçbir altyapı hizmeti ulaştırılmadı, terör bahane edilerek doğunun en verimli topraklarındaki köyler yakıldı, ahali göçe zorlandı ve Batı sofrasının artıkları “büyük nimet” bilindi. Şehir hayatının yüksek maliyeti dolayısıyla kadının da iş hayatına girmek zorunda kalmasıyla beraber, hem iş gücü maliyetleri daha da ucuzladı, hem de millet olarak bizi biz yapan ve elimizde dinimize dâir kalan tek hususiyet, kültürümüz de böylelikle talan edilmiş oldu.
1990’lı yıllarda tavan yapan göç tarım nüfusunu bitirirken, şehirleri de karışmış yün çilesi hâline getirdi. Bugün iktidarda olan Ak Parti her ne kadar şehirden köye göçü destekliyor görünse de, gereken altyapının ve istihdamın sağlanması adına gerekli adımları bir bütün olarak atamaya muktedir olmadığı için, mevcut rejim içinde çözülmesi mümkün olmayan bir sorundur, göç meselesi.
Altyapı Yetersizlikleri
Ekim yapılan tarım arazilerinin bugün hâlen bir çoğu su ve elektrik altyapısından mahrum vaziyette. Bir çok tarlanın yakınından bile elektrik hattı geçmezken, başlatılmış onlarca projeye rağmen hâlen sulama sorunu da çözüme kavuşturulmuş değil.
Makineleşme
Türkiye, bugün hâlen kendi traktörünü, biçerdöverini ve bunların ekipmanlarını imâl etmekten uzak. En az savunma sanayisi kadar, yerli otomobil kadar önemli olan yerli tarım vasıtaları imalatının da hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi ve yabancı şirketlerle rekabet edebilir hâle gelmesi son derece önemli. İşin yine “eğitim”e bakan veçhesi dolayısıyla fazla uzatmayalım.
Tarım Politikalarındaki Belirsizlikler
Demokratik yollarla iktidara gelen siyasî partiler için köylü, sandığa atacağı oy kalabalığından ibaret. Hâl böyle olunca, beş senede bir seçim sath-ı mailinde köylüye çeşitli vaatler veriliyorsa da, tutulanlar pek nadir. Türkiye gibi, mânâsı, üzerinde oturduğu toprak parçasına sığmayacak kadar büyük olan bir ülkenin, bugün uzun vadeli tarım politikaları ortaya koyamıyor oluşu, Türkiye’de demokrasiden doğan irade zafiyetinin başlı başına isbatıdır. Diğer birçok problem de, uzun vadeli tarım politikalarındaki belirsizlikten doğan güvensizlikten kaynaklanmaktadır.
Örgütlerin Zayıflığı
Bugün dünyada tarım ile gıda sanayisi birbirine entegre olmuş vaziyette. Türkiye’de örneğini “Torku” markası altında gördüğümüz gıda-sanayi entegrasyonu, tarım kooperatifi modeli, gerek çiftçinin finans, eğitim, tohum, makine, ekipman gibi gerekli ihtiyaçlarının karşılanması, gerekse tarladan toplanan mamulün işlenmesi yoluyla katma değerini arttırmaktadır. Bu entegrasyon gerçekleştirilmeksizin tarım planında global anlamda rekabet edebilir olmak mümkün değildir.
Yüksek Girdi Maliyetleri
Gübre, tohum, mazot, elektrik, su, makine ve ekipmanlarının maliyeti, köylünün mahsulden elde ettiği gelirle kıyaslanacak olursa son derece yüksek durumdadır. Bu bakımdan vergiler de indirime gitmek ve yerli üretim gerçekleştirilerek girdi fiyatlarının düşmesini sağlamak son derece ehemmiyetlidir.
Çevre Ülkelerdeki Siyasî Belirsizlikler
Coğrafî konumu itibariyle Anadolu toprakları, vereceği mahsulden bizi beslemeye yetecek ve aynı zamanda yakın çevremizde bulunan pazara da ürettiği mahsulü ithâl edecek kadar bereketlidir. Ne var ki bugün Türkiye’nin dört bir tarafındaki komşu ülkelerde yaşanan siyasî belirsizlikler, iç savaş ve savaşlar, çevremizdeki pazardan yeterince istifade etmemize mâni olmaktadır. Bu konuda Türkiye daha fazla inisiyatif alarak çevresindeki mevcut kaosu bir ân evvel sonlandırmakla mükelleftir.
3- Hayvancılık
Hayvanî üretim ya da yaygın adı ile hayvancılık; ürünleri ve güçleri ile insanlara yararlı evcil hayvanların bakımı, beslenmesi, üretimi ve yetiştirilmesini kapsayan ziraî faaliyet çeşididir.
Hayvancılığa yönelik temel bilimler, hayvan yetiştirme, hayvan besleme, ırk ıslahı, hayvancılıkta mekanizasyon, ekonomi ve istatistik, biyoteknoloji, hayvanî ürünler ve işleme teknolojisi, pazarlama gibi konuları kapsar.
A- Anadolu’daki Hayvancılık Faaliyetleri:
Büyükbaş Hayvancılık: Süt sığırcılığı, besi sığırcılığı, mandacılık, eşek, katır ve at yetiştiriciliği. Nemli bölgelerde, uzun boylu ot topluluklarının bulunduğu alanlar yetiştiricilik için uygundur. Türkiye’nin et ve süt ihtiyacının büyük kısmı büyükbaş hayvancılıktan karşılanmaktadır. Erzurum-Kars ve Doğu Karadeniz’de sığırcılık yaygın bir faaliyettir. Son yıllarda entegre kombine tesis mantığının yerleşmesiyle beraber Marmara ve Ege bölgesinde de büyükbaş hayvancılık yapılmaktadır.
Küçükbaş Hayvancılık: Koyunculuk, keçicilik, tavşan ve kürk hayvanı yetiştiriciliği. Başta İç Anadolu, Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgeleri olmak üzere İç Batı Anadolu, Karadeniz’in iç kesimleri, Güney Marmara ve Trakya’nın iç kesimleri koyun yetiştiriciliğinin yoğun olduğu bölgelerdir. Bunun yanı sıra özellikle Toroslarda keçi yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Su Ürünleri Yetiştiriciliği ve Avcılık: Balık ve diğer tatlı veya tuzlu su mahsullerinin yetiştirilmesi veya avlanması. Anadolu, farklı iklim bölgelerinde çok sayıda akarsu ve göl olması ve hepsinden önemlisi üç tarafı denizlerle çevrili olması dolayısıyla, su ürünleri potansiyeli son derece yüksek bir kara parçasıdır.
Kümes Hayvancılığı: Tavukçuluk, hindicilik, kaz, ördek, bıldırcın ve deve kuşu yetiştiriciliği. Hem yumurta hem de beyaz et için beslenir. Ucuz maliyeti ve pazarlamadaki kolaylıklar dolayısıyla son yıllarda tavukçuluk ön plana çıkmıştır. Bir diğer taraftan hızla gelişen şehircilik dolayısıyla büyüyen yumurta ve beyaz et talebinin karşılanması adına 1970’li yıllardan beri devlet tarafından modern tavuk çiftliklerinin kurulması desteklenmekte, teşvik edilmektedir. Tavuk çiftlikleri yoğun olarak İstanbul, Ankara, İzmir, Bolu, Balıkesir ve Sakarya gibi illerimiz çevresinde bulunmaktadır.
Arıcılık: Bal ve balmumu üretimini gerçekleştirmek üzere arı yetiştiriciliği. Anadolu’da farklı iklim çeşitleri ve farklı rakımlı arazilerin olmasının neticesinde bitki türlerinin de çeşitlilik kazanması, arıcığın gelişmesi açısında son derece önemli bir faktördür. Son yıllarda tercih edilmeye başlanan yeni tip kovanlar, 4-5 kg olan kovan verimini 40-50 kg’a kadar çıkartmış ve tabiî olarak bal veriminin de artmasına neden olmuştur. Türkiye’de yıllık 82 bin ton civarında bal üretimi gerçekleşmektedir.
İpek Böceği Yetiştiriciliği: İpek, dut ağacının yaprağı ile beslenen bir çeşit tırtılın ürettiği iplik şeklindeki maddedir.
Başta Bursa olmak üzere Bilecik, Balıkesir, Elazığ, Denizli, Muğla, Antalya, Mersin, Diyarbakır ve Amasya gibi illerde üretimi yapılmaktadır.
İpek böceği yetiştiriciliği, 19. asırda Avrupa’da tekstil sanayisin gelişmesiyle beraber eski önemini kaybetmiş olmakla beraber seçkin markaların tercih etmesine neden olan niteliği bakımından hâlen kıymet arz etmektedir.
B- Hayvancılığı Etkileyen Faktörler Ve Hayvancılığın Temel Meseleleri
Türkiye’deki yerli ırkların et ve süt verimi düşüktür. Anadolu’nun hayvancılık potansiyeli her ne kadar yüksekse de, yetiştirilen ırkların düşük veriminden ötürü beklenen üretim rakamları bir türlü yakalanamamaktadır. Son yıllarda Marmara ve Ege bölgesinde et ve süt bakımından verimi yüksek olan ırklar tercih edilerek besi hayvancılığı yapılıyor olsa da, bu üretim şekli Anadolu’da hâlen yaygın değildir.
Her geçen sene Anadolu’nun verimli meraları tahrip edilmekte ve yok olmaktadır. Meralara ekim yapılması, aşırı ve erken otlatma meraların yok olmasına sebebiyet vermektedir.
Kar örtüsünün yerde uzun süre kalıyor olması mera hayvancılığını kısıtlamakta ve hayvanların uzun süreler boyunca ağır ve ağıllarda kalmasına, yem ile beslenmesine ve maliyetlerin yükselmesine sebeb olmaktadır. Tarım üretimi ile hayvancılık politikası siyasî irade tarafından bir bütün olarak ele alınmadığından, yem maliyetleri de yüksek olmaktadır.
Kümes hayvancılığı, yaşanan rekabetten dolayı artık üretim çılgınlığının yaşandığı, bir birim daha fazla üretim için hayvanların neredeyse mutasyona uğratıldığı bir sektöre dönüşmüştür. Elde edilen verim her ne kadar yüksekse de, cemiyet sağlığını hiçe sayarak tehdit eden hiçbir girişimin müsbet neticeler vermeyeceği muhakkaktır.
Balıkçılık sektörüyse, dünyada artık geçilen açık deniz balıkçılığına geçilmiş olmasına rağmen ülkemizde hâlen eski teknikler kullanılarak yapılmaktadır. Bunun neticesinde hem denizlerdeki balık popülasyonundan istenildiği ölçüde verim alınmamakta, hem de balık neslinin çoğalmasına zarar verilmektedir. Bütün dünyanın tükettiği deniz mahsullerinin tek başına 8-10’luk dilimini üreten ve tüketen Japonya’nın kullandığı teknikler yakından incelenmeli ve gereken dönüşüm hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir.
***
Böylelikle kısaca da olsa Anadolu’nun ziraî manzarasının ana hatlarını potansiyel imkânlar ve mevcut meseleler bakımından değerlendirmiş bulunmaktayız. Şimdi gelelim dünya görüşümüz ışığında eldeki potansiyeli nasıl hayata aktaracağımıza ve meselelere getireceğimiz çözümlere.
İKTİSADÎ DÜNYA GÖRÜŞÜMÜZ IŞIĞINDA ZİRAAT POLİTİKAMIZIN ANA HATLARI
1- Köy ve Köylü Davası
Köy, memleket sathının en ücra yerlerine kadar nüfuz etmiş köylünün ikâmet ettiği en küçük yerleşim birimidir.
İnsan memuriyetini ve başta cemiyetçilik prensibimizi şuurlaştırmış, senfonimiz içinde kendisine düşen rolü sindirmiş, ruhî motivasyonu yüksek, istismar edilmeyeceğinden emin, kendi şahsiyetini eline attığı işte tüttürmesini bilen ve liyakat şartlarına malik olması hâlinde yüceler kurultayı namzetliğine kadar önü açık, ziraat ile iştigal eden sınıf bizim köylümüzdür.
***
Batının emrinde ucuz iş gücü olarak kullanılmak üzere Türkiye’nin şekillendirilmesi II. Dünya Savaşı sonrasına dayanır. Amerika Birleşik Devletleri, Anadolu’daki potansiyel ucuz iş gücünü global ekonomik sisteme entegre etmek ve iki kutuplu dünyada Türkiye’nin ABD’nin bloğunda olmasını güvence altına almak adına, bugün komik gelebilecek destekler vermek suretiyle kalkınma(!) planları geliştirmiş ve Türkiye’de uygulamıştır. Bu kalkınma politikalarının neticesinde, Türkiye montaj sanayinin merkezi hâline gelirken, nüfus, doğan iş gücü talebini karşılamak adına şehirlere göç etmiştir. Bugün Türkiye’de ziraat ile iştigal eden kesimin toplam nüfusa oranı 22’ye kadar düşmüş bulunmakla beraber, bu dilimi meydana getiren kesim her geçen gün yaşlanmaktadır.
Metropollerin ve şehirlerin de artık yaşanmaz-hareket edilemez hâle gelmesine neden olan plansız sanayileşme ve göç tamamen durdurulacak; köylü, aslî vazifesini yerine getirmek üzere, asgarî refah şartlarının üzerinde şartlar tesis edilmek suretiyle toprağına iade edilecektir.
Bundan sonrasında köyün maddî imarı ile köylünün ruh ve kafa, vücut ve nesil, iş unsurları ve refahının imarı Başyücelik Devleti’nin meselesidir ve devletimizin garantisi altındadır. Köy ve köylü davamız Üstad Necib Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde nokta nokta örgüleştirilmiştir.
2- Ziraî Meselelere Getirdiğimiz Başlıca Çözümler
Anadolu, yeniden bağımsız olmak ve kendisini dayatan tarihî misyonunu üstlenmek adına evvelâ kendi kendisini beslemek, beslenme ihtiyacını içeriden karşılamak zorundadır. Yukarıda ana hatlarıyla değinmiş olduğumuz Türkiye’nin ziraî manzarasına göre ihtiyacımızı karşılayacak potansiyel Anadolu’da mevcuttur. Potansiyelin hayata aktarılması noktasında yaşanan güçlüklerin hâl ve fasl edilmesi aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
a- Siyasî İrade:
Türkiye’de demokratik yollarla iktidara gelen siyasîler, uzun vadeli ziraî politikalar yapıp, bu politikaları yürürlüğe koymaya muktedir değildir. Mesela şehre göç eden nüfusu geri topraklarına iade etmek gibi bir politika benimseyemez de uygulayamaz da; çünkü, doğacak şahsî memnuniyetsizliklerin sandıkta ters tepkilere sebeb olacağından korkar ve adım atamaz. Dolayısıyla ziraattaki potansiyelin hayata aktarılması önündeki engellerden birincisi mevcut rejimdir.
İkincisiyse, yine bu rejimden kaynaklı olarak Türkiye’nin bağımlı devlet statüsü içinde bulunuyor olmasıdır. Neredeyse tüm politikalarımızı doğrudan veya dolaylı yollarla şekillendiren-yönlendiren Batılı devletler, kurulduğu günden itibaren ellerini ve eteklerini devletimiz, insanımız ve toprağımız üzerinden çekmeye mecbur olacaktır; ve dolayısıyla bu mesele tabiî bir şekilde hâl olacaktır.
b- Miras Hukuku- Mülkiyet Meselesi
Bundan iki sayı evvel ele aldığımız “Devlet-i Aliyye’nin İktisadî Dünya Görüşü” başlığı altında ele aldığımız üzere; Osmanlılarda, ziraatte mümkün olan en yüksek düzeyde üretimi gerçekleştireceği düşünülen işletme tipi, orta büyüklükteki aile işletmesiydi. Toprağın verimine göre 60 ile 150 dönüm arasında arazi tahsis edilen bu aile işletmelerinin yaygın bir biçimde korunması başlıca hedefti. Aile işletmelerinin, parçalanarak küçülmesini veya yeni arazi ilâvesi ile büyük çiftliklere dönüşmesini önlemek üzere devlet, ziraî toprakların mülkiyet hakkını fertlere bırakmaz, kendi elinde muhafaza ederdi. Yâni tarım arazilerinde ferdî mülkiyet yoktu. “Mîrî” adı verilen bu mülkiyet rejiminde, toprak, çiftçilere babadan oğula geçecek şekilde kiralanmış sayılır, alımı ve satımı devletin sıkı kontrolü altında tutulur, vakfedilmesine ve bağışlanmasına müsaade edilmezdi. Çiftçilerin, ziraî üretimi düşürmeye sebeb olacak şekilde, toprağı işlemeden tutmalarına, yahut terk ederek şehirlere veya başka bölgelere göç etmelerine izin verilmezdi.
Bugün toprak sahibiyim diye geçinenlerin ellerindeki tapu kayıtlarının nereye dayandığı ayrı mesele; fakat bugün kabul edilmiş “Medeni Kanun”dan ötürü uygulanmakta olan miras hukuku, ziraî arazilerin bölünerek ekonomik değerlerini kaybetmesine ve ekonomik değerini kaybettiği için de ziraaî faaliyete katkı sağlayamamasına sebeb olmaktadır.
Başyücelik Devleti, ziraî mülkiyetin korunmasında “Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik” prensibini son derece kararlı bir şekilde işletecektir. Bu prensib gereği , tanınacak 2-4 senelik bir müddet zarfında ya bölünmüş araziler toprak sahipleri tarafından ortaklık şeklinde birleştirilecek ve ziraî faaliyete katılacak, ya da ellerinden alınarak bir araya getirecek ve ziraat arazilerinde bir daha bölünme ve belli müddetten fazla nadasa bırakma katiyen olmayacaktır.
Bunun haricinde verimli tarım arazileri ve meralarda yapılaşmaya gitmek de kesinlikle yasaktır.
c- Eğitim
Türkiye’deki üniversitelerde görev alan akademik kadro, senelerce kendi zihniyetinde olan insanları organizasyon içine kabul etmiş ve kendi zihniyetinde olmayan insanlarıysa dışlamıştır. Ezberci müfredat ve intihalci akademik kadro dolayısıyla, Türkiye, senelerce millî üretime geçememiş ve Batıdan gelen ürünlere mahkûm edilmiştir. Bugün beğenilmeyen Rusya’daki üniversiteler, araştırma-geliştirme ve üretim merkezi gibi çalışırlarken, Türkiye’deki üniversiteler adeta el freni görevi görmüşlerdir.
Batıda görüp kopyaladığına bile bir virgül atmaktan aciz ve yine Batıda misalini görmediğini üzerinde düşünmeye gerek duymaksızın peşinen reddeden, eziklik psikolojisine mahkum olan bu zihniyete devletimizde kesinlikle yer yoktur.
Bunun yerine memleketin en ücra kesimi olan köylerde köylü için gereken ruhî ve ilmî eğitimi yapacak, en üst plandaysa bu bahsimize konu olmasından mülhem, ziraat için verimi arttırmaya yönelik tohum ıslahı, ırk ıslahı ve sulama ile ekim, toplama, depolama, yemleme teknikleriyle nebat ve hayvan sağlığı meselelerine kafa yoracak akademik kadronun ve akademik zihniyetin tesis edilmesi öncelikli meselemiz olacaktır.
Bilhassa İsrail menşeili tohumların toprağı kısırlaştırmak yoluyla kendisine bağımlı hâle getirmesi, hayvancılıkta kullanılan sapları kısaltarak hayvancılık maliyetini arttırması gibi hususlar asla kabul edilemez. Ziraat, son derece stratejik ve hayatî bir meseledir; ve Başyücelik Devleti ziraat fakültelerinin birinci meselesi, toprağımıza uygun tohumu imal etmektir. Devlet, tohum, gübre, ziraî ilaç ve aşı ithaline katiyen müsaade etmeyecektir ve bu ihtiyaçların tamamı millî imkânlar dâhilinde karşılanacaktır.
d- Kooperatif Çatısı Altında Ziraat ile Gıda Sanayinin Entegrasyonu
Kooperatif, ortak ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaç ve istekleri müşterek sahip olunan ve üyeleri tarafından denetlenen bir işletme yoluyla karşılamak üzere gönüllü olarak bir araya gelen insanların oluşturduğu özerk bir teşkilattır. Kooperatifler, içtimâî kalkınmayı geliştiren ve ticarî işletmeler için temel sağlayan kendisine has bir modele dayanmaktadırlar. Bu işletmeler aşağıdaki nitelikleri bünyesinde barındırırlar:
– Ortakların sahipliği, ortaklarına hizmet etme ve ortaklarınca yönetilme.
– Kendi kendine yetme, kendi kendine sorumluluk, demokrasi, eşitlik, adalet, dayanışma ve birlik
– Prensiblere dayalı işletmecilik:
1.Gönüllü ve açık üyelik
2.Ortaklar tarafından denetleme
3.Ortakların ekonomik katılımı
4.Özerklik ve bağımsızlık
5.Eğitim, öğretim ve bilgilendirme
6.Kooperatifler arası işbirliği
7.Cemiyete karşı sorumluluk
Kooperatifler, çok ortaklı yapısı dolayısıyla finans probleminin halledilmesi hususunda işe yarayacağı gibi, sermayenin şahıslar elinde değil, müessese elinde toplanmasına vesile olacağından dolayı son derece müsbet bir model olarak değerlendirilebilir.
Kore’de su ürünlerinin 70’ini; Brezilya’da ziraî ürünlerin 40’ını; Singapur’da perakende sektörünün 55’ini, Danimarka’da 35’ini ve Macaristan’da 15’ini kooperatifler karşılamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, ziraî faaliyetleri dünya çapında faaliyet gösteren büyük sermayelere teslim etmiştir. Bizim, “Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik” prensibimiz gereği sermayenin urlaşmasına tahammülümüz yoktur. Buna mukabil global ekonomik sistem ile rekabet etmek adına da büyük sermaye odaklarına da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sermaye odakları, kooperatifler marifetiyle şahsî sermaye değil de ortak sermaye olarak teşekkül ettirilebilir.
Bir diğer taraftan ekonomik faydası düşük olmasına rağmen stratejik faydası yüksek olan ziraî üretimin ayakta kalması ve sürekliliği için gereken sübvansiyon, ekim ve yetiştirme planlaması da kooperatifler üzerinden gerçekleştirilerek, hazine üzerinde bir yük olmaktan çıkartılabilir.
Türkiye’de “Konya Şeker”in kurmuş olduğu ve son yıllarda “Torku” markası altında ziraat ve hızlı tüketim sektöründe faaliyet gösteren kooperatif, ziraat-gıda sanayi entegrasyonumuz açısından incelenmesi gereken örneklerden biridir.
Kooperatif mantığının benimsenmesiyle birlikte ziraatın bir diğer problemi olan tarım-hayvancılık entegrasyonu da rahatlıkla gerçekleştirilebilir. Tarım mahsullerinin sap, kabuk, yaprak, kök ve posasından elde edilecek yem ile hayvancılık sektörünün ihtiyaçları organize bir şekilde karşılanır. Hâli hazırda zaten bu şekilde olmaktadır; fakat son yıllarda seçilen tohum çeşitleri dolayısıyla ihtiyaç karşılanamamaktadır. Dolayısıyla meselelerin tek değil birçok veçheden değerlendirilmesi buna göre genel kararlar alınarak uygulanması son derece yerinde olacaktır.
Burada pek tabiî ki önemli olan kooperatif kanunun muhtevası ve uygulanmasıdır. Ortakları başta olmak üzere cemiyet yararına kurulan bu ortaklık şeklinin, üyeler tarafından istismar edilmeye cüret edilmesi, Başyücelik Devleti gibi cemiyetçilik prensibini benimsemiş bir devletin adalet anlayışı gereği, tabiî olarak en ağır şekilde cezalandırılacaktır.
e- Devletler Arası İşbirlikleri
İktisadî dünya görüşümüzün temel prensibleri arasında yer alan milliyetçilik prensibi gereği, senfonimiz Anadolu topraklarından ibaret değil, hinterlandımızda aynı milliyetten olduğumuz devletleri ve ahaliyi de kapsayacak şekilde geniştir. Başyücelik Devleti, ümmetçidir!
Bugün Batılı devletlerin ve Çin’in büyük bir rekabet içinde sömürdükleri başta Afrika kıtası ve Orta Asya, bizim kalkınma modelimiz içindeki son derece ehemmiyetli ortaklardır. Gerektiği yerde yatırım yaparak, gerektiği yerdeyse yatırım alarak senfonimizi genişletmek ve senelerdir karnı sırtında, gözü Anadolu’da bekleyen milletlerin beslenme ihtiyacını da, mümkün olduğunca oradaki yatırımlarla karşılamak bizim boynumuzun borcudur.
Şartlar nisbetinde mümkün olan kimi yerde bizzat ziraî yatırım ve üretim yaparak, mümkün olmayan yerdeyse oradaki nüfus yahut kaynakları işletmek suretiyle ortak bir ekonomik sistem inşa etmek, Başyücelik Devleti’nin aslî vazifeleri arasındadır.
f- Ziraî Makine Sanayi
Başyücelik Devleti’nin iktisat politikasında sanayi ve ziraat planındaki kalkınma bir bütün olarak gerçekleşeceği için, ziraî faaliyetler için gerek duyulan makine, ekipman ve yedek parça ihtiyacının karşılanması için gereken sanayi tesislerinin kurulması ve işletilmesi de kalkınma politikasının bir parçası olacaktır.
g- Altyapı ve Hizmet Sağlanması
Köy davamızın gereklerinden biri de, 10 hâneli köylerden başlayarak, metropollere kadar uzanan hiyerarşi içinde altyapı ve hizmetlerin yerine ulaştırılmasıdır.
Köy idealimizi resmedecek olursak; küçük ve temiz bir köy meydanı; meydana bakar konumda camisi, okulu ve sağlık ocağı, bunların arkasında da halka halka haneleriyle tertemiz ve enfes bir köy manzarası. Refah seviyesi mutlaka yüksek, kasaba ve şehre ulaşımı kolay. Bu altyapı ve hizmetler ister devlet tarafından bizzat, isterse vakıflar aracılığıyla mutlaka sağlanacak asgarî seviyedir.
Bir diğer taraftan ziraî faaliyetler için gereken sulama ve enerji altyapısı ile yine ziraî faaliyetler için gereken eğitim ve sağlık hizmetleri kadrosu, yine ya devlet tarafından bizzat ya da vaziyete ve ihtiyaca göre vakıflar ve kooperatifler vasıtasıyla köylüye ulaştırılacaktır.
f- Gıda Sağlığı
Tarımda kullanılan genetiğiyle oynanmış tohum, ziraî ilaçlar, depolama ve ürün işleme şartları ve hayvancılık sektöründe kullanılan yem, hormon, antibiyotik ve diğer tüm ilaçların cemiyet sağlığı açısından incelenmesi üniversitelerin, denetlenmesi ise “Ziraat Müsteşarlığı”nın “Denetleme Şubesi”nin başlıca vazifesidir.
Pazardaki satıcının terazide ne kadar hassas olması gerekiyorsa, üreticinin ürünü şişirmek noktasında o denli hassas olması ve muhalif durumlara da benzer cezaî müeyyidelerin tatbik edilmesi gerekmektedir. Başyücelik Devleti hukukunda, cemiyete zarar veren ve bilhassa cemiyetin sağlığını hiçe sayan suçlar en şiddetli şekilde cezalandırılacaktır.
Cemiyetin sağlığı haricinde hayvancılık sektöründe yetiştirilen hayvanatın sağlığı da son derece önemli bir mevzudur. Yüksek verim elde etmek adına hayvanlara adeta işkence eden metotlarla yetiştiricilik yapılması, Anadolu gibi zaten bereketli olan bir diyar için kesinlikle yanaşılması mümkün olmayan bir metottur.
Kendisini bir nevi tanrı addeden Batılı sermaye sahiblerinin, daha fazla kârlılık ve daha fazla hâkimiyet adına hayvanata ve nebatata ettikleri zulme, Anadolu’da katiyen yer yoktur.
NETİCEDE
Başyücelik Devleti ekonomisi içinde kemmiyet bakımından küçük fakat keyfiyet bakımından son derece büyük bir faaliyet şubesidir, ziraat. Nihayetinde karşımızda global anlamda canavarlaşmış küfür milleti dururken, daha kendi kendimizi beslemekten aciz bir vaziyetteyken aslî davamızı güdebilmemizin imkânı yoktur.
Bizim bu sayıda ele aldığımız hususların her biri, daimi bir şekilde tekâmül eden dünyada bugünün meselelerine getirilen çözüm önerilerinden ibarettir; ve aslolan, zamanın gereği olarak değişen eşya ve hadiselere, temel prensiblerimizi tatbik etmek ve değişimi, tekâmülü görecek basiret ve şuura sahib olup, donuk kalmamaktır.
Başta da dediğimiz üzere; devleti temsil eden devlet adamlarının -ki bunlar Başyücelik Devleti’nde “Yüceler Kurultayı”dır- şefliğinde, bütün bir millet orkestrası tarafından, tek bir dünya görüşünün notalarının, tüm eşya ve hadiseler enstrüman bilinerek ahenk içinde icra edilmesi ideali gerçekleştikten sonra, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir…
Aylık Dergisi, 129. Sayı, Haziran 2015