Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Başkenti Ankara’da ardı ardına patlayan bombalar malum. Cumartesi güne bunlara bir yenisi İstanbul’da eklendi ve Beyoğlu İstiklâl Caddesinde bir canlı bomba eylemi gerçekleşti. Ankara’da gerçekleşen patlamanın daha dumanı dağılmadan gerçekleşen bu eylem, asimetrik savaşın hızlanarak süreceğini işaret ederken, bundan dört gün sonra yani Salı günü, Brüksel’de birkaç noktaya birden yapılan bombalı saldırıların haberi geldi.
11 Eylül 2001 milattır. Şehit Usame bin Ladin, Amerika’yı Amerika’da vurmak suretiyle, müsebbibi oldukları savaşı Batıya taşıyarak, artık huzur içinde yaşayıp Müslümanlara her türlü mezalimi sergileme devrini kapatmış, yeni bir devri açmıştır. Bugün savaş iyiden iyiye kızışırken, Batı’nın kendisini bu yangından vareste tutması düşünülemezdi. Aynı şekilde Batı’nın kendi içindeki anlaşmazlıkları, ABD, İngiltere, Rusya ve Avrupa arasındaki açmazları hesaba katacak ve bu çeşit saldırıları tamamen önlemenin mümkün olmadığını da göz önünde bulunduracak olursak, Batı’nın kendi eliyle kendi ipini çektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dergimiz yazarlarından Salim Muhammed, namı diğer Çakal Carlos, bu gibi saldırıların gerçekleşeceğini aylar öncesinden haber vermiş ve hattâ Avrupa’daki nükleer santrallerin bile hedef alınabileceğini dergimizdeki köşesinden duyurmuştu. Brüksel’de yaşanan saldırıdan sonra Belçika’nın Tihange Nükleer Santralinin polis tarafından boşaltılması, Batı’nın sükunet devrinin kat’i bir suretle nihayete erdiğinin ve senelerdir tutuşturmak için seferber olduğu yangının artık kendi topraklarına sıçradığının aleni resmidir.
Afganistan, Irak, Mısır, Suriye, Libya ve Türkiye’de ardı ardına bombalar patlarken bizim insanımız neler hissediyor, neler yaşıyor, nasıl bir korku ve panik içindeydi; işte size empati yapma fırsatı. Bugüne kadar sergilemiş olduğunuz mezalimin ne anlama geldiğini siz de bir tadın bakalım.
91 Körfez Savaşı, Afganistan Müdahalesi, İkiz Kulelerin vurulması , Irak bataklığı, Mortgage krizi, Avrupa ekonomik krizi, istihdam problemi, enerji darboğazı ve ipin ucunun kaçtığı Arab Baharı ile beraber Batı, psikolojik üstünlüğünü kaybetmiştir. Bugün değil fezaya mekik göndermek, fezadan dünyaya gezegen indirse kaybettiği üstünlüğünü geri kazanması mümkün değildir. Bundan bir buçuk asır evvel Devlet-i Aliyye’ye vurduğu “Hasta Adam” yaftasını artık ziyadesiyle kendi hak etmektedir. Devlet-i Aliyye’nin, “hasta adam”dı; doğru. Ama o “aliyye” vasfının mânâsına yakışır şekilde ve İngiliz tarihçi Toynbee’nin de işaret ettiği üzere ölmedi; deri değiştirerek kendisini yeniledi. Ama ya topyekûn Batı?..
Batı’nın İslâm medeniyetinden yağmaladıklarının üzerine bir virgül koyamaz vaziyetteki hâli, “ebed müddet” olmadığının ve olamayacağının da isbatıdır. Yani ilk fışkırışında İslâm’ın önünde mahkûm bulunduğu dize gelip yıkılma rolünün hakkını veren Roma’nın yerini bu gün, İslâm’ın ikinci fışkırış devrinde, topyekûn Batı almıştır. Ancak rolünü son derece kötü bir şekilde sahnelemektedir ve son perdede Roma’dan daha iyi bir performans sergileyecek de değildir.
***
Amerika, İngiltere ve Rusya’nın bir yandan Müslümanlar ile uğraşırken diğer yandan Avrupa’ya karşı giriştikleri siyasî ve ekonomik operasyondan bahsetmiştik hatırlarsanız. Avrupa, Akdeniz Birliği peşinde Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan da oldu. Kurulu olan rejim ve zihniyet açısından varlığını dayandırdığı sükunet bu süreçte ortadan kalktıkça, Avrupa’yı daha kötü günlerin beklediğini de görmek lazım.
Avrupa kıtası, Amerika, İngiltere ve Rusya’nın işbirliğinde hizaya çekilmek istenirken, kaderin cilvesidir ki, dün Osmanlı’ya el açtığı gibi bugün de bu şartlar için de medet umabileceği tek yer Anadolu’dur.
***
Arnold Toynbee, Osmanlı Devleti’nin hastalıktan ölüme sürüklenen bir devlet olmadığını ve deri değiştirdiğini söylüyor. Biz bu tesbitinin deri değiştirdiği kısmına tamamen katılmakla beraber, Toynbee’nin aksine, yeni derisine hâlen kavuşamadığı, bugüne kadarki 90 senelik nekahet devresinde dış tesirlere açık acılı, sancılı ve tehlikeli bir dönemden geçtiğini söylüyoruz. Ölmemiş olduğuna göre ruhunun bütün keyfiyetlerinin mahfuz olduğunu ve yeni derisi üzerinde belirginleşmeye başlasa bile hâlen bu sıkıntılı devrenin sürdüğünü ve sağlığına kavuşur kavuşmaz eski kudretinden daha da büyük bir kudretle İlây-ı Kelimetullah davasını layıkıyla sırtlayacağına inanıyoruz.
Şimdi, onlar düşünsün!
Baran Dergisi 480. Sayı