Rivayet odur ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm Hindistan’ın Serendib Adasına (Seylan veya Sri Lanka) indirilmiştir. Sri Lanka, “yeryüzü cenneti” olarak da tavsif edilmiştir. Hazret-i Havva Annemiz ise Arabistan’ın Cidde bölgesine indirilmiştir. Aralarındaki mesafe, 4777 km olarak bulunmuştur. Buluşmaları, dünyaya indirilişlerinden tam 200 sene sonra, Mekke’nin 20 kilometre uzaklığındaki Arafat’ta bulunan Rahmet Dağı’nda (Cebelü’r-rahme) gerçekleşmiştir. 

Ayet meâli: “Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.”(Ta’ha, 20/122).

Not: Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm, seçilmişlerdendir… Üstad Necip Fazıl’ın İBDA Mimarı’na hitabı: “Sana zevk duyacağın bir şey

söyleyeceğim: BELKİDE KAYDEDİLMİŞLERDENSİN. Seni kaydetmişlerdir... Sözüme dikkat et!”(1)
Notun notu: Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Marşı’ndan bir kıta:

“Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.(2)

Güneşten baş ve onun göklere yükseltilmesi!.. Tedaisi, İBDA Mimarı’nın Furkan -Lûgat-ı Salihûn- isimli eserinden: “Şems: Güneş: 400… Kayser: Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı: 400… Münşî: İnşa eden. Yapısı, üslûbu güzel olan. İyi nesir yazan, kâtib: 400... Mus’ır: Sıkıcı, sıkan: 400… Kırk: Soy, nesil: 400.”(3)

Arapça Te harfinin ebced değeri: 400… “Te harfi, Allah’ın Kaâbid-Kısıcı, kısaltıcı, sıkıcı ismi, Esir mertebesi, Kamer menzillerinden Kalbe işaret eder; içyüzü mânâ alemine, dış yüzü hasselerden, içinde yaşadığımız madde âlemine bakan”(4)… Te: 400= 200+ 200… Re: 200: Ebu Süleyman… Ebu Süleyman: Horoz: 200… İçe ve dışa bakan horoz!.. Fikrin nasıl (ahlâk) ve niçin (akıl) kanatları, diğer bir ifadeyle de “bir ayniyetin iki kanadı” halinde Büyük Doğu ve İBDA!

Not: Bu tür terkiblere yer vermemizin sebebi, “zevken idrak” çerçevesinde, horoz borcu mevzuuyla doğrudan ilişkili olmaları hasebiyledir. Horoz’un bariz vasfı hakkında, vakit namazlarının başlangıç noktası olan sabah namazı vakti çerçevesinde, güneşin doğuşunu haber vermek olduğu daha önceki bölümlerde etraflıca işlenmişti. Yine daha evvelki yazılarımızda, horoza sövülmemesi gerektiğinin yanı sıra, Kureyş’e de sövülmemesi gerektiğine dair hadîslere yer vermiştik. Hakeza horoz, hurus, hüsrev, şah ve hükümdar çerçevesinde, rüya âleminden haber verilen “Salih Mirzabeyoğlu hükümdardır!” terkibine, bunun da “Ebu Süleyman: Horoz: 200” terkibi üzerinden Hazret-i Halid bin Velid (R.A) nesebine kadar uzanan bir mânâyı mündemiç olduğuna değinmiştik. Bütün bu söylenenlerden cesaretle söylemek isteriz ki, seçilmiş veya kaydedilmiş olanın tebası da seçilmiştir. Bu mevzu, -Yahudiler varsın kendilerinin seçilmiş olduğuna inansın dursun!-, hadîsle sabit olduğu üzere, Musevî mizaçla da doğrudan ilişkilidir… Bu mevzuun müşahhas zemine taşınması veya içselleştirilmesi için azami derecede hassasiyet sahibi olmak lazım geldiğini söylemek isteriz. İhmal edilmemelidir. “1999: Ümmetin Kurtuluş yılı!” esprisi üzerinden, “İstanbul Savaşı” diyebileceğimiz 15 Temmuz 2016 Darbesi veya İşgal Girişimini geri püskürten millet veya ümmetin varlığına hassaten dikkat edilmelidir. Bunun bereketiyledir ki bugün, Kudüs’e giden yolun eşik taşı mahiyetindeki Afrin, (Zeytin Dalı- Anadolu Dalı), gerçek sahiblerinin eline geçmiştir. Şükrün edasını gerektiren durumlar var ve bu, himmetin nereden geldiğini bilmek kaydına bağlıdır. Duayı icrada arayan makam: İBDA!

Not: Hazret-i Âdem Aleyhisselâm, Arafat ovasında Hazret-i Havva ile buluştuktan sonra Kâbe’nin inşasını gerçekleştirmişlerdir. Kâbe ve Hacer-ül Esved?(5)

Not: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, oğlu Hazret-i İsmail Aleyhisselâm ile birlikte Kâbe’yi yeniden inşa ettiklerinde, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla Ebu Kubeys(6)dağında saklanan Hacer-ül Esved, tekrardan yerine yerleştirilebilmiştir. Hikâyesi ise şöyle: Kâbe’nin yeniden inşası esnasında, Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, “Ey İsmail iyi bir taş getir ki hacılara işaret olsun” buyurdu. Hazret-i İsmail Aleyhisselâm bir taş getirdi, fakat Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm bunu beğenmedi ve “Bundan daha iyi bir taş getir” diye buyurdu. Hazret-i İsmail Aleyhisselâm daha iyi bir taş bulmak için davrandığında, Ebu Kubeys dağından bir nida işitti: “Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al!” Bunun üzerine Hacer-ül Esved taşı Ebu Kubeys dağından alınıp, Kâbe’deki yerine yerleştirilmiş oldu. 

Kâbe’nin doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan Hacer-ül Esved, cennet yakutlarındandır. Cennetten indirildiğinde beyazdı, lâkin daha sonra insanların günahları onu siyahlaştırdı. Nitekim Arapça lügatta hacer “taş”, esved ise “siyah, aslan” demektir. Kâbe, Müslümanların namazda kıblesi olup, hac emrinin yerine getirilmesinde ziyaret edilmesi farz olan “mekân üstü” ilâhî bir yapıdır. Hacda, Kâbe’nin etrafında dönerek ziyaret etmeye tavaf denilir. Tavafa Hacer-ül Esved’den başlamak ve bitirmek ise haccın sünnetidir. Sünnet?! 

Not: Salt sünnet mevzu, -kavram çerçevesinde irdelendiğinde-, horoz borcu mevzuu içerisinde müstakil olarak ele alınmayı icab ettiren bir noktadadır, lâkin bu mevzuyu burada ötelemek durumundayım. 

Not: Rivayet o dur ki, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm Cennet’ten dünyaya indirilince, Meleklerin seslerini ve tespihlerini (zikirlerini) işitemez olmuştu. Bu hâlinden yakınarak, Allah’a yalvardı. Allah, melekler vasıtasıyla bir Beyt indirdi. Bu Beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu Beyt’in biri doğu, diğeri ise batı tarafı olmak üzere iki kapısı vardı. Üzerinde Cennet’ten kandiller bulunuyordu. O Beyt, bugün Kâbe’nin bulunduğu yere indirilmiştir. Allah, “Ey Âdem, senin için bir hâne (ev) gönderdim. Arşım etrafını tavaf ettiğin gibi, bunun etrafını da tavaf eyle. Arşın etrafında namaz kıldığın gibi, bunun etrafında da namaz kıl”, buyurdu. Hacer-ül Esved’i de bu Beyt’le beraber gönderdi. Evet; bu taş, yeryüzüne ilk indirildiğinde beyazdı. Lâkin Cahiliyet döneminde, günahkâr kişilerin ve hayızlı kadınların dokunmasıyla siyah oldu ve bundan dolayı da ismine Hacer-ül Esved (siyah taş) denildi. 

Not: İndirilen bu Beyt’in biri doğu, diğeri ise batıda olmak üzere iki kapısı var… Doğu ve batı kapıları? Doğu beyaz (Güneşin doğuşu, aydınlık), batı ise siyah (Güneşin batışı, gece, karanlık) olarak okunabilir... İki zıd mânânın bir arada bulunması… Kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birinin gerçekleşmesi ve haddı zâtında bunların her ikisinin bir arada bulunması!.. Cemiyet meydanında mümin ve kâfirin varlığından mülhem ferdi planda müminde imanın açık küfrün gizli, kâfirde ise küfrün açık imanın gizli olması… Tedaisi, “Cem-i ezdad” esprisi üzerinden Deccaliyet ve Mehdiyyetin Anadolu topraklarında bir arada bulunması… “Allah indinde dinin İslâm olması” ve İslâmın “zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı” olarak belirmesi!.. En önemlisi de, “İstikbâl İslâmındır” mânâsının Allah’ın tasarrufunda olması ve bunun da Allah Resûlü’nün ümmetine bir müjde olarak hediye edilmesi… Siyah ve beyaz… Mehdî… “Malik Hikmeti”… Tedaisi, İBDA Mimarı’nın Aydınlık Savaşçıları -Moro Destanı- isimli eseri!.. Moro destanı, aynı zamanda doğu ve batı destanı, diğer bir ifadeyle de, ruh ve bedenden müteşekkil olan insanın, yâni Âdemoğlunun destanıdır!

Not: Antik Yunan mitolojisinde, Apollon, Asklepios’a hamile olan karısı tarafından aldatıldığını öğrenince derhal onu ateşe atıp yakmıştır. (Burada “kadın, fikirdir” esprisi üzerinden cima isteği, “Bir”leşme isteği ve akabinde de, yanmaktan mütevellid temizleyici olan ateşin “küllî” olana ulaştırmak için külleştirme durumuna bir gönderme mi yapılmaktadır, bilinmez). Karısı ateşte yanarken Apollon, Asklepios’u onun karnından çekip çıkarmış, kurtarmıştır. (Burada da, gidip tekrar gelmek mânâsına, -ölmek ve doğmak!-, küllerinden doğmak vs. durumları sözkonusu olabilir). Mitolojik anlatımda, karısı tarafından aldatıldığını Apollon’a haber veren beyaz bir kuzgun veya kargadan söz edilir ki, bu kuzgun veya karga siyaha dönüş(türül)müştür. (Tedaisi, haberci, -elçi!-, nifak, -infak!-, riya, -rüya!-, iki yüzlü veya iki ruhlu, -ruh ve beden; zâhir ve bâtın; doğu ve batı, Büyük Doğu ve İBDA; insan!-, ve Ebu Süleyman vs.). Ancak, söz konusu kuzgun veya karganın nasıl olup da siyaha dönüştüğü bir muamma olarak kalmıştır. Bu mevzuun Hacer-ül Esved ile herhangi bir ilişkisi var mıdır, yok mudur? Bu sorunun cevabı, araştırmaya değer bir mevzudur. Ayrıca; 

Hacer-ül Esved’in Kust veya Ûd-i Hindî ile de bir bağlantısının olup olmadığı yine araştırmaya değer bir mevzudur. Aslında nebatî bir kök olan ve “Topalak otu” adıyla da bilinen Kust veya Ud-i Hindî, Hindistan’da yetişen bir ağacın parçalarıdır. İki nevi vardır. Bunlardan biri Kust-i Hindî, diğeri ise Kust-i Arabî... Kust-i Hindî siyaha meyilli, hafif, galîz, kokusu az, tadı acı; Kust-i Arabi ise lezîz, ak, hafif kokulu olur. Mutlak zikr olundukta murâd tatlısıdır ki, Arabî olan cinsidir. Bevl ve hayzı çoğaltır. Ciğere pek faydalı, sancıyı def edici, solucanları öldürücü ve şekercebîn ile içilmesi hummayı durdurma, buharlandırılması nezle ve vebaya faydalı, talâsî behak ve baras (: insan vücudunda meydana gelen pul pul beyazlık ve alaca hastalığı!) illetlerini izâlede acîb tesîrlidir (Kaamûs Tercümesi)… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri de Kust’tan söz eder. Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin dediğine göre, Kust’un “Hindî” nevi siyah, “Bahrî” nevi ise beyazdır. Demişlerdir ki, Kust’un “Hindî” nevi “Bahrî” nevinden daha hararetlidir. Kust-i Hindî’nin Hindistan’dan, Kust-i Bahrî’nin ise Yemen’den, Mağrib diyarından getirilmesi sözkonusudur. (Yemen… Ye ve Men… Ye’nin ebcedi 10, Men’in ise adam, ben ve “insan” mânâsından hareketle, Yemen terkibinde saklı olan mânâlardan bir tanesinin, “10 adam”, “10 ben” veya “10 insan” olduğu sonucuna varılabilir. Burada, son zamanlarda, İBDA Mimarı tarafından sıkça tekrar edilen, “TILAİ 10 İRANÎ-Mehdî’yi Hamil On Süvarî” hadisini hatırlamamak mümkün değil. İBDA Mimarı, bu süvarilerden onuncusunun Efendi Hazretleri olduğuna işaret eder. Hal böyle olunca onbirincisinin Üstad Necip Fazıl, onikincisinin ise bizzat kendisine işaret ettiği sözkonusu… “Onbir: On-Pîr… Yevmiye: “Elime bir genç geçti, Pîr geçti. Kendi geldi!”… İbranice, Pîr: Kuyu, maden ocağı, maden kuyusu… Onikinci!”(7)…Bu da bizi, Büyük Doğ-İBDA ruh ve fikir sisteminin, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden Efendi Hazretleri’ne kadarki mânâ âleminin köşe taşları keyfiyetini haiz “10 süvari” tarafından korunduğu hükmüne ulaştırır. Bu arada, İBDA Mimarı’na ait bir rüyada,Said-i Nursî Hazretleri’nin bir cümlesi halinde, “12 sığır yavrusundan biri, mucize beyanıdır”sözü hassaten dikkat edilmesi gereken bir çerçevededir)… Kust’un üçüncü bir nev’i daha vardır ki, ona da “Kust-i Murr (Acı Kust)” denilir. Bu da Şâm havâlîsinde bilhassa sahil kısmında çok bulunur. (Kust-i Murr, yani Acı Kust’u, “zehirle pişmiş aştan yemeğe kim gelir” esprisi üzerinden Kust-i Mir olarak okumaktan yanayım. Şam’ın sahil kısmında bulunması da ayrıca güzel! Tedaisi, Akdeniz, Cebel-i Tarık ve Rahman Sûresi’nin 19. ve 20. Âyet meâlleri!). 

Not: Beyaz mücerredin rengidir, siyah ise asaletin!.. Çin Mistisizmindeki Ying ve Yang’ın siyah ve beyaz olarak kayıt altına alınması hakkında sanırım birazcık düşünmek gerekir. Ying ve Yang’ın her birinde yer alan delik veya boşluk esprisi de ayrıca dikkate değer. Bunun Hacer-ül Esved veya Kust ile bir ilişkisi olabilir. Diğer taraftan, Mehdî kelime’sinde saklı olan siyah ve beyaz mânâsı üzerinde de yine birazcık olsun düşünmek gerekir.Mehdî kelimesinde saklı olan siyah ve beyazın “Bir”leşmesinden doğan “kül” renginin “küllî” olana yol veren gri renk olarak belirdiğini, bunun da Efendi Hazretleri ile olan ilişkisini görmemek mümkün değildir. Bu arada, bütün renk deneyimlerinin ton, doygunluk ve parlaklık şeklinde üç temel boyutta ele alındığını, bunlardan renk tonu, kırmızı, mavi gibi, bir ışığın rengini yakalayan ve dalga uzunluğuna bağlı olan boyut; parlaklık ise, bir renkteki ışığın şiddetini veren boyuttur. Beyaz en parlak, siyah ise en mat renktir. Renk doygunluğuna gelince, o da; bir tonun saflığı ya da canlılığıdır. Yoğun renkler, en yüksek doygunluğa sahiptir; pastel ve yumuşak renkler ise düşük doygunluğa sahiptir. Burada istisnai bir durum var o da, gri rengin sıfır doygunluğa sahip olmasıdır.(8)Gri rengin sıfır doygunluğa sahib olması çok ilginç olsa gerektir. Sıfır delik veya boşluk olarak okunabilir mi?.. İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”ndan: “Gri renk, Yay Burcu ve Balık Burcu’nda görünen Müşteri yıldızı ile ilgili ve Allah’ın “Kahhar-Her üstünlüğün üstünde silici üstünlük” isminin nuruna işaret; bütün renklerin ötesindeki renksizliğe”(9)işaret eder… Yine İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”ndan bir terkib: “Cevn-Siyah. Beyaz. “Mâlik hikmeti”: 59: Mehdî…”(10)

Not: Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın zuhuruna hizmet kabilinden “yardım ve yataklık” edecek olan mübareklerin sancaklarının siyah, elbise ve sarıklarının ise beyaz olacak olması da ayrıca çok dikkate değer bir mevzudur. Haber verildiği üzere, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın zuhurundan önce, (Irak’tan) siyah bayraklar (1. ordu) çıkar. Sonra Horasan’dan yine siyah bayraklı (2. ordu) bir başka ordu çıkar. Onların sarıkları siyah elbiseleri beyaz olur ve başlarında Şuayp Bin Salih Temimi bulunur. Süfyaninin ordusunu yenerek Beytül Makdiste (Kudüs) Mehdînin saltanatını hazırlar. Şam’dan üç yüz kişi de ona yardım eder. Bu ordunun çıkışı ile Mehdiye saltanatın teslimi arasında 72 ay (6 yıl) vardır.(11)

Not: “Cem-i ezdad” mânâsı üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, 12 rakamı üzerinde yoğunlaşmak sanırım saçma olmaz. Meselâ Ahbes-i Lâin’den sonra 12. Cumhurbaşkanı ve “12 sığır yavrusundan biri mucize beyanıdır” esprisi arasında sahici bir okuma yapmak mümkün gözükmektedir. Söz konusu okumanın, ruh ve nefs arasındaki ilişkiden mütevellid, nefsin ruhun önünde dize gelmesine taalluk eden bir mânâya daha yakın durduğu söylenebilir. Kasdımız ise şu: “Merkez Türkiye”dir, esprisi üzerinden bakıldığında, Deccaliyet’in lübbü veya özü dize getirilmiş olup, şimdilerde muhitin halli söz konusudur. Denizin orta yerinden (tedaisi, Rahman Suresi’nin 19. Ve 20. Âyet meâlleri) kopan fırtınanın sahile vurması misâlinde olduğu gibi, önünde durulamayan ve dahi durdurulamayan, en önemlisi de durduralamayacak olan bir mânânın yürüyüşü sözkonusudur. Allah u âlem!  

Not: Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın yardımcıları çerçevesinde Horasan tabirine dikkat! Horoz borcu mevzuunda daha evvel üzerinde durduğumuz veçhile, hor, horoz, hurus, hüsrev ve hükümdâr kavramları üzerinden, rüya âleminden haber verilen “Salih Mirzabeyoğlu Hükümdardır!” terkibine ulaşmıştık. Burada daha farklı bir hatırlatma yapmak icab etti ki, o da şu: Horasanın köpekleri ve Horasanın erenleri!.. Horasan’dan gelecek yardımcılar ve köpek kelimesinde saklı olan mânâlar dikkate alındığında bu mevzu daha da derinleşmektedir. Mevzu uzamasın diye burada kesmek icab ediyor. 

Evet; Tufan olacağı zaman Allah, Cebrail Aleyhisselâm’a Hacer-ül Esved’i Ebu Kubeys dağında saklamasını ve onun korunmasını emretmişti. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’a Kâbe’nin yeniden inşası emri verilince, oğlu Hazret-i İsmail Aleyhisselâm ile beraber, Ebu Kubeys dağında saklı olan Hacer-ül Esved tekrardan yerine yerleştirildi… Hacer-ül Esved, asırlardan beri Müslümanların da hürmet ve tazim gösterdiği mukaddes bir taştır.”4 

Not: Allah Azze ve Celle, Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm ile doğrudan ilişkili olan Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ı gökyüzünde, 5. Sema olan Güneş Feleğinde saklarken, Deccal-i Lâin’i de yeryüzünde bir mağarada saklamaktadır. Kıyamet öncesi gerçekleşecek olan Büyük Savaş (Melheme-i Kübra), nefsin ruhanîleşmesine karşılık, yine nefsin bedenîleşmesi, daha doğrusu maddîleşmesi (ki biz buna putlaşması veya kendini ilâh olarak görmeye başlaması da diyebiliriz) arasında gerçekleşecek olan bir savaş olup, “ilim mi, din mi?” sorusunun da cevabı hâlinde, aslında ruh ve madde esprisi üzerinden doğu ve batı arasındaki bir savaşa da işaret ettiği düşünülebilir. Kıyamet Savaşı!.. “Kıyam et!” savaşı!.. Ayağa kalkmanın veya dik durmanın savaşı! Dik durmak veya kıyam, namazda “başlangıç” hareketi olmakla birlikte, aynı zamanda “varlıklar bütünü”nde de insanın hareketidir. Dik, Arapça lûgatta horoz mânâsınadır ve bu, müktedirlik makamına işaret ediyor olması bakımından, “sen çekil aradan tenasul etsin yaradan” esprisi çerçevesinde, “istikamet” mânâsında olan tenasül ile de doğrudan ilişkilidir. Bütün bir Batı düşüncesini şekillendiren Phallos sembolünün tam aksine, Allah Resûlü’nün, “Beni Hud sûresi ihtiyarlattı!” hadîsini hatırlamanın yerlerinden biri de işte bu Kıyamet mevzuu olsa gerektir. Bu durum, horoz borcu mevzuunun Asklepios’tan bağımsız olarak nerelere kadar sarktığını görmemiz açısından çok ilginç olsa gerektir.  
 
Dipnotlar
 1-Salih Mirzabeyoğlu, Müjdelerin müjdesi, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2004, s. 47

 2-Necip Fazıl Kısakürek, Çile, bd yayınları, 50. Basım, İstanbul, sh. 396.

 3-Salih Mirzabeyoğlu, Furkan –Lugat-ı Salihûn-, İBDA Yayınları, İstanbul, sh. 458.

 4-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-kist-bend-i-din-393-h3827.html

5-Salih Mirzabeyoğlu: “Hacer-ül Esved-Kâbede bulunan doğu tarafında bulunan ve Cennet’ten geldiğine inanılan, beyaz iken insanın hataları ile simsiyah olan taş. Esved, “siyah, aslan” demek. Bu taşa, Ruh’ul Esved-Siyah Ruh da denilir: 313: Merci’-Söylenilen sözün kendisine fayda verdiği kimse. Başvurulacak, sığınılacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Kaynak. Merkez… Arz-ı Rum: Dem-i Şâm-Akşam vakti… Dem: Kan. Nefes, soluk. Ân, lâhza. Gözyaşı, dua. Batı… İspanyolca, Mora: Doğu ve Batı. Hafıkan… Üstadım’dan: Durulan sonsuzluk, yemyeşil gece / Dalga dalga / Büyük düşünce… Tek ölçü, her şeyin her şeyden farkı / Âhenk âhenk / Bir yakan şarkı!) (http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-cennet-kokulari-213-h3326.html)

6-Mekke şehri Ebukubeys ile Kuaykiân dağları arasında yer alır. Ezrakî’ye göre İyâd veya Mezhic kabilesinden Ebu Kubeys adlı bir şahıs burada bir bina yapma teşebbüsünde bulunduğu için bu dağa Ebukubeys adı verilmiştir. Yaküt ise İbn Hişam’a dayanarak Cürhüm kabilesinden Ebu Kubeys b. Şamih’in, Amr b. Müdad ile amcasının kızı Meyye arasında koğuculuk yaparak iki sevgilinin arasını bozduğunu, bunun üzerine Amr’ın kendisini öldürmeye karar verdiğini öğrenince bu dağa kaçtığını, daha sonra bu dağın Ebükubeys adıyla anıldığını söyler. Hz. Adem’in ilk ateş parçasını (kabes) bu dağdan aldığı için dağa Ebukubeys adını verdiği veya Hacer-ül Esved’in buradan alınmış olması sebebiyle bu adın verildiği yolunda rivayetler bulunmaktadır. Öte yandan Nuh tufanından Hz. İbrahim'in Kabe’yi inşa ettiği tarihe kadar geçen süre içinde Hacer-ül Esved’i saklayıp koruduğu için bu dağa Cahiliye devrinde “el-Emin” denildiği, ayrıca el-Ahşebü’ş - şarki, Şeyhü’l-cibal ve el-A’raf adlarıyla da anıldığı bilinmektedir. Rivayete göre Cenab-ı Hak Nuh tufanı sırasında Hacer-ül-Esved’i bu dağa emanet etmiş ve Hz. İbrahim de Allah’ın, “İnsanlar arasında haccı ilan et” (el-Hac 22 / 27) emri üzerine bu dağa çıkıp insanları hacca davet etmiştir. Halk Mekke vadisine yerleşmeden önce sel tehlikesi olmadığı için yerleşim alanı olarak burayı seçmişti. Ebukubeys dağı Cahiliye döneminde halkın mukaddes saydığı yerlerdendi. Mekke’nin zahid ve abidleri buraya çıkarak itikafa çekilirlerdi. Hz. Peygamber kendisini en çok üzen olayın, Taif’te İbn AbdüyaiTI b. Abdükütat'den (Abdüyalil b. Amr) kendisini himaye etmesini istediği zaman onun bu teklifi reddetmesi olduğunu söyler. Bu olaydan sonra üzgün bir halde Mekke'ye dönerken Hz. Peygamber'e gelen bir melek Ebükubeys ile Kuaykıan dağlarını (Ahşebeyn) göstererek, “Eğer bu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek bütün müşrikleri ezmesini istersen onu da yaparım” deyince Hz. Peygamber, “Hayır! Ben onların soyundan Allah’a şirk koşmayan bir nesil gelmesini isterim” buyurmuştur (Buhârî, “Bedaü’l-halk”, 7). İslâm tarihinde önemli bir yeri olan Dârülerkam bu dağın eteğinde bulunduğu gibi sa’y’in başlangıç noktası olan Safâ tepesi de Ebûkubeys dağının eteğinde yer almaktadır. Kamer sûresinde (54/1) zikredilen İnşikâku’l-Kamer mûcizesi de İbn Abbâs ve İbn Mes‘ûd’dan gelen bir rivayete göre bu dağın üzerinde gerçekleşmiştir (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VII, 670-672). Abdullah b. Zübeyr Haccâc tarafından Mekke’de muhasara edilirken kurulan iki mancınıktan birisi Ebûkubeys üzerine yerleştirilmişti. İlk Senûsî zâviyesi de 1837 yılında bu dağın üzerinde bina edilmiştir. Ebûkubeys’in en üst noktasında 1980’li yıllara gelinceye kadar varlığını koruyabilmiş bir mescid vardı. İbrâhim Mescidi olarak anılan mâbedin tarihinin çok eskilere dayandığı ve son olarak Hintli bir müslüman tarafından 1257’de (1841) yeniden yaptırıldığı bilinmektedir. 1980’den sonra Ebûkubeys’in tamamı Suudi ailesi tarafından istimlâk edilerek üstüne saraylar, altına da Harem’i Azîziye ve Mina’ya bağlayan tüneller inşa edilmiştir. O yüzden şu anda bu dağ yerinde yoktur. (http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=100281)

7-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-takdimimde-gizli-mehdi-yi-hamil-10-suvari-288-h3225.html

8*https://auzefalmsstorage.blob.core.windows.net/auzefcontent/ders1/psikolojiye_giris_1/8/index.html#konu-5

9*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-takdimimde-gizli-mehdi-yi-hamil-10-suvari-288-h3225.html

10*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-konferans-sicak-takib-390-h3690.html

11*http://313muhammedi.blogspot.com.tr/2015/12/peygamberimiz-siyah-ve-sari.html


Baran Dergisi 586. Sayı