Gerçek şu; 32 İBDA'cıya, sırf Müslüman oldukları gerekçesiyle T.C. mahkemeleri tarafından 228 sene hapis cezası kesildi. Kaskatı vakıâ...
Gerçeği merkeze aldıktan sonra, öncelikle böyle bir dâvânın neden görüldüğüyle başlayalım ve ardından da merkeze yerleştireceğimiz kaskatı vakıâ etrafında çeşitli değerlendirmelerde bulunalım.
28 Şubat kararlarını uygulamakla görevli Batı Çalışma Grubu'nun fiilen faaliyette olduğu dönemde, Müslümanlara yönelik yapılan operasyonlar neticesinde tutuklanan İBDA'cıların bir kısmı Bandırma Cezaevi'ndeydi.
Cezaevindeki İBDA'cıların neden tutuklu oldukları meselesini de konuşalım. Dergimiz yayın kurulu üyesi Kâzım Albayrak, son zamanlarda STK'lardaki faaliyetleriyle tanınan Tayyar Tercan, Yakup Köse ve toplamda hukuksuz bir şekilde cezaya çarptırılan 32 Müslüman...
Çeçenistan'da yaşananları protesto etmek için düzenlenen bir protesto gösterisinde, "tekbir" getirdiği ve eliyle İBDA selâmı yaptığı için idam cezasına çarptırılan Yakup Köse ve uyduruk dâvâlarla tutuklanıp Müslüman Anadolu'nun direncini kırmak adına meydana getirilmek istenen "korku imparatorluğunu" kurmak için tutuklanmış gençler ve diğer taraftan da, 28 Şubatçıları Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun ölçüsüyle "leş" olarak gören ve onlar karşısında boyun eğmemiş, eğilmemiş yiğitler...
Sosyal tecrit modeline dayalı yüksek güvenlikli F-Tipi cezaevlerinin yapılmasının ardından, dönemin "brifingli yargısı" tarafından "terör suçlusu" olarak ifâde edilen tutuklu ve hükümlülerin bu yeni cezaevlerine sevk edilmesi işlemine devletin tabiriyle hâkim olan unsur "isyan"dı. Yalnız burada geçen "sevk" ve "isyan" ifâdelerinin şekli üzerinde durmakta yarar var.
28 Şubatçıların, Anadolu'dan İslâm'ı ve İslâmî olan "herşey"i ortadan kaldırmak üzere yaptığı operasyon karşısında can pahası, kan pahası mücadele eden, eğilmeyen, dik duran ve bu duruşuyla kurulan tezgâhı bozan, 28 Şubatçıların hesablarını boşa çıkartan İBDA'cılar önünde rezil rüsva olan rejimin, dört duvar arasına kıstırılmış olan Müslümanlardan "sevk"i bahane ederek "isyan" gerekçesiyle başarısızlığının acısını çıkartması, kinini kusması, nefretini dillendirmesidir.
Sevk edeceğiz bahanesiyle, cezaevindeki mahkûmun üzerine otomatik tüfeklerle saatlerce ateş açan, birini şehid eden, 13'ünü yaralayan, yine saatlerce cezaevinin kapalı ortamını muhtevası hâlen meçhûl bir kimyâsal gaza (operasyonda yer alan rütbelilerden birisi "o gün kullanılan gazlar envanterimizde yoktu" diye açıklama yapmıştır) boğan, bunu da ertesi günün gazetelerinde utanmadan, "isyan bastırıldı" başlığı altında kahramanlık destanı gibi anlatan bir rejim ve bu rejimin hâkim olduğu devlet.
İşte, bugün kesinleşen mahkeme kararı, o gün 28 Şubat'ın başarısızlığının intikamını almak için, kuduz köpekler gibi dört duvar arasındaki mahkûma saldıran rejimin yaptığı operasyonu, hukuksuzluğu, namussuzluğu "isyan" kisvesine bürümesinden ötürüdür.
Alınan yargı kararına gelecek olursak, 28 Şubatçıların, hem 28 Şubat döneminde, hem de cezaevlerine gerekleştirdikleri operasyonlardaki başarısızlıklarının intikamı nev'inden, rejimin kusulmuş kinidir. Aynı zamanda da 28 Şubat'ta hâkim olan rejim anlayışı için her ne kadar "bitti" propagandası yapılıyor ve buna inanılıyorsa da hâlen ne kadar canlı olduğunun delilidir. 32 İBDA'cı Müslüman'a verilen 228 yıl hapis cezasının "neden" verildiğinden bahsettik. Şimdi bir de bu cezanın verilmesinde işlenen hukuk cinayetine gelelim.
Cezaevine yapılan operasyonun "isyan" olarak değerlendirilmiş olması, birçok hukuksuzluğun bir arada yaşanmış olması bir yana, bir de usul bakımından yapılan yanlışlıklar var. Bunlardan yalnızca bir örnek bile, onaylanan kararın ne denli hukuksuz olduğunu ispatlamaya yeter:
Mahkûmiyet kararı verilen oturumda, bir çok müvekkil ve müdafîsi bulunmamaktadır. Bu durum, kararın hukuksuz olmasının yanı sıra, Yargıtay için de usûl bakımından MUTLAK BOZMA SEBEBİ teşkil etmektedir.
32 İBDA'cıya Kesilen 228 Sene Hapis Cezası Etrafında
Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere gerçek şu; 23 İBDA'cıya sırf Müslüman oldukları için kesilen 228 sene hapis cezası, kaskatı vakıâ... Bu vakıâyı merkeze alarak etrafında mevcut aktörlerin bir değerlendirmesini yapalım.
Bandırma dâvâsından çıkan bu karar, bir süredir gündemde yer alan, dâvânın safhâları basın tarafından takib edilen ve göz göre göre işlenen bir hukuk cinayetidir. Şimdi mevcut iktidar sürekli olarak diyor ki "28 Şubat bitti", "bin yıl sürer denen 28 Şubat'ı biz bitirdik", "28 Şubatçılar yargılanıyor" vs... Eğer ki bittiyse "istiklâl mücadelesini" kime karşı veriyorsunuz? Kendinizle çelişiyorsunuz. Yahu iyi de lâfla peynir gemisi yürümüyor. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, ceberrut rejim anlayışından ötürü olağanüstü bir şekilde yasaklanan başörtüsünü serbest bırakmak, yani tabiî hâle getirmekle 28 Şubat sona erdirilmiş olmuyor maalesef... Yargı bürokrasisinde 28 Şubat mânâsının yaşatıldığını anlamak için 32 Müslüman'a verilen 228 sene cezaya bakmak yeter. Şimdi, bu cezayı merkeze aldıktan sonra, sen istediğin kadar anlat... "Al Sana 28 Şubat"...
Bir başka bakımdan, 228 senelik hukuksuz cezanın göz göre göre geldiğini söylemiştik. Şimdi "ama yargı bağımsız, müdahâle edemiyoruz", "yargı bizim elimizde değil, paralel devletin elinde" falan gibi masallar da hükümsüzdür. Mahkeme kararına yapılan itiraz, üyeleri hakkında her gün yeni bir şaibe ortaya atılan Yargıtay 9. Dairesine gönderilirken, hepiniz seyrettiniz. Ne Yakup Köse, ne de onunla beraber yargılanan Müslümanlar, Bilal Erdoğan'dan daha az değerli değildir. Bilâl Erdoğan için devletin kolluk güçleri seferber edilirken, Müslümanların dâvâsı söz konusu olduğunda nedense Dolmabahçe'de gazetecilerle bir toplantı yapıp "yeniden yargılanma hakkı süreci konusuna uzak bakmıyorum" diyerek "bakmakla" yetiniyorsunuz.
Geldiğimiz noktada, iktidar makamı şikâyet makamı olmadığına göre, gereğinin ivedilikle yapılması şarttır. Bu işin lâmı cimi yok. Hem bu işin nasıl yapılması gerektiğini de, zannediyoruz ki cemaatin "nefs"inize karşı gerçekleştirdiği operasyona karşı, operasyonlar yaparken öğrenmişsinizdir. Bu hukuk garabeti giderilinceye kadar geçecek olan zaman zarfında, Yakup Köse ve arkadaşlarının Yargıtay 9. Dairesinin zihniyetinden nasıl korunacağını da siz çok iyi bilirsiniz herhâlde...
Türkiye'de, maskelerin bir bir düştüğü, cüzzamlı suratların bütün iğrençliğiyle gün yüzüne çıktığı şu zaman diliminde iktidarda bulunanlar, bu ve 28 Şubat sürecinden kalma bunun gibi tüm hukuksuzlukları gidermek zorundadır.
Biz, 28 Şubat'ta nasıl boyun eğmediysek, yine eğmeyiz, ne paraleline ne düzüne. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun maruz kaldığı hukuksuzluk başta olmak üzere, 28 Şubat döneminden kalma tüm hukuksuzluklar giderilmez ve bu hukuksuzlukların failleriyle lâyıkıyla hesablaşılmazsa eğer, onu 28 Şubatçılara bir sorun, onu da "en iyi onlar bilirler"...
Baran Dergisi 378. Sayı