Türkiye’de denetlenmemiş, hiçbir şekilde sorgulanmamış, muhtevası tartışılmamış, tenkid edilmemiş, yararı ve zararı konuşulmamış, ahlâka mugayir mi diye bakılmamış binlerce kitap basılıp satılıyor. Bu kitapların ekserisi “yerli edebiyat” adı altında piyasaya sürülüyor. Herhangi bir davası, ideolojisi, ahlâkı, haysiyeti, şahsiyeti olmayan ve yalnızca para peşinde koşan yayınevleri de bu ahlâksızlığa önayak oluyor. Yayınevleri kendilerine gelen kitapları denetleyebilecek vaziyette değil; bu işi paraya döndüren yayıncılardan dolayı da, ne yazsa kitaplaştırıp satabileceğini düşünen ve yazma fiilini meslek haline getiren insanlar mevcut. Çeşitli yerlerden intihal ettikleri yazıları derleyip bir isim vererek kitaplarını bastırabiliyorlar.
Meselâ Vav Gibi Eğilmek diye başlık atıp, Avrupa’nın Hristiyan dînî kitaplarından, biraz da bizdeki popüler kitaplardan intihal ederek bir kitap yazılabiliyor. Yahut Avrupa’da basılan kitaplardan birini alıp intihal edip, Kalbindeki Işık başlığını atıp bir kitap yayınlanabiliyor. İşte çevremizde gördüğümüz “popüler” kitaplar böyle yazılıyor. Velhasılıkelâm bir kitap yazmak için hiç de bir fikrin çilesini, ızdırabını çekmeye gerek yokmuş. Peki, gerçekten öyle mi?
İlk önce Türkiye’de denetlenmeden basılan ve 15-20 yaş grubunun okuduğu ahlaksız içeriğin olduğu kitaplardan örnek verelim. Kitabın ismi Dikkat Aşk Çıkabilir... Yazarı ise “Asude”... Kitabı 15 yaşında bir kız yazmış. Bu kitap Avrupa’nın Beyaz Dizi’lerinde geçen konulardan tutun, ailecek izlenmeyecek, tek başına da insanın izlerken kendinden utanacağı film ve dizilerden, hatta “artı 18” diye tabir ettikleri kitaplarda geçen seks içerikli konulardan farksız. Bu kitaplar, Avrupa’daki Fantasy (erotik fantazi) edebiyatı olarak adlandırılan ve çocuklara yasaklanan kitaplardan...
Bir diğer kitap da Büşra Yılmaz’ın 4N 1K isimli kitabı... İçinde, yaşları 15-18 arası kız ve erkeklerin aynı evde toplanıp parti vermesinden tutun, birbirleriyle “sevgili” olmasına ve birçok cinsel içerikli cümleler yer alıyor: “...Su getirsene bana, hazır ayağa kalkmışken... Sinan her zamanki fırsatçılığıyla ‘Şap atacağım suyun içine’ dedi. ...Sonra elimi tişörtümün içinden daldırdım ve tırnaklarımı kaşınan bölgede gezdirdim... ...’S..tir’ deyiverdim...”
Öznur Yıldırım’ın Yabancı isimli kitabından bir fragman daha: “ ‘Benimlesin’ dedi üstüne basa basa. ‘Ve benim olana başkasının dokunmasına izin vermem. Zarar mı göreceksin? Bunu sadece ben yapabilirim. Ağlayacak mısın? Ben ağlatırım ama benim kollarımda ağlarsın. Ölecek misin? Benim elimde ölürsün. Biri seni öpecek mi? Bir tek ben öpebilirim. Biri sana tecavüz mü edecek? Bunu da sadece ben yaparım. Hatta benimle olduğun sürece isteyerek yatabileceğin tek erkek de benim.’ Kızardım. ‘Sanki her gün başka bir erkeğe gidiyormuşum gibi konuşma. Benim öyle bir ilişkim hiç olmadı, olmaz da.’ … ‘Uyuyacağım,’ diye mırıldandı gözlerini kapatırken. ‘Ses çıkarma’…”
Tecavüzü meşru hâle getiren, zinayı çocuklar arasında normalmiş gibi gösteren, utanma duygusunun yitirildiği, edepsizliğin ve ahlâksızlığın diz boyu olduğu İrem Demirbaş’ın Tenimdeki İmza isimli kitabından bir fragman daha: “ ‘Uzak dur benden!’ dedim gür bir sesle, yemek masasını aramıza koyarak. O masanın bir tarafında duruyordu, bense öbür tarafında. ‘Anne!’ diye seslendim. ‘Uzak dur!’ diye tekrarladım. ‘Uzak durmak istemiyorum. Durmayacağım,’ diye vurguladı. ‘Ben seni istiyorum ve bugün, burada, istediğimi alacağım,’ diyerek sağ tarafına doğru hareketlenerek ondan uzaklaştım. Masanın etrafında turluyorduk. ‘Ama ben seni istemiyorum!’ ‘İstiyorsun… …büyüteceğim seni. Şimdi nazlanmayı bırak da gel buraya.’ … ‘Yakaladım seni, küçük f…..’”
Anne Babalar İzin Veriyor
Aileden terbiye görmemiş, ahlâkî değerlerden haberi olmayan ve edepten yoksun 15-16 yaşındaki gençler yazıyor bu cinsel içerikli kitapları. Ve binlerce çocuğun ahlâkını bozuyor; onları dine, kültüre, ahlâka, aileye, örfe, geleneğe yabancı kılıyor. Çocuktaki boşluk bunlarla dolduruluyor. Bu kitapları çocukların okumasını sağlayanlar da anne babalar. Geçtiğimiz sene bir fuarda 15 yaşındaki Büşra Yılmaz’ın 4N 1K isimli kitabını imzalıyordu. Yüzlerce çocuk ve yanlarında anne babaları bu kitabı almak için sıra bekliyordu. Aileler kitap okumuyor olabilir fakat kendi evlatlarından mesul. Aldıkları kitaplara bakmak ve okunup okunmayacağı konusunda denetlemek zorunda. Anne ve baba, “iyiyi ve kötüyü çocuğum fark etsin” diyerek kitap okumayı çocuklarının inisiyatifine bırakıyor. Okula gitmeyi, yemek yemeyi ve yatmayı çocuğunun keyfine bırakamayan aile, iş ruhu beslemeye gelince “çocuğum seçsin yolu” diyerek zararlı içerikli kitaplara izin veriyor. Okulda dağıtılan “Ramazan Risalesi ve Üç Aylar” kitabında cinsel ilişkinin orucu bozduğu meselesine “Skandal skandal, okulda çocuklara dağıtılan kitapta cinsel içerik bulunuyor” diye bas bas bağıran güruh; mevzu yukarıda bahsettiğim pornodan beslenen kitaplar olunca reklamını bile yapacak kadar alçalabiliyor. Ayrıca Ramazan Risalesi kitabının içerdiğindeki dinî ifadelerin çocuklar için uygun olmadığını belirten öğretmenlerin tepkisi üzerine de kitap toplatılıyor. Çocukların, fıkhını öğrenmesi “uygunsuz” oluyor ama bu ahlâksız kitapları -bizzat öğretmenlerin tavsiyesiyle- okuması uygunsuz olmuyor.
Talim ve Terbiye Kurulu da incelemiyor
Yukarıda bahsettiğim kitapların örnekleri çok. Bu kitaplardan birini elinize aldığınızda şaşıracağınız ahlâk dışı birçok yazı, küçücük çocukların elinde dolaşıyor. Buna öğretmenler de izin veriyor. Millî Eğitim Bakanlığı ise bu faciaya karşı sessiz! Bakanlığın görevlerinden biri “manevî, tarihî, kültürel değerlerine sahip çıkarak onları koruması” olduğu halde ve bu konuda yüzlerce şikâyet almalarına rağmen, her hangi bir çalışmaları yok. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın görevlerinden biri hazırlanan kitaplarının incelenmesi ve denetlenmesi; fakat okulların kitaplıklarındaki kitaplara inceleme ve denetim yapılmıyor. Eğitim müfredatında yeni yeni düzenlemeler yapılıyorsa da, bu manzaraya bakarak bu işin bir parça değil, bütün hâlinde ele alınması gerektiğini söyleyebiliriz.
İlkokul, ortaokul, lise okuyanlara bakıyoruz; serseri, aptal, esrarkeş, ahlâksız, usulsüz, bilgisiz, tembel hale getirilmiş. Çocuklarımızı bu hale gelsinler diye mi veriyoruz okula? The Walking Dead dizisindeki “aylak”lara çevirdiler çocukları. Denetlenmeden önlerine konan kitaplar ve sistemsiz sadece ezberci bir zihniyetle çocuklar “aylak”laştırılıyor. Bu zararlı kitapları bir de ödev olarak öğrencilerine veren, tavsiye eden öğretmenler var. Okulların kitaplıkları ise buna benzer kitaplarla dolu. Peki, cahillerin (cahil, aynı zamanda ahlâksız olana denir) başımıza öğretmen olduğu okullardan mezun olan çocuklardan memlekete ne hayır gelecek?
Edebiyat Edepten Gelir
Yayınlanan kitaplardan bazıları şunlar: Kötü Çocuk, Kolej Züppesi, Tenimdeki İmza, Yabancı, Pabucumun Ajanı, Dikkat Aşk Çıkabilir, Saksı Olmanın Faydaları, Tatlı Cazibe, Âşık Sadist, Küçük Sevgilim, Asi Çakıltaşı, 4N 1K, Daima Aşk Kazanır vs. Buraya sığmayacak kadar yüzlerce kitap bulunuyor. Hemen hemen hepsinin de içeriği belden aşağı. Ve bu kitaplar; fuarların, kitabevlerinin, kütüphanelerin “Yerli Edebiyat” bölümünde duruyor. Edebiyat edepten gelir ve edebiyatı edebiyat yapan edeptir. Bu kitapların arasında edebiyat-edep nerede? Haliyle yerli edebiyat değil “Yerli Edepsizlik” denir buna. Bu kitapları okuyan çocuktaki ruhî tahribatı bir düşünün. Zaten sokaklar, okullar, sosyal medyalar ve TV’ler ahlâksızlık pompalıyor, bir de bizzat devlet eliyle çocuklara verilen zehirli kitaplar olunca, geriye ne kalıyor körpe bir çocuğun temiz kalabilmesi için? Bu kitapların çoğunu da ilk elden okuyanlar; önce WattPad denilen ve yeni çıkan bir siteye abone oluyor. Yazılan hikâyeler orada bulunan üyelerle (üyelerin tamamına yakını 15-16-17 yaşları arasında) paylaşılıyor ve daha sonra kitaplaştırılıyor. WattPad’de yayınlanan hikâyelerin ise bahsedilen kitaplardan bir farkı yok. (İnternet üzerinde yapılan ahlaksız yayınlar için TCK’da “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” maddesi olduğu halde ahlâksız içerikler de her geçen gün artıyor.)
Facia Kütüphanelerde de işleniyor
Tehlikenin diğer boyutu ise kütüphaneler!.. Bu ve benzeri binlerce kitap, kütüphanelerin raflarını mesken tutmuş. Fuzulî, Bakî, Nebî, Battal Gazi, Yunus Emre, Dede Korkut, Nasreddin Hoca vb. kitaplar okunmuyor. Bu kitapları çocuklara tavsiye edecek öğretmen de anne baba da yok. Çünkü kendi kültüründen haberleri yok. Yerli edepsizlik adı altında yayınlanan bu zehirli kitapların tamamı ve daha birçoğu İBB Atatürk Kitaplığı’nda bulunuyor. Hatta İstanbul genelinde ne kadar kütüphane varsa, hepsinde var. Devlet, kendi eliyle çocukları zehirliyor. Kütüphaneler, tıklım tıklım gençlerle dolu ve bundan gurur duyuyoruz değil mi?..
Çocuk kütüphanelerinde ise çocuklara Jeff Kinney isimli birinin yazdığı Saftirik’in serileri okutuluyor. Bizim kadim tarihimizi anlatacak çok güzel eserlerimiz, tarihimizi tekrar canlandıracak ve hep zinde tutacak kahramanlarımız var. Ama aileler ve okullar bilmediği için çocuklar da bilmiyor. Daha okula başladığından beri öğrencilere hem dinî, hem ilmî, hem de kültürel açıdan nitelikli kitaplar verilseydi, etrafta bu kadar aptalca kitaplar olmayacaktı. Ne yazana, ne de yazılana itibar edilecekti.
Bakanlıklar Ne Yapıyor?
Yaşları daha 15’i, 16’yı geçmemiş gençlerin maruz kaldığı bu musibete ne öğretmenler, ne anne babalar ne de Bakanlıklar ses ediyor. Kültürde, ahlâkta, dinde, eğitimde vs. hiçbir şekilde denetim olmadığı gibi, iş usulüne göre de yapılmıyor. Yetişkin kitap yayıncılığı başlı başına bir sorun ve denetlenmezken, çocuk kitapları yayıncılığı da denetlenmiyor. Parası olan artık istediği kitabı “yerli edebiyat” adı altında bastırabiliyor. Denetleme mekanizması nasılsa iktidarsız. İçeriği ahlâksız olan, edepsizce yazılan, küfür ve taciz içeren milyonlarca kitap var ve çoğu Kültür Bakanlığı’na, Basın Yayın’a, Basın Savcılığı’na şikâyet ediliyor. Buna mukabil gelen cevap ise “Milyonlarca kitap var, hangisine yetişeceğiz” oluyor. Yetişemiyorsanız o işi yapmayın, yetişemiyorsanız o kadar kitabı bastırmayın. Hukukî süreçte şikâyet edilen kitapları okunduktan ve binlerce sattıktan sonra piyasadan kaldırıyorsanız yahut para cezası getiriyorsanız; bu da milletle, milletin öz değerleriyle dalga geçiliyor demektir.
Denetleme Mekanizması (Var da) Yok!
Belediyeler ve TV programları da yukarıda saydığım isimlerin bazılarını yazar adı altında milletle buluşturuyor. Çünkü belediyelerdeki kültür işlerine bakanlar da kültür cahili. Bunları denetleyenler de (varsa tabi) ayrıca cahil. TRT’de bir programa çıkardıkları 15 yaşındaki “4N 1K” isimli kitabın yazarına “Nasıl başardın bu işi” diye soruyor sunucu. Bu o kadar da zor değil. İki ahlaksız hikâye oku sen de yazarsın, nasılsa kimse “neden yazdın bunu” demeyecek! Basılı yerel ve bölgesel tüm kitap, dergi ve gazetelerin kontrolü basın savcıları tarafından sağlanıyor! Matbaalarda basılan her türlü yayının kopyası basın savcılığına gönderiliyor. Basın suçlarının takibi yapılacak maddeler mevcut fakat denetleme yok. Aşağıda basın yayınında hukukî sürecin nasıl işlediğini izah edeceğiz.
Basın Yayında Hukuki Süreç
Türk Ceza Kanunu’na göre 5187 Sayılı Basın Kanunu’nda “basın suçları”, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda ise “basın yoluyla da işlenmesi mümkün olan genel suçlar” bulunmaktadır. Basın suçlarının maddelerinden biri de “Müstehcenlik”. 226. maddenin kanunu şöyle: “Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten; bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten; bu ürünleri, içeriğine vakıf olunabilecek şekilde satışa veya kiraya arz eden; bu ürünleri, bunların satışına mahsus alış-veriş yerleri dışında, satışa arz eden, satan veya kiraya veren; bu ürünleri, sair mal veya hizmet satışları yanında veya dolayısıyla bedelsiz olarak veren veya dağıtan; bu ürünlerin reklâmını yapan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu ürünleri ülkeye sokan, çoğaltan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, ihraç eden, bulunduran ya da başkalarının kullanımına sunan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesine göre tecavüzü özendirecek içeriklere karşı koyulan kural ise şöyle: “Cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanlar bir milyar liradan yirmi milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza bölgesel süreli yayınlarda iki milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda on milyar liradan az olamaz.” Basın yayının hukuki süreçlerine Türk Ceza Kanunu’nda anayasa, basın kanunu, RTÜK mevzuatı, TCK, BK, MK, FSEK, 5651 Sayılı Kanunlar baktığı gibi, hak ihlalleri ve tazminat davalarından dolayı “Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu” da bakıyor.
Basın Kanunu’nun. 16. maddesinde yer alan “Basılmış eserler yoluyla işlenen fiillerden doğan maddî ve manevî zararlardan dolayı süreli yayınlarda, eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi, süresiz yayınlarda ise eser sahibi ile yayımcı, yayımcının belli olmaması halinde ise basımcı müştereken ve müteselsilen sorumludur” kuralına göre, yayınlanan eser içeriklerinden dolayı maddî ve manevî bir zarar iddiası ile dava açılınca bunun muhatabı eser yahut yayın sahibi, yayın içeriğinden dolayı maddî veya manevî zarara uğrayan kimse isterse bunlardan birine yahut her ikisine de dava açabilir. Bu kural süreli ve süresiz yayınlar için geçerlidir. Kısaca para veya hapis cezası verilmektedir.
Hukuk bunu emrettiği hâlde, süreli ve süresiz yayınlara bu kurallar uygulanmıyor.
Zararlı Yayınevleri
Milletin değerlerine yabancı ve zararlı olan yayınevlerinden bazıları ise şunlar: Psilon, Pegasus, Ephesus, İkinci Adam, Lopus, Go Kitap, Yabancı, Aspendos, Dharma… Basılan kitapların çoğu Batı kültüründen intihal edilmiş. Zamanında bu işi eski yazarlarımız yapardı; demek ki şimdilerde gelenekleşmiş. Kendi eserini veremeyen, ortaya her hangi bir şey koyamayan çapsız adamlar, başkalarının eserlerini tırtıklıyor. Toplumun sorunlarına hiçbir şey söyleyemeyen cahil profesör, resimsiz ressam, fikirsiz entelektüel, şiirsiz şair, hikâyesiz hikâyeci ve ilimsiz âlimin kitapları kitabevlerinin vitrinlerinde. Nasılsa yazmanın bir ahlâkı, bir usulü olmadığı için çalmayı, kopyala-yapıştırı kendilerine meslek edinenler malumatfuruşçu yahut ansiklopedici olmuş.
Tarihi, tarihi kitaplardan alıntılayarak yeni bir tarih kitabı yazan kişilere ise tarihçi denilir olmuş. Kitap yazılmasına, kitapların çoğalmasına karşı değilim, ama şunu sormak da okuyucunun görevi olmalı: “Sen ne diyorsun. Senin fikrin ne, sen yazılanların neresindesin?” Haliyle kendisinin söyleyebileceği bir şeyi olmadığı için başkalarının söyledikleri fikirlere sığınıyor. Etrafımızdaki milyonlarca kitap böyle aparmalardan oluşuyor. Talep piyasası ne istiyorsa onu yapıyorlar. Fikir kimdeyse değil, para kimdeyse ona bakılıyor. Çocuk pornolarının kâğıda dökülmüş halleri olan bu kitaplar şimdi ekranlarda “çok satanlar listesi”nde ve metroların billboardlarında teşhir ediliyor. Soralım o halde: Ahlâk da yıkıldı mı geriye ne kalır?
Matbuat ve Basım Nasıl Olmalı?
TCK’nın 5187 kanununun 3. maddesi basın özgürlüğüdür ve kanun şöyle: “Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” Maddenin içeriğine baktığımız zaman, ruha yönelik hiçbir kural kaide yok ve başıboşluk özgürlük olarak telakki ediliyor.
Başyücelik Emirlerinde Matbuat
Büyük Doğu-İbda’nın devlet modelinin işlendiği Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü adlı eserinde, “Başyücelik Emirlerinde Matbuat” ise şöyledir:
“…Matbuat, bilinen mânâda hür değildir.
Bu yasağa, kitap, gazete, mecmua, bröşür, afis vesaire olarak matbuat çerçevesinin belirttiği ne kadar yayın vasıtası varsa hepsi birden dâhildir.
Şimdiki istikametsiz beşeriyetin en aziz hürriyetlerden biri tanıdığı fikir hürriyeti, hürriyet mefhumunu hakka esaret bilen yekpâre telâkkinin emrinde, sırf “Hürriyet için Hürriyet” faciasından ve her menfi tesire açık başıboşluktan cebren kurtarılacaktır.
Yukarıda sayılan yayın vasıtalarının kadrolaştırdığı, roman, şiir, piyes, hikâye, tenkid, tetkik, siyaset, ilim, fikir, haber röportaj vesaire gibi bütün ifade nevileri, nesirlerinden evvel kendi kendilerini devlete tasdik ettirmek ve nesir ehliyet ve liyakatini alâkalı devlet teşekkülü marifetiyle hüccetlendirmek mükellefiyeti altındadır.
Gerçek hürriyetin ne demek olduğu anlaşılıncaya ve bu anlayışı doğuracak yüksek ferdî ve içtimâî irfan maya tutuncaya kadar, her şekli ve her nev’ile matbuat, en sert murakabe ve en keskin güdüme tâbi tutulacaktır. Basın, kendi kendini kontrol edebilecek hale gelinceye kadar, böyle!..
Hususî şartları bakımından ayrı bir emir ve teşkilât mevzuu bulunan ve murakabeye tâbi yazı sahalarının en ileri salâhiyet ve ihtisas unsurlarını ihtiva edecek olan devlet murakabe kadrosu, şahsî, nefsanî ve basit mânasiyle siyasî hiçbir endişeyle hüküm vermiyecektir. Her nev’iyle matbuat, meşru ölçüde ve gerekirse en ağır üslûp içinde, yalnız şahsî tenkid yolundadır ki, yüzde yüz hür ve serbesttir. Bu noktadaki “şahs” mefhumuna, en âdi çobandan en ulvî bir Başyüceye kadar her ferd dâhildir.
İsbat edilmek şartiyle, kim ve ne olursa olsun, hayatta bulunan her ferd hakkında her şey iddia edilebilir. Fakat isbat edilemediği takdirde, cezası, kurban şahsa yöneltilen isnad ve iftiranın cezası nisbetinde olur.
Matbuat Hürriyetine tahammülü olmayan zulüm rejimleriyle, sadece matbuat hürriyetinin ruh ve cemiyet sahasındaki zararlarına tahammülü olmıyan hak rejimi arsındaki farkı şundan anlamak lâzımdır ki, bunların ilkinde en büyük yasak, devre hâkim şahısları korumaktan ibaretken, ikincisinde mahfuz olan sadece mukaddes ve münezzeh mânalar, tamamiyle serbest ve açık olan da şahıslardır.
Âdi ve keyfiyetsiz, fikir ve sanat cevherini bozucu eserlerden başlayarak, iman ve ahlâk çürütücü, zıd ideolocyaları (antitez)leriyle birlikte muhakeme ve muhasebe etmeden benimseyici; hulâsa insanoğlunu hayvanî, nefsanî, şeytanî ve sakîm mânâda aklî cepheleriyle istismar edici bütün yazılar kat’î olarak yasaktır.
İman ve hidayet, küfür ve delâlet cephesinin herhangi bir fikir ve iddiasını zorla, gizli ve baskı altında tutarak kuvvet kazanmaktan müstağni ve münezzeh olduğuna göre, murakabe tedbirlerimizin ruhu, hakikatte ermiş bir topluluğun sakin ve muhteşem huzuru içinde, içtimaî ve mutlak kıymetleri “Hürriyet için Hürriyet” gibi bir ruh istimnası bahanesiyle mahv ve perişan edilmekten korumaktır. Yoksa ölçümüzün esası, küfür ve delâlet davranışlarını, hakkı tam verilmek ve âkıbeti sıhhatle tayin edilmek şartına bağlı olarak, ortaya ve aydınlığa çıkarmaktan bizi menetmez. Fakat böyledir diye, bir sütun üzerinde toplanan adedlerin doğru cem’i bir tane ve o da meydandayken, bu bir tanenin esasen malûm ve müsbet hakkı adına, önüne gelene o sütunu yeni baştan cemetmek ve hakikatleri mütemadiyen karıştırmak ve şüpheli göstermek salâhiyetini vermeyiz. O zaman, bu salâhiyeti kötüye kullanacak bir iki tecrübe bizi mahv ve perişan etmeye yeter. Aynı salâhiyeti iyiye kullanmanın da zaten mânâsı yoktur. Hakikat karsısında teslimiyet ve salâhiyetsizliktir ki, anlayanlar nazarında, insana en üstün hürriyet ve iktidarı bağışlar. Makinesi fevkalâde iyi işlediği için yol alan ve mesafe kazanan bir trenin, güya iyi bir niyetle her ân tekerleklerini ve âletlerinin teftişe tâbi tutmak, o treni bombalamaktan farksızdır. Onun içindir ki, bizim hakikatlerimiz, yerinde ve meşru ölçüler içinde mutlaka gerekli olan tetkik ve teftişler müstesna olmak üzere, altından rayları çekilemez katarlar vaziyetindedir.
Evlerin kilidleri, nasıl “harîm”in korunması için bütün insanlıkça müttefikan alınmış, fakat belki (ideal) bir cemiyette mânasız bir tedbirse, bizim bir baştan öbür başa kadar murakabe altında tutacağımız matbuat da, öylece ruh “harîm”imizin kilidiyele emniyet altına alınmış olacaktır. Bu kilid noktasını, dinsize, Masona, Yahudiye, Komüniste, materyaliste, züppeye, şahsiyetsize, hayvanî ve nefsanî temayüllere karşı açık bırakarak ruhî ırzımızın hetk’edilmesine müsaade etmiyeceğiz. Günü gelip de (ideal) cemiyet doğduğu zaman, gerekirse evlerin kilidleriyle beraber matbuatın kilidlerini de sökeriz.
Aynı fikir ve iman bütünü içinden bize zıt ve yanlışlarımızı düzeltici her şey söylenebilir; fakat “bütün”e dokunulamaz.”
Aylık Dergisi 153. Sayı Haziran 2017