Türkiye Cumhuriyeti’nde kurulu bulunan rejimin kime hizmet ettiği meselesi, 90 senedir yanıt arayan suallerden biri olmayı sürdürüyor... Ortak paydası İslâm olan bir milleti, İslâm’a hizmet ederek şahsiyet bulan bir milleti İslâm’dan ve İslâmî hayât tarzından koparmaktan başka hiçbir gayesi olmayan bu rejim, son yıllarda meydana gelen hadiseler silsilesi neticesinde sorgulanır olmuş vaziyette. Bugün Türkiye’de hangi kapıyı çalsak, kime sorsak aynı yanıtı alacağımız nadir hususlardan bir hâline gelen “rejimin değişmesi gerekliliği”, mahiyeti hakkındaki tartışmalar sürüyor olsa da artık kaçınılmaz hâle gelmiş vaziyette.
Devlet-i Aliyye’nin türlü hokkabazlıklarla yıkılmasının akabinde, belli bir zümrenin menfaatine göre tertib edilen rejim, bugüne kadar geçen zaman zarfında tabiî çizgisine doğru kıvrıldıkça, her seferinde askerî yahut sivil bürokrasi tarafından eskiden olduğu gibi menfaat çizgisine perçinlenmeye çalışılarak bugünlere kadar hayâtını idame ettirebilmiştir.
Unutmamak lâzım, bugünlerde milletimizin devlete karşı olan iltifatına bakarak, milletimizin devleti ve rejimi sahiplendiği gibi bir fikre kapılanlar, yanılırlar.
Receb Tayyib Erdoğan’ın “Davos Ekonomi Forumu”nda Şimon Peres’e karşı senelerdir özlenen ama beklenmeyen çıkışı, “Mavi Marmara” gemisine yönelik saldırıyla beraber İsrail ile olan bağları kesip atması, Mısır’da darbe mağduru Muhammed Mursî’nin yanında durması, Beşar Esad ile Batı’dan gelen baskılara rağmen uzlaşmaya yanaşmaması, kartel medyası ve urlaşmış sermaye önünde eğilmemesi, ağaç kovuğundan çıktığımızı varsayarak neredeyse kendisini yaratıcımız(!) addeden kuruculuk iddiasındakilere papuç bırakmaması ve son olarak da milletimizin içine Müslüman kisvesi altında bir Truva Atı gibi sokulan cemaatin devlet kademelerinden tasfiyesi dolayısıyla milletin tavrı, devlet ve bu rejimi sahiplenmesi değil, ehveni şer olarak telakki ettiğinin yanında durması olarak görülebilir.
*
Evet, her kesimden insan artık bu rejimin miadını doldurduğu ve zamanın şartlarına ayak uydurmadığı hususunda ittifak etmiş vaziyette. Mevcud rejimin alçak seviyesinde adam yerine konanlar, menfaatleri bu rejime dayalı olanlar ve sırf Receb Tayyib Erdoğan “başkan” olmasın diye “başkanlık” sistemine karşı gelenler de yok değil elbet. Ne var ki bu değişim artık zaruret hâlini almıştır ve eski rejim ile Türkiye’nin üç beş yıl daha geçirmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca kendisini dayatan rejim değişikliğine sırf bir kesimin menfaati buna uygun değil diye karşı, sırf bir kesimin menfaati buna uygun diye destek çıkılmaz.
Bir diğer kesim daha var... Başkanlık sistemine geçmek bunlar tarafından sanki her meselenin çözüme kavuşturulmasının başlıca vesilesiymiş gibi empoze ediliyor. Yâni muhakkak ilerlemenin ve yol kat etmenin bir vesilesi olacaktır; fakat o kadar da değil... Geçen sayı uzun uzun bahsettiğimizden, kendimizi tekrar etmeyelim.
*
Gelelim bu rejimin “niçin” değişmesi gerektiği hususuna...
Türkiye Cumhuriyeti devlet müessesinin bütün enstrümanları Batı’dan ithâl edilerek bünyeye sokulmuştur ve ân itibariyle artık bünye nakledileni reddetmektedir. Uygun olmayan donörden alınan organ vücuda nakledildiğinde nasıl bünye organı kabul etmiyor ve hattâ yabancı görerek ona saldırıyorsa, bu rejimin tüm unsurları da artık milletimiz için aynı konumdadır.
Kimilerinin zannettiğinin aksine biz ağaç kovuğundan çıkmadık ve tarihimizden gelen çeşitli sorumluluklarımız, bir yaradılış gayemiz, insan olma memuriyetimiz var. Milletimiz bu sorumlulukları üstlenmeye hazır olsa bile, rejim yapısı dolayısıyla gerekenin gerektiği şekilde yapılmasına müsaade etmediği içindir ki, bu rejim artık miadını doldurmuştur.
Sermayenin ve popüler kültür unsuru olan medyanın her ne kadar tesirinin azaldığından bahsetsek de, nihayetinde dışarıdan gelebilecek her türlü tehdidin içinde finansör yahut tetikçi olarak bulunan bu kesimlerin ortadan kalkmasına müsaade etmeyen rejim, artık bu topraklarda varlığını sürdüremez. Son günlerde Amerikan Doları’nın Türk Lirası karşısında hızla değer kazanması misâlini ele alalım. Her ne kadar dünya çapında kur dengeleri değişiyor olsa da, Türkiye’deki kur hareketlerinin bir taraftan da içerideki urlaşmış sermaye odakları tarafından tahrik edildiğini göz ardı etmemek gerekir. Hatırlayanlar bilir, benzer senaryoları geçtiğimiz senelerde defalarca seyretmiştik.
Devlet bürokrasisi içinde âdeta hükümranlık kurmuş bürokratların, seçilenler ve hükümet politikaları üzerinde tahakküm kurmasına müsaade eden rejim ile ilerlemek de artık mümkün değildir.
Yine sermaye bakımından, yalnızca belli bir sermaye sınıfı içinde zenginliğin takas edilmesine müsaade eden ve bu sınıfın içine dışarıdan kimsenin girmesine izin vermeyen rejim ile ihtiyaçları karşılayacak ekonomik sistemin kurulamayacağı açıktır. Bu misâller uzar, gider...
*
Neticede...
Milletimizin bugün devlete bakarken yüzünde beliren tebessümün, eski hatırların bir ân için gözünde canlanıyor oluşundan duyduğu memnuniyetin ifâdesinden ibaret olduğunu, bunun başka hiçbir anlam taşımadığını unutmayalım.
Müslüman Anadolu, “benim” diyebileceği bir devlet müessesesini ve rejimi, son 90 yıllık zaman diliminde hiç olmadığı kadar şiddetle özlemekte ve gözlemektedir. Bu yolda ilerlediği kanaatinde olduğu Ak Parti’yi de sırf bu yüzden artan bir oranda desteklemekte, içerideki rejim unsurları ve dışarıdan gelen her türlü manipülasyona rağmen de desteğinde ısrar etmektedir. Bu desteğin sürdürülebilir olmasının şartları da anlaşılmıştır ümid ediyoruz...
Bir de unutmadan şunu ilâve etmekte fayda var; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meydanlarda okuduğu şiirde de geçtiği üzere; “ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır” ve o kararın sahibi, yoktan da vardan da öte Mutlak Var olan hesaba katılmaksızın yapılan aklî hesapların, politikaların, bilmem neyin varabileceği nihai bir menzil de yoktur.
Hesabına, siyasetine ve tedbirine havale edilenlerin hâlini görmez misiniz?
*
Son olarak da; İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansta bir teklifte bulunmuştu. Bu teklifle beraber bir soru ile sözü bitirelim:
«Evrensel ilkeler palavrasını bir tarafa bırakalım, evrensel ilkeler diye birşey yok! Yeni dünya düzeni kurulacaksa, biz de diyoruz ki; buradan başlasın! »
Siz ne diyorsunuz diye sorsak şimdi, sosyal medya falan kamyon yüküyle lâf kalabalığı... Öyle değil de şöyle soralım o vakit; “siz, insan ve toplum meselelerinin hâlli babında GERÇEKTEN DE ne teklif ediyorsunuz?” Baran Dergisi 426. Sayı