Kendinden zuhur di­yalektiği ve sembol diliyle, yeni bir tarz, yeni bir söyleyiş... Bize, bizdekini bulduran, bi­ze bizi hissettiren, sezdiren bir usûl, bir şiiriyet; Münşe­attan bahsediyoruz... İçimi­ze içimizden bir sesleniş...
Münşeat, ne şiir, ne ne­sir, ne de mensur şiir; tama­men Salih Mirzabeyoğlu’nun icadının ismi... Mal­zeme olarak, keşif olarak Sa­lih Mirzabeyoğlu’na ait; keşif ona ait, malzemenin kaynağı da İslâm’ın malı... Büyük sanatkârlar kendi tarzını, kendi usulünü de icad eder; Münşeat buna bir misâl... Andre Gide’nin şu tesbitinde olduğu gibi: “İşte bunun için hayatın en taşkın olduğu devirlerde değil midir ki, en heyecanlı dehâlar en sıkı kalıpların ihtiyacı ile kıvranmışlardır. Bereketli Röne­sans zamanında Shakespeare’nin, Rensard’ın, Petrovca’nın, Michelangelo’nun so­neyi, Dante’nin üçlü kâfiye­leri kullanmaları; Bach’ın Fugure’ü, aşırı duyduğu da­yanılmaz ihtiyaç hep bundandır.”
Münşeat tarzı, şiirden daha zor... Unsurları yerine getirdin mi belki şiiri yakala­yabilirsin, ama münşeat tar­zının belli unsurları olmama­sı işi daha da zorlaştırıyor; yalnız şiiriyet de yetmiyor, keyfiyet yüklü bir muhteva­nın ardından da usta bir söyleyiş gerekiyor... Nesir tarzının kolaylığı zaten söz konusu değil, Münşeat tar­zının, “mensur şiir” olma­dığını da söylemiştik. Yerin­de kalıbın kolaylığı, Münşe­atta yok, kolay görünürken çok zor bir tarz... Hem fikir tertibi olacak, hem sıra dışı olacak, hem şu, hem bu...
Münşeat gibi zor bir tarzda girift meseleler yalın bir dille veriliyor; çünkü Mü­tefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nda, çok girifti basite irca etme hassası var... Tasavvuf­taki şu tesbiti, Salih Mirzabeyoğlu hakkında aktarabili­riz: “Yükselişi çok olanın, inişi çok olur.”
Üstün tecrid kumaşı sa­hibi Salih Mirzabeyoğlu’nu birçok eserlerinde olduğu gi­bi bu eserinde de, İslâm’dan aldıklarını bir nevî “meslek sırrı” gibi saklayan Batı fikir adamlarını bu hüviyetiyle de ifşâ etmek var... Kant, Hegel, Nietzsche, bütün Batı felse­fesinin toplamıdır. İslâm kaynakları ellerinin altında ve çok istifade etmişler!.. İmam-ı Gazali, İbn-î Arabî ve diğerlerinden... İlm-i Ledün sahibi Salih Mirzabeyoğlu, Batı fikir adamlarının bizden aldıklarını iştikaklarından buluyor ve onları vererek as­lında kendi malımızı gösteri­yor... “Kendinden Zuhur Di­yalektiği” etrafında, bizim davamızı bizim olanı geri ge­tiriyor; İslâm’dan almanı geri getiriyor Mirzabeyoğlu...
Münşeat, merkezde... Ba­kınca Nietzsche aklımıza ge­liyor; Allahsızlığı anlatıyor, Münşeat tam tersini... Ni­etzsche kendisine kadar olan zamandaki malzemeyi sem­bol diline dökmüştür. Batı tefekkürünü ne kadar bilir­sek Nietzsche’yi o kadar anlarız. Yaptığı sentezi, sembol­leştirerek vermiş. Nietzsche Allahsız olmak için anlatıyor, İBDA Mimarı Allahlı olmayı anlatıyor; Nietzsche Hint’in hareketsizliğini tam harekete geçiriyor, Mirzabeyoğlu ise Nietzsche’nin tam Allahsızlı­ğını, tam Allahlılığa çeviri­yor... Münşeat’ ta Nietzsc­he’nin “üstün insan” misâli olduğu gibi kalıp olarak veriliyor ki, okuyan Nietzsche’yi hatırlasın ve nereye çevrildi­ğini görsün!..
Nietzsche, Tao felsefesini tersine çeviriyor çarşaf gibi, Batı Felsefesinin üzerine sil­keliyor... Batı Felsefesi plastite... Ruhî incelik ve derinlik değil, markalaştırıp tasarrufuna alı­yor... Derinliklerin ürettiğini markalayıp kendine alı­yor... Üstad’ın, “Batı fikirde son derece hilekârdır” tesbitini biliyoruz... Nietzsche, bir nevî Mehdi’yi anlatıyor, kendinde “yerel peygamber”i oynuyor...
Münşeat’tan önemli bir , “Kadın ve Erkek”... ‘Tecridin gayesi tevhid, tecrit sırı tevhid sınırında” de­niyor... Tecrit hırkası, tevhid srrı... İslâmî kadın-erkek ahengi... Bu te aslında erkeğin haysiyetini kırıcı bir ta­raf var; erkek toparlayı­cı olmadıktan sonra, kâmil sıfatları kuşanmadıktan sonra...
Çocuk hikmeti... Çocuklar büyüğü de, küçüğü de teshir eder. Musa Aleyhisselâm da tecelli eden çocuk hik­meti... Deha Salih Mir­zabeyoğlu için, “yükseli­şi çok olanın, inişi çok olur” tesbitini hatırlat­mıştık... “Tasarruf-Teshir” münşeatında, “ha­yatım çocuk!/teshirim vardır benim/hem büyük-hem küçükte/” de­niyor. ..
Bilindiği üzere, B.D-İBDA İslâm’a Mu­hatap Anlayışı, bir şuur süzgecidir... Süzme... Bir şey süzü­lünce o başka bir şey olur... Süzmek, tasfiye etmek demek... İBDA Mimarı, Batı Tefekkürü­nü alıp tasfiye ediyor... Hegelci, Bergsoncu v.s. olmuyoruz... Âdeta bunların dükkânlarını tasfiye ediyor; böylece dünya kültür yemişlerini, tasarrufu altına alıyor...
Mühim olan laf değil, işin ruhunu verebilmek, ruhlara bir şeyler verebilmek... Kuru laf olarak “İslâm hâkimdir, İs­lâm’da her şey vardır!..” de­mekle olmuyor; bunun “nasıl” ve “niçin”ini göster­mek, tevhid sırrını tecrit sırrında işaretle­mek gerek... İşte, BD-İBDA bunun için var... İBDA’nın doğrulayıcılık usulü... Ha­yata İslâm’ı doğrula­maya geldik; İBDA, BD’yi doğruluyor, BD malum, İslâm’ın emir subaylığı... Hayat doğrulamak ve doğrulanmaktır... Bir felse­feci de “doğrular” ama doğrulanmıyor... Rast gele doğrulayıcılık de­ğil, ruhun dediğini ya­pacaksın, ölçüye vura­caksın... Ölçülendirme ölçüleri, yani İs­lâm’a Muhatap Anla­yış... Öyle ki, davamızı bir Allahsızın (Nietzsche) anlattıklarıyla bile beslemek, destekle­mek...
Münşeat’ta fikir sanata yaklaştırılıyor; sanat hayata daha yakın çünkü... Bazı yerler ise özellikle atlanmış, özellikle söylenmemiş; okuyucu doldursun, okuyucu bulsun di­ye...
Samimî bir edâ, vurucu bir dil, zoru kolayca verme, duygulu bir yakıcılık, çileli ve onurlu bir anlatım, deli dolu ve yerinde külhan bir ağız, sevdiren ve sindiren bir üslub, iflah olmaz bir aşk; yakışı mest eden Münşeat...
Aylık Dergisi 1. Sayı
Ekim 2004