İsrail bir yandan Esad rejiminden kalma askerî varlıklar ile stratejik tesisleri bombalarken, diğer taraftan da Suriye, Lübnan ve Filistin’in kesişim noktasında yer alan, su kaynakları açısından Şam’ın su deposu diyebileceğimiz Golan Tepeleri’nden içeriye doğru bir işgâl başlatmış bulunuyor. Suriye’de yeni kurulan hükümet henüz daha içişlerinde bile nizamı tesis edememişken, amiyane tabirle, Yahudi, fırsatçılık yapıyor.
Türkiye’nin bu yaşananlar karşısındaki ilk tepkisi kınama oldu. Dışişleri Bakanlığı yaptığı yazıklı açıklamada:
“İsrail'in, 1974 yılında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı ihlal ederek İsrail-Suriye arasındaki ayrıştırma bölgesine girmesini ve Suriye topraklarında ilerlemesini şiddetle kınıyoruz. Suriye halkının uzun yıllardır hasret olduğu barış ve istikrara kavuşma ihtimalinin ortaya çıktığı bu hassas dönemde, İsrail işgalci zihniyetini tekrar sergilemektedir. Suriye’nin egemenliği, siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne desteğimizi kararlılıkla yineliyoruz.” dedi.
Bölgede yaşanan gelişmeleri göz ucuyla bile olsa takip edenler bilirler ki, bu tip kınama açıklamalarının pratik hayatta hiçbir karşılığı yoktur. Türkiye’nin bugüne kadar büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlarının korunmasının yolu kınamadan değil, Suriye’nin yeni kurulan çiçeği burnundaki hükümetiyle yapılacak ortak güvenlik ve işbirliği anlaşmasından geçmektedir.
Türkiye bu anlaşmaya dayanarak, Suriye’nin davetiyle, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak üzere İdlip bölgesindeki askerî birliklerini Suriye’nin İsrail sınırına kaydırmalı ve Yahudilerin Suriye toprakları üzerindeki hayalleri bir çırpıda berhava edilmelidir.
Aksi takdirde, bu sürecin sonunda, elde edilen bütün kazanımların altına çizgi çekilip, bir toplama işlemi yapıldığında, Türkiye hanesinde yazacak rakam kocaman bir sıfır olacaktır.