İstanbul 16. ve 18. İdare Mahkemeleri, Çin'deki baskı ve zulümden kaçarak Türkiye’ye sığınan iki Uygur Türkünün iadesine onay verdi. Mahkeme kararında, “Doğu Türkistan’da zulüm olmadığı” ve “iade edilmesi durumunda ciddi bir riskle karşı karşıya kalmayacağına” hükmedildi. Ancak bu karar, hem mevcut gerçeklikle hem de vicdanla açık bir çelişki oluşturuyor.

Çin’in sistematik zulüm politikaları belgelerle sabit

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin yayımladığı raporlar, Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yönelik uygulamalarını “insanlığa karşı suçlar” ve “muhtemel soykırım” olarak tanımlıyor. Milyonlarca Uygur, zorla çalıştırma kamplarında tutuluyor, kadınlar kısırlaştırılıyor, çocuklar ailelerinden koparılıyor. Dini hayat ise tamamen bastırılmış durumda.

2024 Ramazan ayında dahi oruç tutmak yasaklandı. Katil Çinliler halka zorla su içirerek oruçlarını bozdurdu. Camiler kapatıldı, dinî eğitimler yasaklandı ve hatta Kur’an-ı Kerim bulundurmak suç sayıldı. Komünist Çin rejimi sadece bir halkı değil; bir medeniyeti, bir inancı sistematik olarak imha etmeye çalışıyor

Mahkemeler neye göre karar veriyor?

Tüm bu belgelenmiş soykırım suçlarına rağmen Türkiye'deki mahkemelerin, Çin’in resmi söylemini esas alarak “zulüm yok” ifadesiyle karar vermesi, akıllarda büyük soru işaretleri doğurdu. Türkiye, 2022 yılında BM nezdinde Çin’i kınayan bildiriyi imzalayan ülkeler arasında yer almıştı. O halde bugün mahkemelerin tam tersi yönde hüküm vermesi, devlet politikasıyla da çelişiyor.

Batılılaşmaya karşı mücadele veren Samiha Ayverdi, rahmetle yad ediliyor Batılılaşmaya karşı mücadele veren Samiha Ayverdi, rahmetle yad ediliyor

İnsan hakları savunucuları, kararın uluslararası hukuka, özellikle de "geri göndermeme" (non-refoulement) ilkesine aykırı olduğunu belirtiyor. Çünkü iadesi istenen kişinin Çin'de işkenceye uğrama, hapsedilme ve hatta infaz edilme riski son derece yüksek.

Baran Dergisi, Ahmet Bostancı