"uşaklık eskimedi eskimesine
kölelik eskimedi eskimesine
"aşkta", "bağlılıkta", "yiğitlikte"..."
Bugün dünya genelinde çağdaşlık ve medeniyet olarak tasvir ve tatbik edilen rejimlerin arkasında İngiliz-Yahudi terkibi olan anlayış hâkim vaziyette. Hemen hemen üç asırlık tarihi olan bu anlayışı tanımlamak gerekirse; coğrafî keşiflerin başlamasıyla beraber, Yahudi-İngiliz ortaklığının sermaye unsurlarının yayılmasını sağlamak, dünyanın bir kısmını ucuz iş gücü olarak kullanmak, ucuz hammadde tedarik etmek ve ticaret yollarının güvenliğini sağlamak için ilgili ülkelere “medeniyet” adı altında, kendi çıkarlarını işletecek, anlayışlarını empoze edecek ve karşı oluşları tasfiye edecek rejimler kurmak ve yine bu rejimler marifetiyle kendi güvenliklerini ucuz bir şekilde sağlamak olarak ifâde edebiliriz. Yaptığımız tanımlama sadece bir ekonomik durumdan bahsediyormuş gibi olsa da, bahse konu olan medeniyetin zaten küfür menşeli oluşunu, bahsettiğimiz amaçlarının önündeki tek engelin İslâm olduğunu ve karşı oluşların tasfiyesiyle görevli olan rejim anlayışının da İslâmî her oluşu ve oluşumu baş düşman tayin ettiğini göz önünde bulunduracak olursak meselenin bütün veçheleri kolayca anlaşılacaktır sanıyoruz.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yukarıda tarif ettiğimiz anlayışın önemli bir prototipidir. Eğitim sistemimizin “siyasî zafer” olarak tanımladığı Lozan Barış Anlaşması’nın muhtevası da yukarıda tarif ettiğimiz anlayışı tatbik edecek rejimin TBMM delegasyonuna imzalatılmasından başka bir şey değildir.
Türkiye'de Yahudi-İngiliz anlayışının ilk gardiyanları Kemalistlerdir. 60 sene boyunca iktidarı teslim alırken verdikleri taahhütleri 1980'li yıllara kadar lâyıkıyla yerine getirmişlerdir. Sonrasında yalpalama dönemini de hesaba katacak olursak, 28 Şubat sürecine kadar vazifelerini icrâ etmişlerdir.
Bu süreç içerisinde kuruluştan itibaren devletin askerî ve sivil bürokrasisi içerisine yerleşmiş, kendi sermayesini tekelleştirmiş, medyada kendi anlayışını hâkim kılmış, tüm karşı oluşları da düşman tanımlamasına dâhil ederek İstiklâl Mahkemelerinden başlamak kaydıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne kadar yargı organlarını illegal tasfiye aracı olarak kullanmış olan Kemalist anlayış...
Türkiye'de, Birinci Dünya Savaşı'nın yorgunluğu ve İstiklâl Mahkemelerinin meydana getirdiği vahşet ikliminin izleri silinmeye başladığı andan itibaren Üstad Necib Fazıl öncülüğünde İslâmî hareketler yeniden teşekkül etmeye başlamıştır. Bu hareketlere karşı az evvel bahsettiğimiz üzere "olağanüstü mahkemeler" işletilmeye çalışılsa da %90'ı Müslüman olan bir memlekette artık Kemalist zihniyetin İngiliz-Yahudi çıkarlarını savunmasının imkânı kalmamıştır.
Ustada öksüz kalmayan yapı, bu sefer nisbeti Büyük Doğu olan İBDA ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu şahsında yükseltilmeye davam etmiştir. 1980'li yıllarda Batı'nın koyduğu “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslâm’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir” teşhisi yerini bulmuş ve Kemalist zihniyet, bir taraftan İBDA'nın başını çektiği ve mânâlı kıldığı başta İslâmcılar olmak üzere tüm muhalefet unsurlarının baskıları, bir taraftan da kendi hezeyanlarıyla tasfiye sürecine girmiştir.
28 Şubat'ta yükselen İslâmî mücadeleyi durdurabilmek adına son bir hamleye kalkışan Kemalistler, Müslümanların oylarıyla iktidara getirdiği Necmettin Erbakan'ı ard arda yaptığı hatalardan dolayı kolaylıyla iktidardan götürmüş olsalar bile İslâmî mücadelenin aslında farklı bir planda kararlılıkla yürüdüğünü idrak etmekte geç kalmış ve kendi iplerini çekmişlerdir.
Said-i Nursî'nin Nur Cemaati'ni tasfiye etmek için görevlendirilen Fetullah Gülen'in cemaati, 80'li yıllardan itibaren yukarıda ismini zikrettiğimiz haricî mahfiller tarafından İslâmî mücadeleyi bölmek ve sulandırmak adına tezgâhlanmış bir projedir. 80'li yıllarda Atatürkçülüğün artık bu topraklarda geçer akçe olmayacağı, İslâm'ın iktidara olan yürüyüşünün ancak Müslümanların bölünmesiyle durdurulabileceği ve paravan da olsa İslâmî bir iktidarın tesisisin şart olduğu kesin teşhisinin koyulmasıyla beraber artık "ılımlı ve batıcı İslâm" projesi resmen yürürlüğe konmuştur.
28 Şubat'tan umduğunu bulmayan Kemalistler, İslâm'a olan kinlerinin nişanesi olarak son bir hamleyle İslâm'a Muhatab Anlayış'ın hayatın tüm şubelerine tatbikiyle meşgul olan Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nu hiçbir hukukî mesnet aramaksızın önce idama mahkûm etmiş, sonra da "ölünceye kadar" müddetnamesiyle hücreye atarak ademe mahkûm etmeye kalkmıştır.
İngiliz-Yahudi anlayışını Türkiye'de hâkim kılma işi Kemalistlerden alınarak bürokrasi tarafı, “Ilımlı İmansızlığı Örgüleştiren adam ve cemaatine,” siyasî tarafı ise 28 Şubat'tan sonra Türkiye'deki rejimin varlığını idame ettirilebilmesi adına AKP'ye verilmiştir.
AKP ve cemaat, kendi iktidarlarını güçlendirmek adına Kemalist zihniyeti devletin bürokrasi kademelerinden süpürmek için Kemalistlerle aynı silaha, yargıya başvurmuşlardır. 3-4 sene içerisinde Kemalist anlayışın devletin bürokrasi kademelerindeki hâkimiyeti kırılmış, lâkin bu sefer de cemaat iyiden iyiye Ak Parti'den rol çalmaya başlamıştır. Bu "rol çalmada", şu veya bu şekilde seçimle gelen tüm iktidarların biraz "millici/Osmanlıcı" çizgiye kayma hadisesinin AKP'de de görülmesidir. Bu kaymada, gerek partinin başındaki kişinin mizacının, gerekse partiyi oluşturan ana unsurların "bağımsızlıkçı", yani "Osmanlıcı" bir kitle olmasının tesiri var. Yani, adına ister genetik deyin, ister toprağın tesiri deyin, ne derseniz deyin, mevcut iktidar, yurtdışındaki malum çevrelerin koyduğu şablona motomot uymayı bırakıp kendi gündemini oluşturdukça, -tam bağımsız demiyoruz ha!- nisbeten bağımsız politikalar gütmeye başladıkça, Ilımlı İslâm projesinin sükûtuna dair çekinceler de baş göstermiştir. Bu yüzden de, onların birebir temsilcisi haline gelme gayretindeki cemaat, Başbakanı tasfiye işine girişmiştir. Hem de neredeyse 2009'dan beri, yani 4 yıldır.
Şimdi buraya kadar Türkiye'nin panaromasını izah etmeye çalıştık. İtikadı, şuur süzgeci 90 senedir iğdiş edilmek istenen milletimiz, "-mış gibi" adamlardan çeşitli şeyler vehmediyorsa da mücadele şartları çetinleştiğinde bu tip sahte kahramanların gerçek yüzünü çok kısa zamanda görmesini de iyi biliyor. Bizim toplumumuzu 90 senedir şen sıpa yapmak adına içeriden ve dışarıdan her yola tevessül edilmiş olmasına rağmen, nesillerimizde tutturmak istedikleri mayayı bir türlü tutturamıyorlar. Uzun yıllar, bunca Kemalizm marifetiyle biçimlendirilemeyen toplumumuz bir süredir cemaat eliyle Ilımlı İslâm ekseninde yoğrulmaya çalışılıyordu. Müslüman Anadolu İnsanı'nın bir veliden aldığı duanın hikmeti midir, ferasetinin enginliği midir bilinmez ancak milletimiz bu tip projelere bir türlü ısınamıyor, anlayışlarını bünyeleştiremiyor ve bir süre sonra kusarak bünyeden defediyor.
Toparlamak gerekirse; Türkiye'de İngiliz-Yahudi anlayışına nisbetle işletilen projelerin tamamı bu anlayışın hâkim olabilmesi adına çalışmaktadır. Dün Kemalizm, bugün cemaat, yarın demokrasi, öbür gün siyasî İslâm gibi kisvelere bürünmesi muhtemel olan projelerin en önemli işlevlerinden birisi de "-mış gibi" adamlar imâl ederek toplumun hakiki liderleriyle arasına perde çekmektir. Burada yine Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'na dönmek gerekiyor.
Dün olduğu gibi bugün de sahte kahramanlar gündemde tutularak elde edilmek istenen hakiki kahramanların perdelenmesidir. Üstad Necib Fazıl'ın Büyük Doğu'su bugün Kumandan Mirzabeyoğlu tarafından İBDA ile sürdürülmekte ve sancak her gün biraz daha yükseğe taşınmaktadır. Üstad'ın yenilediği İslâm Anlayışını hayatın bütün şubelerine tatbik edecek fikir ve o fikrin emrindeki aksiyonun Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Yahudi-İngiliz anlayışının hüküm sürdüğü bu rejimin hâlen bir numaralı düşmanıdır. Bugün Kumandan Mirzabeyoğlu'na reva görülen hukuksuz yargı kararları, aldığı idam cezası, idam cezasının kalkmasıyla beraber ölünceye kadar müddetnamesiyle hücreye atılması, gördüğü Telegram işkencesi, uğradığı sükût suikasti, mimarı olduğu fikrin âdeme mahkûm edilme çabası ve dahası hep Müslüman Anadolu İnsanıyla hakiki kahraman, gerçek önderin arasına perde çekmek içindir.
Öyle veyahut böyle, gelinen noktada Yahudi-İngiliz terkibi anlayışın bu topraklarda hüküm sürmesini sağlayacak ikâme bir proje yoktur ve milletimiz nezdinde mevcud olan bütün projelerin maskesi düşmüş, ucube görünmüştür.
Kısa vadede Müslüman Anadolu İnsanı maskesi düşen ucubenin çirkinliğinin şokunda olsa da yakında bu şoku atlatacak ve kendisine 90 senedir oynanmakta olan bu çirkin oyunu gerçek liderinin önderliğinde bozacak ve hesabını soracaktır.
Burası Müslüman Anadolu, yani elinde İslâm meş'alesiyle koşan için küçük bir kıvılcımla tutuşmaya hazır büyük bir samanlık... Küfür bunu çok iyi biliyor, bütün çabası da buna mani olabilmek.
Köhnemiş rejimin payandaları bir bir çökerken gelen biziz, giden onlar... Müslüman Anadolu İnsanı müsterih olsun, inancını yanından ayırmasın, kâfî...
"bilemediler her inançlı
bir kıvılcım taşır
böyle günlere...
bilemediler yalnız "mutlak hakim"e
bağlılığımızı
-yalnız ona kul ona eğileceğimizi-"
Trend Haberler
Kendisini Sümerolog diye pazarlayan İslam düşmanı Muazzez İlmiye Çığ öldü
“Putlara tapınma!” dediği için tutuklanan Dr. Mehmet Arslan serbest bırakıldı
Bakan Yusuf Tekin: Sizin laiklik anlayışınız camilere kilit vurmak!
Memleketi Kemalizm'den temizlemeden bu tehlike bitmeyecek
Ben kapitalizmim
Yeni Türkiye çöplüğünün asıl gündemi