Geçtiğimiz hafta, 28 Haziran 2016 tarihinde Atatürk Havalimanı’na yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı ve bombalı saldırıda 44 kişi öldü, 238 kişi ise yaralandı. Otomatik silahlı ve bomba yelekleri giyen üç saldırgan, önce havalimanında bulunanların üzerine ateş açtı ve meydana gelen kaostan istifâde ederek, üzerlerindeki bombaları kalabalığın içinde infilâk ettirdi. Bunun neticesinde de, yukarıda kemmiyet hesabına döktüğümüz son derece vahim manzara ortaya çıktı. Kim, neden ve niçin İstanbul Havalimanını hedef aldı?
 
Olağan Şüpheli
Bugün dünyada cereyan eden hadiselerin merkezine IŞİD yerleştirilmiş vaziyette. Taraflar IŞİD’e göre ayrılıyor, müsbet yahut menfî ölçütü IŞİD’e nisbetle işliyor, politikalar IŞİD’e göre belirleniyor... Peki, gerçekten de IŞİD dünyada cereyan eden hadiselerin merkezine yerleşmiş vaziyette mi ve buna göre yapılan analizler ne kadar sağlıklı? Şimdi biraz ezber bozalım. IŞİD adı verilen Irak Şam İslâm Devleti adlı organizasyonu, maruz kaldığımız dezenformasyon bombardımanına rağmen geçen zaman zarfında az çok tanımış olduk. IŞİD, bilhassa Batı kamuoyuna pompalanandan algının aksine yekpare bir bütün hâlinde hareket eden, emir komuta zincirine sımsıkı bağlı bir örgüt değil. Dolayısıyla bilhassa Batılıların ve Batıcıların alışageldikleri kalıplardan farklı bir profil çiziyor. Merkezinde bir bütünün varlığından bahsedilebilse bile, çevreye doğru genişledikçe birbirinden ayrılan, kendilerine has bir kendinden zuhur modeli çerçevesinde örgütlenmiş bir organizasyon ile karşı karşıyayız. Batılı ve Batıcı uzman(!)ların kafalarındaki şablonlara uydurup da hakkında sağlıklı analizler yapması pek de mümkün olmayan bir organizasyon, IŞİD. Bundan dolayıdır ki, dünya genelinde gerçekleştirilen saldırıların bir kısmı IŞİD’in kendi inisiyatifiyle gerçekleşiyorsa bile, belki de kendisi dışında gerçekleştirilen saldırıların üzerine yıkılması için biçilmiş kaftan. Gerek benimsediği örgütlenme modeli, gerek taraftar toplamakta kullandığı sanal ortamda hattın karşı tarafında oturan kişinin taşıdığı soru işareti ve hepsinden de ehemmiyetlisi, "mezhebsiz" oluşu dolayısıyla iyi, doğru güzel yapıyorum zannıyla, kötü, yanlış ve çirkin yapmaya müsait zihniyeti, IŞİD’in bir bütün olarak idrak edilmesine müsaade etmemektedir. Hele ki bugün, IŞİD’in Irak ve Şam’daki kuvva-i külliyesinde bile dağınıklığın hâkim olduğu rahatlıkla müşahede edilirken, gerçekleşen saldırılarda, saldırganların uyruklarına ve kimliklerine bakarak saldırının ardında yer alan mihrakı IŞİD diye işaretlemek, doğrudan olağan şüpheliye yönelmek, en hafif tabiriyle ahmaklıktır.
5 Haziran 2015, HDP Diyarbakır mitingi patlaması...

20 Temmuz 2015, Suruç Patlaması...

10 Ekim 2015, Ankara Garı Patlaması...

28 Haziran 2016, Atatürk Havalimanı Saldırısı.

 Saymış olduğumuz dört saldırının arkasında IŞİD olduğu iddia edilse de, bu saldırılardan hiç biri, alışılmışın aksine IŞİD tarafından "resmen" üstlenilmedi. Ayrıca bu saldırılardan ilkinin 7 Haziran Genel Seçimlerinde HDP’ye destek olmak, 20 Temmuz ve 10 Ekim 2015’te gerçekleşen saldırıların ise PKK’nın başlattığı çatışma ortamını kızıştırmak ve bilhassa MLKP’yi PKK ile bir safta buluşturmak için yapıldığını göz önünde bulundurursak, IŞİD gibi Irak ve Suriye’de artık neredeyse 7 düvelle savaşan bir örgütün, bir de karşısına Türkiye’yi alacak şekilde, hem de Türkiye’deki siyasî konjoktürün zıddına yönelik eylemler gerçekleştirmesi akılla bağdaşmayacak bir iştir. Zaten bilindiği üzere bu saldırılardan ikincisi ve bilhassa üçüncüsü, Türkiye’nin A.B.D.’ne İncirlik Üssünü yeniden tahsis etmek zorunda kalmasıyla neticelendiğini de hesaba katacak olursak, tablo daha da bir netleşecektir.

Atatürk Havalimanına yönelik gerçekleştirilen son saldırıya gelecek olursak, milletlerarası siyaset planının âdeta yalama olduğu bugünlerde, böylesi bir saldırının arkasında IŞİD’den evvel en az on tane fâil gösterilebilir ki, her biri de IŞİD’den daha akla yatkın, daha mantıklıdır.
 
İstihbarat Zaafiyeti Doğru, Tenkid Edilen Açı Yanlış
Bir kere Atatürk Havalimanına yönelik olarak gerçekleştirilen bu son saldırı ve saydığımız diğer saldırıların arkasında IŞİD’in olduğu iddia edildiği sürece, saldırılar sürecektir. Öyle ya, paçayı ele vermeyen hırsız çalmaya, katil ise pervasızca öldürmeye devam eder. Kaygılanacak bir şey yok, herhangi bir müeyyide yok, sorumluluk yok... Ne alâ Türkiye!

Bir diğer taraftan, dikkat ediyorsanız her saldırıdan sonra istihbarat ve emniyet teşkilâtları canlı bombaları yakalayamadıkları için şiddetli bir şekilde eleştiriliyorlar. Eleştiri doğru fakat sebeb yanlış... Dünyanın hiçbir istihbaratı, Türkiye gibi içinde her milletten toplam 4 milyon civarında mülteci barındıran bir ülkede ceketinin içine bomba giymiş olan adamların hepsini birden yakalayamaz, engelleyemez. Zaten aslında istihbarat servislerinin işi de bu değildir. Onların işi, yukarıda saydığımız saldırıların arkasında kimin olduğunu bulup gereğini resmi ve gayriresmi yapmaktır. Ardından siyasî irade istihbari bilgilere dayanarak politika belirler ve bu işin sonu ya saldırıların kesilmesi olur yahut savaşa kadar varır. Türkiye’nin esas istihbarat zaafiyeti, bu saldırıların arkasındaki mahfilleri hâlen net bir şekilde ortaya koyamamış oluşudur ki, bundan büyük bir zafiyet düşünülemez.

Türkiye’nin gerçekten de millî bir istihbarat servisi varsa, birinci önceliği sahada adam kovalamak falan değil, ilmiğin ucundan, yani son iki senede gerçekleşen saldırıların faillerinden ve saldırıların maksadından yola çıkarak gerçek failleri belgeleriyle beraber ortaya çıkarmaktır. Yok, bu servis bu işin hakkından gelemiyorsa, kapatın gitsin, nasılsa olay yeri incelemeyi emniyet yapıyor.
 
Eldeki Malzemeyle Bu Saldırılar Nasıl Sona Erer?
Rahatlıkla görüleceği üzere, gerçekleştirilen saldırıların esas hedefinde, siyasî iktidarı görevinden etmek, hatta daha iyisi etkisizleştirmek, törpülemek ve uzlaştırmak var. Geçtiğimiz sayılardan birinde “Oyun Büyük, Plan Şeytanî” demiştik hatırlarsanız. Oyun daha da büyüyor, plan daha da şeytanileşiyor; fakat ne yazık ki Türkiye, kendisini bu oyuna hazırlamak yerine, taviz veriyor, geri sarıyor, başa dönüyor ve neticede açık söylemek gerekirse sıvıyor. Oysa ki bunun yerine yapılması gereken, dışarıdaki düşman mahfillerin Anadolu’dan yana ümitlerini kesmektir. Bunun yolu da en başta içte birliğin sağlanmasından geçer. İçerideki bu kakafoni sürdüğü sürece, dışarıdakiler buradan ümidi kesmeyecek ve saldırılar karşısında taviz kopartmaya devam ettikleri müddetçe de, saldırılar, her seferinde dozu daha da artarak sürecektir.

Hem iç ve hem de dış politikada, Türkiye’nin artık bütün bir siyasete olan muhtaciyeti son derece alenî değil mi? Bunun nasılını o kadar çok defa söyledik ki, hem yalama olmasın hem de sayfa israfı olmasın diye bari bu sefer demeyelim.
 
***
Dünya düzeninin üzerine bina edildiği temel taşları, bugün yerinden oynamışken, çoğu kere menfî görünse de tarihî fırsatlar her gün yeniden Anadolu’nun kapısını aşındırırken, bu oluş yolunda hâlen ayak direyen, kaypaklık eden, kendi dünyalığının peşinde koşan, hasılı kelâm bu millete zaman kaybettiren kim olursa olsun, bunun bedelinin burnundan fitil fitil getirileceğinden hiç ama hiç şüphesi olmasın!
 
***
 
Kanal A’nın Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan’ın 2 Haziran tarihli analizini noktaladığı, Eba Müslim Horasanî’nin şu sözlerinin, artık birilerinin yalnız kulağına küpe değil, temel şiar olmasının vakti daha hâle gelmedi mi?

- “Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.

Mamacı tipiyle omuz omuza verip kavga edilmeyeceği, dalkavukla da dava güdülmeyeceği  anlaşılacaktır muhakkak; fakat inşallah iş işten geçmiş olmaz.
 
***
 
Unutmadan... Bir de bu saldırıların ardından yapılan güvende değiliz propagandası var ya, en komik olanı da bu herhâlde. Çoluğun çocuğun ırzına geçildiği, kızın zilli oğlanın ibne olduğu, barların Ramazan ayında bile dolup taştığı, kafaların milyon olduğu, tuvalet parası yüzünden milletin birbirini öldürdüğü memlekette, dün emniyetteydin de bugün değilsin öyle mi? Senin emniyet hissin, Batılı emperyalistlerin kucağındaki sıcaklıktan kaynaklanıyorsa, yerin ta dibine batsın emi antiemperyalist şeysi...
 
Baran Dergisi 495. Sayı