Arkadaşlarımızı, vatandaşlarımızı katleden, yaralayan 15 Temmuz darbecilerinin peşine düşmek, elbette savcıların ve kolluk güçlerinin görevi. Fakat 12 Eylül ve Tonton Özal’ın devr-i hükümeti ile başlayan “Türkiye’nin tarihî misyonuna” durdurulamaz yönelme eğilimini boşa çaba olarak engellemeye kalkanlar ile çok daha akıllıca bir şekilde “sahte hedefler” ile yönünü değiştirmeye (biz buna “rejime abdest aldırma” diyoruz) kalkışanlar arasında bir kayıkçı kavgası yaşanıyor. İki tarafın da arkalarına aldıkları “dış mihraklar”ın desteğiyle (öncelikle ABD, ardından AB, Almanya ve Rusya, çok yeni Çin!) süren kavga veya kayıkçı dövüşüne, ekseri aynı kutupların gözetiminde yeralan bu unsurların taraflı yanaşacakları aşikar. Bu iki kutbun 15 Temmuz “darbe kavgasına”, sokağa inerek müdahale eden milletin yanında, “sadece ve sadece gerçekler” ilkesiyle girmekten başka seçeneğimiz yoktur!
Bu iki kutuptan biri, “15 Temmuz tiyatrodur” diyor, diğeri de “kontrollü darbedir” diyor. Şehitler, gaziler veren millet ise darbe diyor, diyoruz.
Altını kalın çizgilerle işaretleyerek yazalım: “15 Temmuz tiyatrodur”, evet, öyledir çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde, ilkel ve basit bir hayatı yaşayan kabile devletlerinde dahi ulaşımın en yoğun olduğu bir saatte şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüler on-onbeş asker ile kesilip “haydi evlerinize!” denmez! Her tarafa yayılmış radyo ve televizyon kanallarından seçme yapılıp, bir rütbeli üç erat ile “radyo teslimi” yapılmaz! Milletin üzerlerine ateş edilmesine rağmen sokağa çıktığı, meydanları doldurduğu, tank ve cemse peşinde koştuğu bir gecede, hiçbir başarının elde edilemeyeceği anlaşılmış olmasına rağmen meclis bombalanmaz! Askerin karargahı olan genelkurmay “teslim alınmışken” lüzumsuz yere başka bir üssün bir odasına komuta taşınmaz! Ordularının başında olması gereken generaller, albaylar, otoparklarda, kahvehane köşelerinde saklanmaz, kendi mühimmat listesinde olmayan çelik yelekler içinde, “vazifeli” oldukları aşikar ama kendi ordusundan olmadığı çok daha aşikar tipler ile köprü üzerinde darbenin ilk saatinde sivil kıyafetler içinde ortaya çıkmaz!
“15 Temmuz kontrollü darbedir”, evet, yukarıda bahsettiğimiz ve herkesin de tek tek gördüğü tuhaflıklara ilave olarak söylenmeli ki, aylardır her hafta tatbikat olduğu sonradan açıklanan “terör alarmı” verilerek birlikleri kışla dışına çıkarıp, ardından “sıkıyönetim/darbe emrini” yayınlamak “kontrollü darbe”nin işaretidir. Bu emirlerden önce “uçuş yasağı” getirip, emrin tatbikinin peşine düşmemek, “gaflet” değil ise başka bir şeydir. Kimin ne olduğu daha belli değilken, düşünün general Dişli, ertesi günü, üstelik dönemin genelkurmay başkanı ile birlikte geldiği başbakanlık binasında, saatlerce “darbe aleyhinde çalışma” yaptıktan sonra bir bakanın kim olduğunu merak edip ismini öğrendikten sonra korumalarına verdiği emirle tutuklanıyor, durum bu iken darbenin ilk saatlerinde “ihraç ve tutuklama emirleri” verilmesi, bunun işaretidir.
Tüm bunları, bu iddiaları “FETÖ’cüler... Erdoğan karşıtları...” konuşuyor, telaffuz ediyor diye konuşmayacak mıyız? Halil’imizin, Halil Kantarcı’nin kanı düştü bu toprağın üzerine o gece, kaç arkadaşımız yaralandı, yüzlerce insanımız şehit edildi ve biz bunun arkasında kim var diye konuşmayacağız? Sadece iddianamelerde yazılanları doğru kabul edeceğiz?!
Bunun yanında bir başka “mutedil kılıklı” talep daha var, “Reis herşeyi biliyor, devletin a’li menfaati için şimdilik susuyor!” mealinde! Bu talep en tehlikeli olanı! Darbedeki tuhaflıklara dair Gülenistlerin konuşmasını engellemek mümkün ama darbe karşıtı, “Reisin yanında” oldukları besbelli olanları yine “Reis” diyerek, ismini kullanarak engellemeye çalışmak, bu millete yapılacak, yapılmış en büyük ihanettir!
O “Reis” ki, “at izi it izine karıştı” diyerek şaşkınlığını açıklamışken üstelik!
İpin ucu puştun elinde ama o ipin diğer ucundan yani hadise’ler üzerinden geri sarmaya başlanınca o puştu tespit etmek de mümkün! Bizce puştu (puştların askerî ayağı Puşt Darbe Komitesi’ni) tespit etmenin en basit ve hızlı yolu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik o geceki suikast teşebbüsü dosyasıdır. Bu dosya aynı zamanda “Reis herşeyi biliyor” diyenlerin de ya gaflet ya hainlik sebebiyle yalan söylediklerinin de resmi ispatıdır.
Dosyayı tümüyle okumaya lüzum yok bilgi sahibi olmak için, gerekçeli karar ve içindeki savunmalar dahi birşeylerin üzerinin örtüldüğünü gösteriyor görmek isteyene! O gece 01:20-01:40 arası Erdoğan’ın otelden ayrıldığı ve Dalaman’a ulaşıp hemen Ata uçağına binerek İstanbul’a hareket ettiği, 03:20 sularında da Atatürk Havalimanına indiği kesin. Hem kendisinin, hem damadı ve bakan olan Berat Albayrak’ın beyanları ile, “CNN’de facetime görüşmesi” yapılırken “üç helikopterin tepelerinde uçtukları” da kesin; hem bu beyanlar (“15 dakika ile kurtulduk” dedi Erdoğan) hem dosyaya giren uçuş kayıtları ile kesin. Bir başka kesin olan da suikast davasında yargılanıp “üç yüz milyon bin defa” ağırlaştırılmış müebbet ve (suikast dosyasında yargılanan sanıkların günlerce süren öyleydi böyleydi iddia ve savunmaları ile bir koruma polisini “nitelikli gasp” ettikleri iddiasıyla da!) süreli hapis cezasına çarptırılan sanıklar, Çiğli üssünde saatlerdir “yer bildirimi” sebebiyle bekletildikten sonra, 02:20/02:30 arasında kalkış emriyle havalanıyorlar, yani Erdoğan uçağa binip havalandıktan bir saat sonra! 03:30 sularında Marmaris’e ulaşıyorlar, otelden uzak bir yere iniyorlar, videolarda görüldüğü üzere önlerine çıkana adres sora sora otele doğru ilerliyorlar; 47 sanıktan 23”u yere inmiştir, yürüyenler bunlar. Otele yaklaştıklarında da kurşun yağmuruna tutuluyorlar. Dosyayı tümüyle anlatmaya lüzum yok, ortada sanıklar açısından “Erdoğan’a suikast” durumu olmadığı aşikar. Niyetleri öyleydi denilirse de, hem Erdoğan’ın hem Albayrak’ın “15 dakika ile kurtulduk” beyanı ne olacak? Sanıkların bir kısmının (General Sönmezateş, Binbaşı Seymen başta) darbeci oldukları mahkemede verdikleri, defalarca tekrarladıkları beyanları ile sabit, bunu ayrı tutalım.
Dosya üzerinde daha önce yazdığımız inceleme makaleleri olduğundan tuhaflıklardan tekrar bahsetmeye lüzum yok. Ama şunu okuyucunun bilmesi gerekir, Dalaman üssü hakkında soruşturma üzerine yazdığımız makalede de belirttiğimiz gibi, bunlardan Erdoğan’ın haberi yok! Olayların yanlış aktarıldığı kuşkusuz kendisine. Ebru Timtik hadisesi nasıl ki “savcı Kiraz’ı şehit eden teröristler için açlık grevi yapıyor” olarak yansıtılmış ve bu yönde açıklama yaptırılmıştır, müştekisi olduğu ve belki de tüm darbenin ipuçlarını tespit ettirecek olan Dalaman dosyasının kapatılma aşamasında olduğundan da haberi yoktur!
Peki hatalı veya yanlış bilgi verenler kimler? Şunlar diye kesin bir ifade kullanmak mümkün değil elbette “bu safhada.” Ama hukukî dosyalar olduğu için bu konularda kim bilgilendiriyorsa, kimse o veya onlar, onları işaretlemek mümkün. Suikast dosyasının kör topal haliyle kapatılmasını “adalet yerini buldu” diye alkışlayanlara bakmak gerekiyor herhalde öncelikle.
Erdoğan’ın avukat ve hukukçulardan yana topal olduğu da bilinen bir husus. Baroların Diyanet İşleri Başkanı üstünden dinimize hakaret eden açıklamaları ve “çoklu baro” düzenlemesi malum. Daha önceki yazılarımızda bahsettik, bu düzenlemeye Ak Partili avukat ve hukukçular ile derneklerin karşı oldukları, basit bir düzenleme ile sistemi devam ettirme niyetini izhar ettikleri kamuoyunun malumu. Düzenleme kanunlaştıktan sonra yerlerinden kıpırdamadıkları da. İstanbul ve Ankara’da teşebbüs edilen iki yeni baro kurma faaliyetini ise rezil bir şekilde eleştiri yağmuruna tuttukları da! Kanun gereği Ekim ayının ilk haftasına kadar yeni baroların kurulması gerekmekte. Görünen o ki kurulmayacak. Peki bu ne demektir? “Erdoğan’a karşı direnme!” demektir.
Erdoğan’ın kendilerine açtığı alanı kabul etmeyip direnen bu şahısların ona dava dosyaları hakkında gerçek bilgi verdiğine inanabilir misiniz?
Erdoğan, kendisine, ailesine yönelik katliam eylemini gerçekleştiren darbecilerin mahkum olduğunu zannediyor! Acı ama gerçek olan budur ve bu sefer “aldatanlar” Gülenistler değil. Basit haciz ve boşanma davaları ile uğraşıp “ekmeğini kazanmaya” çalışırken elinden tutup “adam ettiği” tiplerdir “aldatanlar” demek herhalde mümkün. Dikkat edin, mesele Erdoğan’ın aldatılması değil, onun üzerinden gerçek darbeci çetenin saklanması! Bu meseleye eğilmemizin sebebi, Erdoğan’ın Mirzabeyoğlu’nun dava sürecindeki samimi tavır ve faaliyetleri bir yana, esas budur.
İBDA olarak milletin aldatılmasına bugüne kadar müsaade etmediğimizi tarih nasıl yazdıysa, bundan sonra da yazacaktır.
Baran Dergisi 713.Sayı