Nasılsınız? Ben biraz yorgunum. Eski bulunduğum hücreden, yakınlardaki başka ama daha iyi ve daha büyük bir hücreye geçiyorum. Bana yardım eden bir komşumla beraber, tam bir buçuk gündür o hücreyi temizlemeye çalışıyoruz. Düşünün artık ne kadar kirli olduğunu. Neyse, şimdi güzel oldu. Bunlarla uğraşıyordum ki, size telefon açmak için aşağıya indim.
Bişkek ve Türkiye’den bir haber var mı?
(Av. Güven Yılmaz, Kırgızistan’dan gelen haberlerin çok da müsbet olmamakla beraber, Ali Osman Zor’un tutukluluk süresinin bir ay daha uzatıldığını, Kırgızistan’ın Türkiye’den ilgili evrakların Rusça olarak gönderilmesini beklediğini, Albay Cumay Suyunaliyev’in ise Bişkek’e döndüğünü ve Carlos’a çok selâm söylediğini ifade ediyor.)
Anlıyorum. Hayırlısı neyse onun olmasını dileyelim hep birlikte.
Bu arada, avukatım Hasan Ölçer’e benim adıma selâm söyleyin ve çok teşekkür edin. Peki başka herkes, Kumandan Mirzabeyoğlu ve diğer müvekkilleriniz nasıl?
(Av. Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını söylüyor. Bu arada, Venezüella Devlet Başkanı Chavez’in kanser olduğuna dair haberleri hatırlatıyor Carlos’a.)
Tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz, ancak Venezüella Büyükelçiliği’nden biriyle görüştüm, bana Chavez’in durumunun tehlikeli olmadığını söyledi. Leğen kemiğindeki problemden dolayı Küba’da bir ameliyat geçirmiş. Küba’daki doktorlar daha iyi tabiî. Yaranın kapanması için de fazla hareket etmemesi ve kendisine bir süre dikkat etmesi gerekmiş. Bakalım, ne olacak. Bu bilgi, direkt Venezüella Hükümeti’nden gelen bir bilgi neticede. Sanıyorum, ortada ciddi bir problem yok.
Bugün, gerçi hakkında konuşulması gereken çok sayıda haber var ama, iki gün önce France 2 televizyon kanalında gördüğüm bir haber vesilesiyle konuşmak istiyorum öncelikle.
Bu kanal, yâni France 2, Fransa’nın resmî hüviyetli başlıca kanallarındandır. Geçen gün, Trablus’taki bir otelde Ayşe Kaddafî’yle gerçekleştirilen bir röportaj yayınladı işte bu kanal.
Sözkonusu röportajda Ayşe Kaddafî, doğrusu çok güzel konuştu. Babası Muammer Kaddafî’nin bazen yaptığı gibi yapmadı ve hiç abartmaya kaçmadan gayet makûl şeyler söyledi.
Evet, Albay Muammer Kaddafî bazen genç bir bedevî gibi konuşuyor, Bedevî kültüründe olan ama dünyanın kalanında ters anlaşılan yahud tercüme edilen bazı mübalağalı şeyler söylüyor. Bedevî Arabların geleneğine uygun olarak ve aslında iyi niyetle ama dünyada bunların nasıl algılanacağını bilmeden, yâni kendisi aleyhine kullanılabilecek tarzda konuşan babasından çok ayrı bir profil çizen Ayşe Kaddafî ise, yine Arabça olarak ama son derece normal ve ne söylediğini bilen bir tarzda konuştu.
Erkek kardeşi ve yeğenlerinin katledilmesi gibi bir insanlık suçunda, bir savaş suçunda Fransa ve Fransızların sorumluluğunu dile getirerek konuşmaya başladı ve söylediği sözleri dikkatle seçerek devam etti.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kadar güzel ve dikkatli konuşması benim için de şaşırtıcı oldu. Çünkü Ayşe Kaddafî, söylediklerinin hangi uzunlukta ve ne çerçevede yayınlanacağını biliyordu. Bir diğer ifadeyle, sert ve propaganda olarak algılanabilecek ifadelerin, milletlerin değil de emperyalist düşmanların kontrol ettiği bugünkü gibi bir basının süzgecinden geçemeyeceğini veya farklı aksettirilebileceğini çok iyi biliyordu. Çok milletli bu büyük basının savunduğu ne varsa, bize zıt, biliyorsunuz. Kaldı ki şu safhada böyle konuşmanın lüzûmu da yoktur.
Böyle olunca, bu çapta bir kadının Libya’da belli sorumluluklar yüklenmesi çok uygun olurdu. Şimdi Bingazi’deki isyan komitesinin başında olan eski adalet bakanı hainin yerine, yarın Ayşe Kaddafî’yi adalet bakanı olarak görmekten doğrusu çok da memnun olurdum. Bence, hem insanî bakımdan, hem ülkesine sadakati bakımından, hem de İslâm’dan gelen Libyalı geleneğine hürmeti bakımından, ondan çok iyi bir adalet bakanı olur.
Yeter ki Albay Kaddafî, dünyanın tüm büyük güçlerinin kendisini katletmek için günün 24 saati düzenlediği suikast teşebbüslerini savuşturmayı başarsın. Tüm büyük güçler derken, Rusya gibi işbirlikçileri de katıyorum. Rusya’nın yanısıra Çin’in Libya aleyhine Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamada aldığı yanlış tutum, bugün işlerin bu noktaya gelmesine izin vermiştir.
Ne olursa olsun, zaman Libya halkının aleyhine işlememektedir. Aksine, zaman Libyalıların lehine işlemektedir. Ancak tek şartla, o da demin arzettiğim gibi, devrim liderinin tüm bu suikast teşebbüslerinden kurtulmayı başarmasıdır.
Biraz da Suriye hakkında konuşmak isterim.
Biliyorsunuz, Suriye halkının protestoları caddelerde devam ediyor. Bunlar tabiîdir, çünkü her ülkede muhalifler vardır, hele Suriye gibi askerî diktatörlük tarzı bir azınlık rejiminin bulunduğu yerde halk muhalefeti çok daha tabiîdir. Rejim değişmelidir, burası açık. Sırf babası Hafız Esad olduğu için Dr. Beşşar Esad’ın general yapılması ve halka baskı uygulanmasının meşru bulunması, hiç de âdil değil. Sanıyorum Beşşar Esad, durumun ve bir değişim gerekliliğin farkındadır.
Bugün Suriye’nin başında olan kimselerin meşruiyeti tartışmalıdır. Hikmeti kendinden menkûl bir tarzda kazanmışlardır şimdiki güçlerini. Lâkin Hafız Esad, öyle değildir. Onun hiç olmazsa tarihî bir meşruiyeti vardı.
Şöyle ki, Hafız Esad bir devrimciydi, bir Arab milliyetçisiydi, hapse atıldı, sürgünde kaldı, orduyu kullanarak geri dönmeyi başardı, bir pilot olarak bizzat İsraillilere karşı savaştı ve hayatta kalmayı başardı, yâni onun iktidarının kendince tarihî bir temeli vardı. Bu yüzdendir ki, Alevî aşiretleri, hattâ kimi Sünnî aşiretleri, aynı şekilde çarşı esnafı ona destek çıktı ve Hafız Esad sosyalist uygulamaların da yardımıyla iktidarını pekiştirdi.
Ne var ki, birtakım iyileştirmelere rağmen, sözkonusu sosyalist imkânlar Beşşar Esad döneminde azaltıldığı için, eğitim seviyesi yüksek ama refahça gerilemeye başlayan, üstelik baskıdan bunalan halk artık isyan etti.
Bu arada, Nurettin Güven geçiyor ve bana selâm veriyor. İnşallah bu senenin sonlarına doğru Türkiye’ye dönecek.
Neyse, kaldığım yerden devam edersem, halk normal bir hayat standardı taleb ediyor. Fakirleşmenin yanısıra, bir de muazzam buudlarda yolsuzluk olunca, bu rejim artık katlanılmaz hâle geliyor.
Hep söylediğimi yine söyleyerek bitireceğim. Suriye’nin mutlaka müsbet yönde değişmesi, ülkede köklü iyileştirmeler yapılması zorunludur. Ancak İsrail’e karşı ön cebhemiz olan bu ülkenin bu niteliğinin de hiçbir zaman zayıflatılmaması ve emperyalistlerin manipülasyonuna terkedilmemesi gerekmektedir.
Allahü Ekber.
2 Temmuz 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan