Geçtiğimiz hafta, Yeni Akit gazetesinde, uzun bir dönem Fettulah Gülen’in yanında kalan isimlerden biri olan Lâtif Erdoğan tarafından “FETÖ-İşkence-Mirzabeyoğlu” başlıklı bir yazı kaleme alındı. Senelerdir sevgi pıtırcığı diye lanse edilen Fettulah’ın, Amerikan ajanlığı, dini içten yıkmaya çalışan kâfir gibi vasıflarının yanında aynı zamanda nasıl da sadist ruhlu biri olduğunu gördüğümüz bu yazıda, sözün bir yerde Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na geldiği ve Fettulah’ın ona bakışının yanı sıra, yazının sonunda Kumandan’ın uğradığı suikastın arkasında Fetullah’ı işaret etmesi elbette ki dikkatimizi çekti.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Metris Cezaevine yapılan Noel Baba Operasyonundan sonra Kartal Cezaevine nakledildiği günden beri 14 sene boyunca cezaevinde, tahliye edilmesinden sonra da dışarıda Telegram işkencesine maruz kaldığını, bu kontrol/işkence metodunun hedeflenen kişiyi öldürmekte kullanılabileceğini biliyorduk. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, bu süreç içinde Telegram dolayısıyla yaşadıklarını defaatle eserlerinde ve konuşmalarında konu edinmişti; fakat şehadetinden bir ay evvel bir konuşmasını bilhassa kayıt altına aldırmış ve burada “Vücudum sapasağlam. Bende bir şey yok. Eğer başıma bir şey gelirse bilin ki bu TELEGRAM’dan” diye özellikle vurgulamıştı.
Lâtif Erdoğan’ın yazısı vesilesiyle önce şu Telegram’ı kısaca hatırlayalım-hatırlatalım, sonra da Kumandan’ın neden bu işkencenin hedefi olduğunu ve niçin şehid edildiğini konuşalım.
Telegram Ne Demek?
Telegram kelimesi, bilindiği üzere Salih Mirzabeyoğlu ile maruf. Literatüre bu kelimenin girişi de 2003 senesinde Salih Mirzabeyoğlu tarafında kaleme alınan ve alt başlığı ‘Zihin Kontrolü’ olan Telegram adlı esere dayanıyor. Mirzabeyoğlu, Kartal F-Tipi Cezaevinde kaldığı hücresinde, kendisine ‘elektronik taciz’ yapan kişilerin, yaptıkları işi isimlendirirken ‘Telegram’ dediğini ifade ediyor. Yani bu tabir, ilk başta telegramcılar tarafından kullanılıyor. Mirzabeyoğlu, kendisini sürekli taciz edenlerin kullandığı bu kelimeyi yakalayıp verimlendiriyor ve ‘Zihin Kontrolü’ genel başlığı altında sıralanan teknikler arasında -özellikle İngilizcede- muhtelif tâbirlerle anılan bu operasyonu böylelikle isimlendirerek deşifre ve teşhir ediyor.
Telegram İşkencesi Nedir?
Telegram, kabaca tarif etmek gerekirse, İngilizce literatürde ‘öldürücü olmayan elektromanyetik silâhlar’ arasında gösterilmekle beraber, yol açtığı tesirler bakımından ölümcül potansiyel taşıyan bir silah. Bu aslında bir zihin kontrol tekniği; fakat klasik telkin metodlarını aşan, hedeflenen kişinin hem zihnini okumaya yarayan ve hem de hedeflenen kişinin vücudunda ve duygularında telkini tesirli kılabilmek adına değişimler meydana getirebilen bir zihin kontrol tekniği. Bu zihin kontrol metodu başarılı olduğu takdirde hedef alınan kişi tarafından fark edilmesi mümkün olmayan, başarısız olduğunda ise Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun anlattıklarından öğrendiğimiz kadarıyla insanlık tarihî boyunca geliştirilmiş en şiddetli işkence vasıtasına dönüşebilen, öldürücü bir silah aynı zamanda.
Neden Salih Mirzabeyoğlu Hedef?
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, bütün İslâm aleminde yankısını bulacak bir fikrin, bir fikriyâtın, yani Büyük Doğu’nun bayraktarlığını yapıyor ve bunu da alışıldık fikir adamları gibi kendisini müesses nizamın, dünya düzeninin yedeğine sokarak değil, mevcut dünya düzeninin yerine alternatif ve yaşanmaya değer bir dünya düzeni teklif ederek yapıyor. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 1991’de gözaltında maruz kaldığı fizikî işkence ve tutuklanmasının da, 1998 senesinde tutuklanmasının da, 2000 senesinde Metris Cezaevinde Noel Baba operasyonuna maruz kalmasının da, bu operasyondan sonra Kartal F-Tipi Cezaevine sevk edilmesiyle beraber başlayan Telegram işkencesinin de, 2014 senesinde yeniden yargılanma gerekçesiyle tahliye edilmesinden sonra bu işkencenin dışarıda devam ettirilmesinin de arkasında hep bu aynı sebeb vardı. İslam’ı yeni şartlara tatbik edecek bir vasıta sistem geliştirdiği, mevcut olanın yerine yeni bir dünya düzeni teklif ettiği için bu işkenceye maruz bırakıldı.
Müslümanların Yıkıcı Bir Sele Dönüşme İhtimali
Üstad Necib Fazıl’ın Büyük Doğu ile başlattığı ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun meydan yerinde kavgasına soyunduğu İslâm İhtilâli ve İnkılabı’nı inkıtaa uğratmak için siyonist ve emperyalistler ile onların içimizdeki kuyrukçuları sürekli olarak Müslüman milletimizin bu akışta demetlenmesine mâni olmak üzere tahliye kanalları açtılar. Müslümanların kendi düzenleri içinde yaşaması değil de, mevcut dünya düzenine entegre edilerek yaşaması yönünde hareket eden statükocu “İslâmî” hareketleri hem içeriden ve hem de dışarıdan maddî manevî destekleyerek, “her şeye sahtesinin musallat olması” ölçüsünü bir strateji hâline getirip, tüm dünya Müslümanlarının karargâhı konumundaki Anadolu’da İslâmî bir düzenin tesis edilmesine bugüne kadar mâni oldular. Bilhassa etkileyici konumunda olanlar da kendilerini bu risksiz ve bol mamalı stratejinin bir parçası hâline getirmekte bir beis görmediler. Müslüman Anadolu’da hakiki bir İslâm İhtilâli ve İnkılabı kadrosunun buluşmaması için açılan onlarca tahliye kanalından en kullanışlısı FETÖ oldu. 28 Şubat sürecine rağmen 1999 senesinin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından “Kurtuluş Yılı” ilân edilmesi ve Kemalistlerin ellerindeki emniyet, yargı ve ordu üçlüsüne rağmen muvaffak olamayışları neticesinde FETÖ’nün işlevinde de değişikliğe gitmek zorunda kaldılar.
28 Şubat’a kadar birçok tahliye kanalı desteklenirken, 28 Şubat’tan sonra FETÖ’nün merkeze alınmasıyla birlikte diğer kanallar önemini kaybetti ve onlara olan desteği de geri çekmekte bir sakınca görmediler. FETÖ de istenildiği ölçüde büyümek için tabiî olarak alternatiflerini ortadan kaldırmak zorundaydı. İş bir noktadan sonra Büyük Doğu-İbda’ya tahliye kanalı açmaktan çıkmış, onun yerine Müslüman milleti İslami bir düzene değil de küfür düzenine akıtacak müstakil bir kanal inşasına dönmüştü. Bu esnada Ergenekon ve Balyoz operasyonları da laik, kemalist, batıcı diğer unsurların bu kanala taşınması için gerçekleştiriliyor, uşaklık noktasındaki görev değişimine direnen “yobaz” kuyrukçular bu yolla tasfiye ediliyorlardı.
Tam da Arab Baharı ile beraber İslam aleminin dizaynı işine girişilmiş ve adım adım Anadolu’yu da bu işin bir parçası ve lideri olarak FETÖ idaresinde sahneye sürmeye hazırlanırlarken, iktidar ile FETÖ arasında MİT Krizi ile beraber kopan kavga bir çuval incirlerini berbat etmeye yetti. 15 Temmuz’a kadar, Türkiye’de iktidarı alaşağı etmek, FETÖ’yü olması gereken konuma getirmek üzerinden bütün İslam alemini yeniden dizayn etme ve böylelikle global küfür düzenine entegre etme stratejilerini korudular; fakat 15 Temmuz’da, bizim de üstün gayretlerimizle film koptu.
Kumandan’ı İşte Bu Sebeble Şehid Ettiler
15 Temmuz’da yalnız FETÖ’den olmadılar, 2000’den beri FETÖ’yü bu pozisyonda tek kılmak için onun dışındaki bütün tahliye kanallarını ister istemez iptal etmişlerdi. FETÖ’nün gerçek yüzü görülünce, bu sefer Anadolu ufkunda, İslâm İhtilali ve İnkılabına doğru hakiki bir akışta bütün Müslümanların buluşması, sel hâline dönüşmesi ve önüne çıkan herşeyi ezip geçmesi ihtimali belirdi ve bu müesses nizamın efendileri tarafından kabul edilemezdi. Hem zaten 2014 senesinin Kasım ayında, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansına gösterilen teveccüh, bugüne kadar izledikleri bütün strateji ve taktiklerin aslında hiçbir işe yaramadığını da göstermemiş miydi?
Türkiye’de meşruiyet dairesinin merkezinde Üstad’dan sonra bu kez Kumandan tek başına kalınca, şartlar onlar için bu tehlikeli noktaya evrilince, aslında bir bakıma çaresizliklerinin de ifâdesi olacak şekilde, İslâm İhtilâli ve İnkılâbının önünü kesebilmek için ellerindeki son kurşunla, manyetik bir kurşunla, son bir can havliyle İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nu hedef aldı ve şehid ettiler.
Dikkat ediyorsanız, FETÖ’den sonra ellerinde kullanabilecekleri Müslüman görünümlü bir aparat kalmadığı için, bugün Millet İttifakı falan gibi yollara tevessül edip, hiçbiri birbirine benzemez unsurlardan müteşekkil saçma sapan ittifaklar tesis edip, hiç olmazsa silinip gitmemek adına bu topraklarda tutunabilmeye çalışıyorlar.
Bu arada unutmadan, FETÖ devlete paralel değildi, çünkü aslında rejim zihniyetinin ta kendisiydi. O, aslında Büyük Doğu İbda’ya paraleldi. Her ne kadar Said-i Nursi’ye bağlılık iddiasında olsalar da, iş düzen kurmaya gelince, ellerinden gelen, kavramlarını eğip büküp kendilerine mâl etmeye çalıştıkları, ruhundan ve iddiasında arındırılmış, yalnız şekil planına mahkûm edilmiş bir Başyücelik Devleti tesis etmekti.
İplerini Ne Zaman Çekeceğimizi Bekliyorlar
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu şehid ettiler; fakat “Mutlak Fikir”den beslenen fikirlerin de şehidler gibi ölümsüz olduğunu unuttular.
Son birkaç yıldır büyük bir kaos yaşanıyor, yalnız Türkiye’de de değil, dünya çapında. Müesses nizâmın banileri, 15 Temmuz ile beraber Müslümanları kendi düzenlerine entegre edememiş olmanın maliyetleri ve neticeleriyle yüzleşiyorlar aslında, çünkü düzen mevcut hâliyle artık kendi kendisini bile taşımaktan aciz bir vaziyete gelmiş bulunuyor. Evet, sancılı bir süreçten geçiyoruz; fakat Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinden evvel birçok kez dediği gibi, 40 yıllık bir gerginlikle 15. İslâm asrını idrak ediyoruz.
Bu süreçte daha neler görecek, neler yaşayacağız meçhul. Bir tek hususu Müslümanların göz ardı etmemesi gerekiyor, bugün ellerinde bize karşı kullanabilecekleri hiçbir stratejileri yok! Emin olun ki, bön bön, çaresizlik içinde onların ipini ne zaman çekeceğimizi bekliyorlar. Bu süreci artık daha fazla uzatmadan, can çekişen Batılı düzenin fişini çekmek ve onun yerine bütün insanlığa yaşanmaya değer bir hayat vaad eden kendi düzenimizi tesis etmek bizim boynumuzun borcudur.
Allah imanımızı muhafaza etsin, bizleri istikâmet üzere sabit kılsın ve İslâm İhtilâli ve İnkılabı ile beraber Kumandan başta olmak üzere bütün Müslümanların intikamına da memur ettiği kullarından eylesin. Biz, bu sürecin İslâm’ın lehine tarihe geçecek büyük bir zaferle neticeleneceğinden hiç ama hiç şüphe duymuyoruz. Bir daha asla muvaffak olamayacaklar!
Allah’tan başka galib yoktur!
Baran Dergisi 736.Sayı