İBDA Mimarı, meâlen, “Hadiselerin sırrı en az mantığındadır” ve “bir şey aynı zamanda vehmettirdiğidir de” der. Dünyayı 2 aydır esir alan –bu esaret anoloji değil, gerçek, herkes yaşıyor şu anda- Korona mevzuunun da kanaatimizce bu çerçeveden kritik edilmesi gerekir.

Başın başında şu: İBDA Külliyatına aşina olanlar bilirler ki, “Allah, şiddetinin zuhurundan gaiptir.” Diğer bir ifadeyle de, “şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve azamet-i kibriyasından tesettür etmiş zat’ı akdes”tir.(1)

Zat-ı Akdes: Her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah… En mukaddes zât.

Yine İBDA Mimarı’nın misyonu ve mücadelesini takip edenler bilirler ki, (meâlen), “Bâtının zâhire çıktığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.” Bu mevzu müstakil olarak ele alınması gereken bir mevzudur. Ancak, günümüzde tüm olup bitenler de dahil, Koronanın da bu mevzuun dışında olmadığını bilelim. İster hak cephesinden zuhur etsin, isterse batıl cephesinden sadır olsun, fark etmez, her ne oluyorsa, “Allah’ın dediği oluyor!” İlkin bilinmesi gereken budur.

Kanaatimce, Korona, her şeyden evvel Allah Azze ve Celle tarafından tüm insanlığa musallat edilen bir tür ilâhî belâdır. İlâhî belâdır diyoruz, çünkü; Korona ister kendi tabii seyri içerisinde mutasyona uğramış veya dışarıdan bir müdahale ile mutasyona uğratılmış bir virüs olsun, ister bizatihi laboratuvar ortamında biyolojik silah amaçlı icad edilen sentetik bir virüs olsun, ister Küresel Sermaye üzerinden Deccal Komitesi’nin paralarına para katmak için tıbbî aşı kampanyalarına zemin hazırlamaya dönük bir proje olsun, isterse yine Küresel Sermaye üzerinden Deccal Komitesinin dijital tek dünya devleti kurmak adına gerçekleştirdiği korku ve panik amaçlı pandemik bir atraksiyon olsun, hiç fark etmez. Bilmek gerekir ki insanoğlu her ne yaparsa yapsın, yaptığı şey en nihayetinde “Allah’ın dediği olur!” mutlak ölçüsüne çıkar. “Allah bir şeye ol deyince o da olur!” (“Kûn fe yekûn”); bundan gayrısı teferruattır! Nitekim biz de bu yazıyı bu inanç doğrultusunda, idrakimize yansıyan basit bir teferruat çerçevesinde kaleme alıyoruz. Umulur ki zannımız bizi yanıltmaz. Her şeyi hakkıyla bilen ise yalnızca Allah Azze ve Celledir!

İnsanlık tarihinde (ilk insan aynı zamanda ilk Peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm olduğundan Peygamberler Tarihi’nde de diyebiliriz) yoldan çıkan veya yola gelmeyen kavimler türlü belâlara muhatab olmuşlardır. Pek çoğunda ise belâ helâk olmak şeklinde tecelli etmiştir. Bir tek, âlemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber Fahr-i Kâinat Efendimizin Ümmeti çok büyük belâlardan ve hassaten helak olmaktan muhafaza edilmiştir. Çünkü Allah Resûlü’nün, “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyuran Allah Azze ve Celle’den istediği üç şeyden biri de, Ümmetinin diğer kavimlerdeki gibi helâk olmamasıdır. Allah, Sevgili Habibinin bu duasını kabul etmiştir. Halihazırda, azgınlıkta gelmiş geçmiş tüm kavimleri geride bırakacak tarzda şekillenen bir hayat üzerinden helâk olmayı çoktandır hak etmiş bir dünyada yaşıyor olmamıza rağmen, -ki burada Üstad Necip Fazıl’ın İBDA Mimarı’na hitaben, “İnsanlık hiç bu kadar alçalmamıştır!”, sözünü de hatırlatmak isteriz-, büyük bir felaketin olmaması, doğrudan doğruya Allah Resûlü’ne inanan bir Ümmetin hala inancını muhafaza ediyor olmasındandır. Yani İslâmın varlığının devam ediyor olmasındandır. Topyekûn dünya devletleri veya halklarının öncelikle anlaması gereken budur. Dünyanın ve de insanlığın direkleri olarak anlam kazanan İslâm büyüklerinin kıymetini bu çerçevede idrak edelim. Beyhude bir teşebbüs ve azgınlığın da bir belirtisi hâlinde Allah’ı kıyamete zorlamak hayâli üzerinden Deccal Komitesi tarafından fettoş ve benzeri din pe.evenklerini İslâm dinini ifsad etmek için palazlandırıp sahaya sürmelerini de yine bu çerçevede değerlendirmek icab eder. Diğer taraftan;

Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl tarafından, “Başbuğ Velilerden 33” isimli eserinden de anlaşılacağı üzere, 33. Halkanın sonuncusu olarak mühürlenen Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin “Rabita-i Şerife” isimli eserinde, Allah Resûlü’nün bir hadîsi üzerinden genelde tüm insanlığı, özelde ise topyekûn Müslümanları uyarması dikkate şayandır. Tam da bu noktada, 1992 yılında, “Taraf Olmayan Bertaraf Olur” ajitatif spotuyla yayın hayatını altüst eden meşhur “Taraf” dergisinde Osman Öksüzoğlu müstear ismiyle kaleme aldığımız alt başlığı “Dünya Musibetlerle Örülmüş Bir Yıl Geçirdi” olan “Öfkeli Yıl: 1992” isimli yazıdan bir alıntı:

Fitne, fitne, fitne… Yüzyıllar oluyor ki, dünya döndü, döndü, döndükçe insanlık Allah’ını unutur oldu, günahın dipsiz çukuruna yuvarlandıkça yuvarlandı ve sonra ektiğini biçercesine bir baştan öbür başa fitneyle sarsıldı…

Fitne?.. Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri buyurdular ki: “Fitnenin şeriat lügatinde mânâsı, günahların neticesi olarak gelen musibetlerdir…”

Müsibetler: Zelzeleler, su baskınları, yangınlar, kıtlıklar…

Yine O (r.a.) buyurdular: “Bunlar (fitneler) iki türlüdür: Birisi, zalimin nefsine mahsus olanlar… Yani İlâhî yasaklardan birinin korunmaması yüzünden şahsa gelen belâ… Musibetlerin en hafifi budur. (…) Öbürü de bütün topluluğu kuşatan ve cemiyet planına inen musibetler. (…) Bu türlü fitnelerden başlıcası topluluk hâlinde ilâhî yasaklardan biri çiğnenirken buna şahid olanların engel olmaya iktidarları varken ses çıkarmamaları, iktidarları yokken de kalpten olsun bir nefret ve mukavemet hissi duymamalarından doğar.”(2)

Yine Efendi Hazretleri’nin bir tespiti halinde, (meâlen) “Şeriat hükümlerinin alenen çiğnendiği bir yerde orada bulunan Müslümanlar, hadîs ile haber verildiği üzere güçleri nispetince el, dil ve buğz mutlak ölçüsüne riayet etmezlerse, Allah oraya türlü felaketler ve belâlar yağdırır. Zelzeleler, yangınlar, seller, kıtlıklar, hastalıklar vs. Allah’ın şanındadır ki belâ umuma gelir. Belâların isabet ettiği Müslümanlar ölürse şehid, kalırsa gazi, kefereler ise geberik olur.” Diğer taraftan, Allah yolunda cihad mevzuunda gevşeklik de türlü belâların zuhur etmesi için yeter sebeb olarak yine İslâm büyükleri tarafından haber verilmiştir.

İlahî belâ, insanlık, dolayısıyla da Peygamber tarihi içerisinde çokça zikredilen bir mevzudur. Meselâ pek çok Peygamber, ilâhî belâlar üzerinden idrak edilir. Meselâ Hazret-i Nuh Aleyhisselâm “Suların Taşması ve Gökyüzünden Boşalması” üzerinden “Nuh Tufanı”, Hazret-i Salih Aleyhisselâm bir “Sayha” üzerinden “Semûd Kavminin Helâkı”, Hazret-i Lût Aleyhisselâm “Lutilik ve Taşlaşmışlık” üzerinden “Lût Kavminin Helâkı” ve diğer Peygamberler üzerinden gerçekleşen pek çok mucize. Meselâ Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm ve Nemrud üzerinden gerçekleşen bir mucize olarak, Hazret-i İbrahim’in ateşe atılması ve ateşin ona Allah’ın emri ile serin olması ve O’nu yakmaması(3) ve sonrasında ise balık gölü hâline dönüşmesi. Sonrasında ise Nemrud’un burnuna “topal bir sinek” kaçmasıyla birlikte ilahî belâya muhatab olması ve çaresiz bir şekilde gebermesi. Meselâ Hazret-i Musa Aleyhisselâm ve Firavun üzerinden gerçekleşen “Kızıl Denizin İkiye Yarılması” ve ardından Firavun’un ordusu ile birlikte denizde boğularak helâk olması. Meselâ Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın “Çarmıha Gerdirilmek” üzere tutuklanmak istenmesi ve ardından Allah tarafından gökyüzüne, diğer bir ifadeyle de “Güneş Feleği”ne ref edilmesi vs. şeklinde İnsanlık Tarihi’nde, dolayısıyla da Peygamberler Tarihi’nde gerçekleşen türlü belâlar ve mucizeler söz konusu oldu. Allah Resûlü’nün teşrifiyle birlikte putların devrilmesi başta olmak üzere, Allah Resûlü’nün bir parmak işaretiyle gökyüzünde ayı ikiye bölmesi, ruh ve beden beraber Refref ile Miraca çıkması ve bizzat Allah ile görüşmesi ve daha nice mucizeler.

Allah, Kur’ân’da, kıyamet öncesi, “Asr-ı Saadet” mânâsının topyekûn dünyada neşv ü nema bulacağını, daha doğrusu “Bâtının zâhire çıkacağı”nı haber veren bir zaman dilimine bir işaret olarak, “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesini haber veriyor. Eski Yunan’ın üç büyük kafa adamından biri olan Eflâtun’un “İdeal devlet plan, program ve projesi”ni de gayesine ulaştıran olarak, “Başyücelik Devleti”ni mündemiç “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi sözkonusu mutlak müjdeye yataklık eden bir mânayı mündemiçtir. Türkiye’deki Bâbıâli üzerinden, -aslında topyekûn dünya aydınlarına verilmiş bir mesajdır bu!-, “Ya İBDA’nın eri olursunuz, veyahut da hizmetçisi!” sözünün de sahibi olan İBDA Mimarı’nın, bir yanda İBDA’nın “İslâmın 21. Yüzyıl dil ve diyalektiği” olduğunu ilan ederken, diğer bir yandan da, “Zamanı gelmiş bir fikri durdurabilecek hiçbir güç yoktur” dediğini de biliyoruz. Aynı zamanda, fikrin tabii seyri içerisinde, “yağmur da büyütür onu, güneş de!” ihtarını yaparken, küfrün, dolayısıyla da günümüz dünyasında ilâhlığını ilan etmek üzere iş kotaran Deccal Komitesi’ne de hitaben, “aksiyonlarını da bizden alıyorlar” derken ne demek istediğini şimdi çok daha iyi anlıyoruz. İslam tez, gayrısı ise antitezdir. Kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs, yine kalb hakikatinde bitişik bir şekilde tez ve antiteze yataklık eder. “Bütün kalplerin iki parmağı arasında olan Allah Azze ve Celle” ruhtan yana, İslâm’dan yana, dolayısıyla da Müslümandan yanadır. Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler.

Bütün semavî dinler tarafından haber verilen kıyamet öncesi bir zaman dilimine girildiği şu günlerde, diğer bir ifadeyle de 21. Yüzyıl dünyasına hazırlık yapıldığı şu günlerde, Üstad Necip Fazıl’ın bir tespiti hâlinde (meâlen) “İnsanlığın 500 yıldır kurtarıcısını beklediği” şu günlerde, topyekûn dünyanın göze görünmez bir virüs tarafından nasıl da teslim alındığına şahidlik edildiği şu günlerde, adeta “şiddetinin zuhurundan gaib olan Allah”ın insanlığa “Teslim olun!” çağrısında bulunduğu intibasını edindiğimiz şu günlerde, “Allah’ı kıyamete zorlamak” ameliyesi ve “yeryüzü Tanrısı olmak” hevesi üzerinden Allah’a meydan okumak azgınlığının aleniyete döküldüğü şu günlerde adına Korona denilen virüsü ve topyekûn dünyaya yaydığı pandemik korkuyu nasıl okumak lazım gelir? Ben şahsen bunu bir tür ilâhî ikaz mahiyeti taşıyan bir tür belâ olarak okumaktan yanayım. Nitekim bu yazı bu çerçevede kaleme alınmıştır. Allah korusun! Allah büyük!

Kerem Önder’in Twitter hesabından bir paylaşım: Abdülkadiri Geylani rahmetullahi aleyh, yüzyıllar öncesinden bizi anlatmış: “Tevbe et. İhlâs sahibi ol. Seni en küçük yaratığı ile öldürür. Nemrud’u küçük bir sinekle öldürdü. Birçoklarını aynı şekilde öldürmüştür. Allah, kibir ehlini, dilerse göze gözükmeyen yaratıkları ile de öldürür.

“Dünyalık sahiblerini Allah, büyüklük sattıkları için çok kere zelil etti. Her şeye sahib iken bir pula muhtaç kıldı. Nimet içinde yüzdükleri halde en çaresiz kişi oldular. Dipdiri yaşarken ölüp gittiler. Nasıl öldüklerine kimsenin aklı ermedi.”

“Mutlak Ölçü” meâli: “Allah her şeyden haberdardır. Canı veren de alan da Allah’tır.” (Ali İmran Suresi).

Evet; veren Allah, alan Allah!.. “Allah, ilmi dileyene, zenginliği ise dilediğime veririm”, buyuruyorlar. En büyük zenginliğin iman olduğunu bilenler, fakirliğin de Allah Resûlü’nün fahri olduğunu bilirler. Buradaki fakirliğin Allah’tan başka hiçbir şeye tevessül etmemek mânâsında olduğunu ise uzun uzun izaha gerek yok. Değil mi ki, “Allah’a mâlik olan neden mahrumdur, Allah’tan mahrum olanlar neye mâliktir.” Bunu burada mevzu etmemizin sebebine gelince o da şu: Günümüz dünyasında kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutublarından birinden biri ve ruhun antitezi nefsin de bizzat temsilcileri olarak, Küresel Sermaye üzerinden Deccal Komitesi elindeki büyük maddi imkânlar üzerinden topyekûn dünya insanına kan kusturmaktadır. İmam-ı Rabbanî Hazretleri tarafından “kâfir olduğu” haberi verilen nefse dünyayı verseler yine de teskin olmayacağı, Allah’a “sen sensin, ben de benim” diyen nefs, Allah’ın kendinden olanı verdiği ruhtan rol çalması neticesinde, ilâhlık taslamaya kadar kendisine yol bulmuştur. Allah, nefse bu imkânı ruhun antitezi olarak vermiştir. Nefsin mücessem hâli olarak anlam kazanan kâfir ise, bu imkân üzerinden ilâhlık taslamaya kadar kendisine yol bulur, bulmuştur. Tarihte örnekleri çoktur. Nemrut, Firavun, Ahbes vs. Bunların nihai noktası ise şeytanın elçisi Deccal’dir. Şimdilerde yaşanan, kuvvetle muhtemel, “Veren Allah, alan Allah” ölçüsünün zâhir olması vakti! Bilindiği üzere kâfir olan nefs, sadece açlıkla terbiye olmuştur. Buradan kısa yollu bir çıkarsama yapmak icab ettiğinde, Korona üzerinden yaşanan hadise, yine kuvvetle muhtemel, zenginliği dilediğine veren Allah’ın, aynı zenginliği dilediğinin elinden alma sürecini başlatmış olmasıdır. Deccal Komitesi’nin taşeronu Küresel Sermaye bu hengâmede “bütün varidatından” olabilir; Allah’ın izniyle olacaktır da! Ve açlıkla terbiye süreci başlamıştır. Bu hadise belli bir zaman kıtlığı da beraberinde getirir mi, getirebilir.

Allah topyekûn İslâm Ümmetinin ve mazlum ve mağdurların yar ve yardımcısı olsun, amin!
 
Dipnotlar
1-https://sorularlarisale.com/ey-siddet-i-zuhurundan-gizlenmis-ve-ey-azamet-i-kibriyasindan-tesettur-etmis-zati-akdes-deniliyor
2-Osman Oksüzoglu, “Öfkeli Yıl: 1992”, Taraf Dergisi, yıl: 2, sayı: 23, İstanbul 1993, sh. 42.
3-Her şeyi yoktan vâreden, yaratmak da emretmek de elinde olan ve her şeye gücü yeten Allah (c.c.), ateşe emretti: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” Böylece İbrahim aleyhisselâm sağ salim ateşten kurtuldu. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz ise onları küçük düşürdük.”



Baran Dergisi 690.Sayı