17 Aralık 2010’da, üniversite mezunu bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi’nin ekonomik problemler sebebiyle kendisini yakmasıyla fitili ateşlenen isyan dalgası aradan geçen dokuz senenin ardından bütün İslâm coğrafyasının çehresini değişti. Bu isyan dalgası, ilk olarak Marc Lynch imzasıyla Foreign Policy dergisinde yayımlanan “Obama’nın Arap Baharı” başlıklı makalede “Arap Baharı” olarak adlandırıldı ve literatüre bu şekilde geçti.  Bazı akademisyenler “bahar” tabiri yerine “uyanış” ibaresinin kullanılmasının daha isabetli olacağını ifade etmişse de; son dokuz senedir yaşananlar, “Arap Baharı” tabirinin daha yerinde olduğunu gösterdi. Marc Lynch “Arap Baharı” derken bunu hesap etmemiş olsa da, “bahar” devrimlerle beraber önce kısa bir yaza, Libya, Mısır, Suriye, Yemen ve diğer muhtelif bölgelerde yaşananlarla sonbahara ve hatta kışa dönüştü.
 
İslâm Dünyasını Kavuran İsyan Dalgası
Buazizi hadisesinin ardından yapılan protesto gösterileri Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesine kadar vardı. Tunus’ta yaşanan “Yasemin Devrimi”nin gerçekleşmesinin ardından protesto gösterileri domino taşı etkisiyle hızlı bir şekilde Lübnan, Ürdün Moritanya, Sudan, Umman, Yemen, Bahreyn, Cezayir, Mısır, Libya ve Suriye’ye sıçradı. Adı telaffuz edilen ülkelerden Yemen, Libya ve Suriye’de sürecin tesirleri savaş hâlinde hâlâ görülmektedir. Mısır’da ise süreç tersine işleyerek Mübarek dönemine benzer, belki de daha kötü bir hâl aldı.
 
Kısaca Mısır Yakın Tarihi
İslâm dünyası içerisinde son zamanlara kadar özgül ağırlığı son derece yüksek bir ülke olan Mısır, sömürgecilik döneminin ardından kısa bir süre krallık yönetimiyle idare edilmiş, 1950’lerde ise Hür Subaylar Hareket’inin gerçekleştirdiği darbe ile diktatörler tarafından yönetilmeye başlamıştır. Sırasıyla General Necip, General Cemal Abdülnasır ve General Enver Sedat tarafından idare edilen Mısır’da Sedat’ın 1981 yılında uğradığı bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından iktidarı, Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hüsnü Mübarek devralmıştır. Hüsnü Mübarek döneminde dış politikada önceki alışkanlıklarını devam ettiren Mısır, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olmasının yanı sıra, toplumun büyük çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen 2002 yılı sonrasında İsrail’in bölgedeki en önemli müttefiki olarak görülmüştür. Bu zihniyet Mısır rejimini Müslüman toplum nazarında gayrimeşru kılmıştır. İç politikada iktidara gelir gelmez başlattığı sıkı yönetimi bir halk hareketi neticesinde iktidardan indirilene kadar devam ettiren Hüsnü Mübarek, Nasır ve Enver Sedat dönemlerindeki yasak kültürünü sürdürmüştür. Başta Müslüman Kardeşler olmak üzere diğer siyasi hareketlerin etkin bir şekilde muhalif faaliyetler yürütebilmesinin önüne geçmiştir.
 
Mısır Devrimi
Tunus’ta devrimin gerçekleştirilmesinin ardından, 25 Ocak 2011 tarihinde Mısırlıların sosyal medyadan örgütlenerek Tahrir Meydanı’nda başlatmış olduğu protesto gösterileri 18 gün gibi çok kısa sürede meyvesini vermiş ve 11 Şubat 2011 tarihinde 30 sene boyunca Mısır’ı yöneten diktatör Hüsnü Mübarek devrilmiştir. Mübarek’in istifasının ardından iktidarı orduya devretmesi bir darbe görüntüsü oluşmasına sebep olmuş, olayların başından itibaren tarafsız bir pozisyonda kalan ve Mübarek’in kalmasının imkânsız olduğunu anlaşıldıktan sonra, dışarıdan aldığı direktifle harekete geçen ordu, süreci yönetmiş ve geçiş hükümeti vazifesi görerek seçimlere kadar ülkeyi idare etmiştir. Ülkenin en önemli siyasî hareketi olmasına rağmen protestolar boyunca ön plana çıkmaktan kaçınan, buna karşın yönlendirme kabiliyetini kullanan Müslüman Kardeşler, seçimlere Hürriyet ve Adalet Partisi ile girmiş ve yüksek bir oy oranı ile 235 milletvekili çıkararak büyük bir zafer elde etmiştir; fakat bu seçimlerin neticesi birtakım usulsüzlükler yapıldığı gerekçesiyle ordu tarafından askıya alınmıştır. Haziran 2012’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursî oyların yüzde 52’sini alarak cumhurbaşkanı seçilmiş, 30 Haziran 2012’de yemin ettikten sonra ülkenin ilk sivil cumhurbaşkanı olmuştur.
 
İhvan Hazırlıksız Yakalandı
Yaklaşık yüz yıllık bir hareket olmasına, Mısır cemiyetinin arkasındaki büyük desteğine ve iktidara talip muhalif hareket vasfına mukabil gerekli kadroları yetiştiremeyen ve iktidara geldiğinde ne yapacağını bilemeyen İhvan hareketi, iktidara geldikten sonra köhnemiş Mısır rejiminin kadrolarıyla yoluna devam etmek zorunda kalmış ve bunun bedelini de darbe yemek suretiyle ödemiştir.
 
Mısır’da Amerikan Etkisi
Arap Baharı süreci, başlangıcı itibariyle dış etkilerden münezzeh olsa da, hadiseler yaşanırken Siyonistler ve emperyalistler tarafından yönlendirilmek istendi. Püriten bir anlayışla, kendisini dünyanın kurtarıcısı gören ABD, sürecin yönlendiricisi olabilmek adına birtakım faaliyetlerde bulundu. Mısır’da yaşananlar buna en güzel misallerdendir.
Mısır’da protestolar başladıktan sonra eski Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi ile Genelkurmay Başkanı Sami Anan’ın Washington’a giderek birtakım görüşmeler gerçekleştirdi, ardından ordu devrim süreci ve sonrasında yönlendirici bir rol oynadı. Böylece yaşanan değişimin, sistemin temel yapısını bozmadan ve global güçlerin çıkarlarına mâni olmadan gelişmesini sağlamaya çalıştı.
 
İsrail ve ABD Destekli Darbe
Nitekim, iktidara gelir gelmez köklü değişiklikler yapmaya çalışan Mursî birçok defa sistemin devamı derdinde olan ordunun engellemeleriyle karşılaştı. Mursî’nin cumhurbaşkanlığı döneminde iktidarı sarsıcı birçok hadise yaşanırken, Selefîler öncülüğünde başlayan protesto gösterilerinin çatışmaya dönüşmesi neticesinde 3 Temmuz 2013’te Abdülfettah Sisi liderliğinde Siyonist İsrail ve emperyalist ABD destekli bir darbe gerçekleştirildi ve ordu yönetime el koydu. Darbenin ardından Müslüman Kardeşler destekçileri sokaklara döküldü, yaklaşık bir ay boyunca Rabia Meydanı’nda toplanan kalabalıklara ordu tarafından gerçekleştirilen müdahalelerde 4 bine yakın Müslüman şehid olurken 10 binden fazla Müslüman yaralandı. Mübarek’in devrilmesinin ardından Abdülfettah Sisi hâkimiyetinde bir diktatörlük rejimi kuruldu ve yaz ile güz fazla uzamadan Mısır’ın baharı kışa döndü.
 
Batı’nın Mısır Plânı
Mısır’da 2013 yılında gerçekleştirilen darbe sonrasında, devletin dış politikasında sert bir kırılma yaşandı. İktidarı ele geçiren dikta rejiminin ilk olarak İsrail ile ilişkilerini düzelterek Gazze’ye açılan Refah sınır kapısını kapatması, ABD’nin bölge politikalarıyla tam uyum göstermektedir. Yeni Mısır yönetimi darbenin ardından İsrail ve ABD ile ilişkilerini sürekli geliştirdi, Küre koalisyonunun bir parçası oldu. Bugün, Sisi, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri çerçevesinde İsrail ile birlikte hareket ederek, daha doğalgazı çıkarmadan Fransa gibi Batılı ülkelerle kredi anlaşmaları yapıp, Mısırlıların geleceğine ipotek koydurarak Batı’ya olan minnet borcunu ödüyor.
Mısır’da gerçekleştirilen darbenin ardından Müslümanların önemli bir örgütlenmesi olan İhvan hareketinin önünü kesmek için de gerekli adımlar atıldı. Öncelikle Mısır’da İhvan üyeleri tutuklandı, işkence gördü, idama mahkûm edildi. İhvan hareketi Batı tarafından terör örgütü ilan edilerek tüm dünyada faaliyetleri kısıtlandı. Son olarak Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursî, yargılama esnasında şehid edildi. Tüm bunlar Batı’nın Mısır’a biçtiği misyonun sağlıklı bir şekilde işlemesi için yapıldı. O misyon ise “Ilımlı İslâm” projesi için Türkiye’nin yerine Mısır’ın ikame edilmesi ve Türkiye’ye karşı bir bölgesel güç olarak kullanılması... Hatta, zor bir ihtimal olsa da Türkiye’ye karşı savaştırılması...

Baran Dergisi 649. Sayı