Gazetelerin köşelerinde iki laftan, ekranların çok “aydın” yüzlerinin iki ifadesinden, sözde muhalif sahtekâr antiemperyalistlerin baş sloganlarından biri ABD emperyalizmi, Siyonist işkence, Batıcı sömürüdür. Görüntüde sebep ABD-İsrail-Batı karşıtlığı sergilemek gibi görünse de hakikatte inanılmaz bir şekilde antiemperyalist duyguyu, emeği, öfkeyi, nefreti istismar ve söndürme durumu vardır. Konuşarak iğdiş etme, zihinleri dumura uğratarak kitleleri tepkisizleştirme ve köleliği, işbirliğini bir takım kavramlar ile makul hale getirme bu istismarcıların ortak eylem ve dilleridir.
Ortadoğu’da yaşanan isyanlar, kitlesel hareketler, siyasi içtimai bir takım manevralar; İslam coğrafyasının ciddi manada bir algı tahrifatına uğradığına, şuur kaybına ve haber alma güdüsünü yitirdiğine dair işaretleri ortaya çıkarmıştır. Libya’dan Tunus’a, Mısır’dan Suriye’ye Batı kime tuzak kurduysa ve kimden daha fazla rahatsız olmaya başladıysa o meyanda kitlesel gösterilerin her çeşidini desteklemekte ve kontrol edilebilir bir strateji çerçevesinde hedefine varmaya çalışmaktadır.
Batı Ilıman İslamcıları diğer deyişle Sahte İslamcıları kendi menfaat ve çıkarlarının korunması için “yeni konsept”e dâhil etmiş ve onlar eliyle antiemperyalistleri ve batıcıları terbiyeye kalkışmış, hakiki İslamcıları ve gerçek devrimcileri ise mahkûm etmeye çalışmıştır. Hali hazırda hız kesmeden süren bu fiili işgal durumu her geçen gün zihinleri körleştirmekte ve hisleri iptal etmektedir. Bu sebepten dolayı hemen yanı başında olan olayı bile değerlendirmekten aciz, Batı medyasının yaydığı yalan-yanlış haberler arasında kolayca ajite-manüpüle olmakta ve kendi Müslüman kardeşinin kanının Batılılarca akıtılmasına göz yumacak, vesile olacak-alkışlayacak kadar ahmakça çıkışlar yapabilmektedir. Yakın dönemde Saddam-Irak, Kaddafi-Libya, Esad-Suriye örneklerinde bunu rahatlıkla görmekteyiz. Soru şu; Sen kimsin? Kime karşı, kimden yanasın? Ve Cevabı verdirecek soru şu; Herhangi bir siyaset ve fikir geliştireceğin bir tatbik fikrin var mı? Yok!
Yok diyenlerin ABD menşeli kahrolsunlar, Batı endeksli zalim arayışları ve karşı çıkışlar, Yahudi kaynaklı haber aksiyonları arasında kaybolmaları, emek ve izan israfına yol açmaları garip kaçmaz. Çünkü bu gibi deşarj çıkışları zaten ABD-İsrail gibi psikolojik savaş alanında uzmanları bilfiil istemektedir. Yeter ki tehlikeli boyutlara varmasın ve uzun süreli olmasın… Fikirsiz zennelerin kahrolsun çığlıkları arasında kim neden kahrolsun. O sloganı atan zenneye sen kimi kahretmek için mücadele veriyorsun ki böyle çığlık çığlığa bağırıyorsun. ABD-İsrail-Batı üçlüsüne karşı ve onları kahretmek için bağırıyorsan hele bir hakiki erlerle meydana çık o zaman gör gerçek mücahitleri ve gerçek savaşı-mücadele edenleri.
Şimdi dönelim başa:
Eskisi gibi kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu halklarını uyutamayacağını gören Siyonist Batı Ortadoğu’yu bir iç çatışma ortamına sürükleme senaryolarını destekleyerek, küresel sermayenin ve kapitalist çevrelerin çıkarlarını koruyacak ve onlara bekçilik yapacak bir diktatörlüğün arayışı içine girmektedir. Türkiye’de tartışılan Başkanlık sistemi de bu meyandadır. Sahte solcuların-devrimcilerin yüzünden sol fikren ve zihnen tükenme aşamasına gelmiş durumdadır. Öyle ki; kendi milletinin dinine, inancına, giyimine, oturmasına, kalkmasına, düşünmesine, akletmesine hakaret etmeyi ABD’ye karşı çıkmak sayacak, emperyalizme direniş sayacak… Batı için ne diyorsun, cevap yok, tu kaka laflar ama iş Anadolu insanına gelince sesi borazan gibi; onun diliyle, aksanıyla, kitabıyla, okumasıyla alay eden Batılılaşırken yavşaklaşmış, dönüşmüş ifadeler. Bunlar güya aydın güya okumuş… Diğer yandan yeni yetme sahte İslamcılar, potansiyel Beyazıt müdavimleri… Hadi arkadaşlar yarın miting var gidelim; Mevzu ne? Katılırız, kahrolsun der geliriz elbet bir sebeb vardır. Etkisiz, tesirsiz fikirlerin, etkisiz ve tesirsiz elemanlarından, etkisiz ve tesirsiz eylemler… Irak ve Saddam’ın idamı vesilesiyle onbinlerce insan gösteri yapar tık yok, ama üç bilemedin beş kişi İran konsolosluğu önünde benzer slogan ve afişlerle eylem yapar, basın yayın bir yandan mahkemeler bir yandan üstüne üstüne gelir… Tesir fikirde mi eylemde mi?
Bir Misal; 14 yaşında olmasına rağmen dik durabilen, dik durmanın nasılını 10 yıllık cezaevi yaşamı ve onca yapılan işkenceye rağmen gösterebilen, aldığı idam cezasına rağmen davasına ikiyüzlülük etmeyen samimiyet timsali Yakup Köse adlı gönüldaş, Emperyalizmin ayakçıları 28 Şubat teröristleri hakkında dava açmış. Darbeciler ve işkenceciler yargılansın ve halka hesap versin diye… Beklenen ne olmalı bu durumda, aylardır köşelerinde 28 Şubat sakızı çiğneyenlerin eğer samimi iseler Yakup Köse’nin davasına kitleler halinde destek vermeleri değil mi? Öyle mi oldu hayır, yine menfaat ve çıkarcılık her şeyin önüne geçti.
Amerika ve Avrupa’nın bir “Haçlı Ordusu” meydana getirerek Libya’ya karşı acımasızca yürüttüğü savaş bütün Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırdı. İzmir’in savaşın komuta merkezi seçilmesi ise Türkiye'nin siyasi yaşamı üzerinde ciddi etkileri olacak bir uluslarası manevra oldu.  Böylece Türkiye artık bir distribütör ülke konumuna düşmüş ve açıkça bağımsızlığını kaybetmiş oldu. Bu süreç elbette yeni başlamadı Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin arkasında saf tuttu. Soğuk Savaş sırasında, NATO’nun doğu kanadı olarak, Sovyetler Birliği’ne karşı stratejik bir konuma sahip oldu. Şimdiler de ise Türkiye’ye aşırı roller ve memuriyetler verilmeye çalışılıyor, çünkü çökmemek için ayakta kalmak için tek çareleri Türkiye. Türkiye desteklemezse, Türkiye yan çizerse sadece ABD değil emin olun Avrupa’da hemen çöker. Batılı devletler bunun farkında ve bu yüzden topyekûn Türkiye kuşatma altına alınmış ve fikren ve ahlaken kafasını kaldırmasına müsaade edilmiyor.
O halde fert fert dahi olsa gönüldaş Yakup Köse gibi tavır alabilmeli, tepki gösterebilmeli ve tek kelimeyle dosta düşmana karşı “BEN VARIM” diyebilmelidir. Evet, “BEN VARIM”
Bir yerde ses ve hareket varsa orada varlık vardır.